"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Allah’ın ismiyle okumak

İrfan Çakmak
28 Mart 2017, Salı
Oku! Yaratan Rabbi’nin ismiyle oku!” İlk vahiy, ilk emirdi Gar-ı Hira’da (Hira Mağarasında); teslimiyeti kabullenecek beşeriyete, taa kıyamete kadar.

Dünyaya adımını atan bebeğin ilk ağlaması belki de bu okuyuşun fıtri ilk harfleriydi. Aldığı ilk nefes, ilk saatlerinde annesiyle kurduğu iletişim ve annesinin sesiyle sükûneti. Kendisine sanki cennetteki süt ırmağından ikram edilen mukaddes ve mugaddi (tertemiz besleyici) rızkı tatması… Ve hakeza… Hadd-i büluğa (reşit oluncaya) kadar fıtri olarak öğrendikleri idi belki de ilk cümleleri; farkında olmasa da… Masumane hal diliyle okumuştu Ya Rahman, Ya Rahîm, Ya Kerîm ve diğer güzel isimleri.

Hazret-i Adem’e (as) eşyanın isimleri öğretilmişti; Yaratıcı tarafından, güzel İsimlerine ma’kes olan (İsimlerinin tecellilerinin cilvelendiği) eşyanın isimleri… Esmai-i Hüsna’da öğretilmişti muhakkak; eşyadaki isimlerin tecellileri Esma-i Hüsnaya taşımıştı İlk İnsanı… “Ya Alîm” diye zikretmişti belki de Hazret-i Adem (as), öğrendiğinde Esmayı. Meleklere bile bir üstünlüktü bu, bir seçkinlikti Adem nesli için de… İnsanlığın genlerine kodlanmıştı isimler… Eşkal-i kâinata ve eşya-i mevcudata esma-i eşya ile (Kâinatın şekline  -ya da kainattaki şekillere- var edilmiş şeylere  eşyanın isimleriyle) hitap etti insan, asırlar boyunca. İsimlendirince de bir “şey”i; öğrendiğini zannetti “O”nu; Esmadan uzak bir yaklaşımla… Halbuki ilerisi, arka planı, harfî mânâsı vardı, her şeklin ve her şe’nin (hal  ve işin) ve her şeyin. Boşuna öğretilmemişti esma. Bir İlahî tanıtımın sunumuydu bütün bunlar. Aslında bir hakikatin anlatımıydı hepsi… “Ya Allah” demek gerekiyordu çünkü. Çünkü, Sekizinci Sözde denildiği gibi “…Şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşeriyi zulümattan kurtaran Ya Allah ve La İlahe İllallah” tı. 

“Biz dahi ona başlarız” diyor Asrın Müçtehidi; hazinenin şifresi “Bismillah”a… Önce onu anlamak, çözmek, öğrenmek, aşinalık kazanmak, onunla hem dem olmak, benimsemek, bir bakıma o şifrede fâni olmak… Nereye bakılırsa o şifreyi  orada görmekti esas olan; ki eşkal-i kainat ve eşya-i mevcudatın meşhud ve mugayyebatının (görüneninin ve bilinmeyeninin) hazinesi, manası gizli kalmasın, açılsın.

Kainatın ana bileşeni; nizam ve mizan… “Mutlak hükümranlık elinde bulunan Allah, yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter… O, yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân’ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar döndür. Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir…” (Mülk Suresi) ve benzeri semavî fermanların verdiği hayreti Yâ Halık, Ya Kadîr, Ya Müzeyyin! Ve benzeri Esma ile karşılamak bir marifetti, elbet…

Nasıl mı?... Al eline oku Onuncu Sözü… Gör ki; orada sözün özü … Esma-i Hüsna feyezanı da orada. “Her bir ‘Hakikat üç şeyi birden ıspat ediyor. Hem Vacibü’l Vücud’un vücudunu hem Esma ve Sıfatını, sonra Haşri bina edip ıspat ediyor.” “Muntazam ef’al var” diyor. “Muntazam fiil ise fâilsiz olmaz” diyor. “Öyle ise bir fâil var” diyor…” (Barla Lahikası). Ve fâilin cilvelerini bab bab (kapı kapı) gezdirip gösteriyor. Ya Rab, Ya hakim, Ya Adil…Ya Mucib, Ya Celil, Ya Baki… Ya Hayy-u Kayyum, Ya Yuhyi ve Yumit, Ya Hak… Ve şifre-i Bismillah on ikinci kapıda karşılıyor muhatabı; Bismillahirrahmanirrahim olarak…

İşte!... Yirmi Dokuzuncu Mektubun Beşinci Risalesi… Mânâ-yı Esma burçlarında seyeranla, kıraat-ı kâinat (kâinatı okuma) meftunlarına zulümatı, vahşeti ve dehşeti parçalayıp bir nur-u azimin ışığını gösteriyor… Burçtan burca Ya Rahman, ya Rahim; Ya Adil, Ya Hakim … Ya Rabbü’s-Semavati ve’l Arz, Ya Musahharü’ş-Şemsü ve’l Kamer… Binbir Esma-i İlahi… Ve Sırr-ı Ehadiyetin Bütün Esma-i Hüsnada birbiri içinde tecellileri… Kalb-i insanı  hayale bindirip uruc-u sema ile yıldızların tebessümünün hakikatına muhatap ediyor. Bu muhatabiyetle Rabbü’s-Semavati ve’l Arz ve rabbü’l-Melaiketi ve’r-Ruh esma-i Hüsnasını ‘Ve legad zeyyenne’s-Semaed’dünya bi mesabîh’ ‘Ve sehhara’ş-Şemse ve’l Kamer’  burçlarında cilvelenirken  görmek isteyenler; kalbini hayaline bindirip ‘Allahu Nuru’s-Semavati ve’l Arz’ ayetinin nuruyla uruc etmesi (yükselmesi) gerekiyor.

Bak!... Otuz İkinci Söz ile detaylarını görüyor insan, uruc-u semavatta tecelli-i Esmanın. Otuz Üç Pencereden seyr ile tecelli ve tezahür-ü Esmanın hakikati işliyor insanın dem ve damarlarına; kâinatın okunuşundaki insibağ (boyanma) ile istifade had safhaya çıkıyor. Otuzuncu Lem’a ve İkinci Şua İsm-i Azam ile Azam-ı Esmayı mezc ediyor ruhun ufuklarında… Ayetül-Kübra ile bablardan (kapılardan) seyahata inkılab eden, müşahade sürecinin feyezanı biteviye yorulmaz ve tok olmaz bir hale getiriyor kainat seyyahını. Ve gaibane marifetten hazırane ve muhatabane bir makama terakki ettiriyor insanı bu mîrac-ı îmanî… Pencereler ise, Münacaat (Üçüncü Şua) ile istianeye (yalvarış ve niyaza) tebdil oluyor sanki… Yirmidokuzuncu Lem’a ise; İman-ı billah, marifetullah muhabbettullah ve o muhabbettullah içindeki lezzet-i ruhaniye, hakiki saadet ve halis sürur ve şirin nimet ve safi lezzeti tattırıyor hitamında. (Yirminci Mektup).

Halife-i arz olarak bu dünyaya gönderilen her insanın “İkra’! Bismi Rabbikellezî Halak!” hitabına muhatap olduğunu; bu hitabın aslında beşeriyetin genlerinde kodlandığını söylemek mümkün. Bunun için “kâinat okur-yazarlığı” nın öğrenilmesi lazım. O “okur-yazarlık” öğrenildiğinde harfî manalar doğmaya başlıyor kâinatın afakında (ufuklarında). Zerratında, şumusunda (maddenin en küçük yapı taşında, güneşlerinde). Allah’ın güzel isimleri görünüyor cilveleriyle; her fiilde bin hakikat görünüyor… Halavetli (tatlı) îmanî bir yolculuk başlıyor ardından. Fiilden isme, isimden sıfata, sıfattan şuuna (o sıfata sahip olandan beklenen ve onun lazımı olan hale, tavıra ve işe), şuundan zata… Ve “La ilahe İllallah”a.

Bu okur-yazarlığı öğretenlerin, yani Resuller ve Muhakkiklerin dinlenilmemesi insanın gönderiliş amacını ve dahi marifetini, muhabbetini noksan bırakıyor. Çoğunlukla yaratılış amacına ulaşamıyor, yarı yolda kalıyor; ya da kâinat kitabını tersinden okumaya başlıyor o insan; böylece o kitap, o muhteşem kâinat kitabı o insanın nazarında manasını yitiriyor, ve ruhuyla birlikte vücudu da, mana veremediği her şeyin kendine has karanlıklarında, müflis bir vaziyette kalakalıyor… İşte bu noktada başlıyor lezzet-i ruhiyeye ulaşamayan insanın manevi Cehennemi…

Evet… Kâinat kitabını Allah’ın İsmiyle okuyamamak… Ahirzaman insanının unuttuğu ya da ona unutturulduğu en önemli cehalet karanlığı. Bilmeyenler, bildirilmeyenler, bildiğini zannedenler ve bildiğini kaybetmek istemeyenler… Bilgisi küllenenler ve batıla boyananlar… Kur’ân kâinatı okuyor. Onu Resul’ün (asm) dilinden dinlemek gerek. Risale-i Nur’ca Kur’ân-ı ve kâinatı Allah’ın İsmiyle okumak, son zamanın bahtsız insanlarına iyi gelecek… Rabbinin ismiyle okumanın ilmi orada… 

İkra’! Bismi Rabbikellezî Halak! Oku! Seni yaratan Rabbi’nin adıyla oku! “Oku” emriyle başlayan bu sure secde ayetiyle bitmektedir. Zaten doğru okunan kâinat insanı binbir Esma-i Hüsnanın tecellileri karşısında fıtraten secdeye mecbur bırakacaktır.

Okunma Sayısı: 3217
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı