Demokrat Parti, önümüzdeki 1 Aralık’ta siyaseten sürpriz şekilde bir hamle yapmaya hazırlanıyor.
Detaylar henüz bilinmiyor; ancak, yurt genelinde dikkat çeken bir hareket ve heyecan dalgası, iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlamış durumda.
Temenni edelim ki, hayırlı gelişmelere doğru güvenilir bir yol açılsın, hiç olmazsa alternatif olacak sağlam bir kapı aralansın.
Burada asıl önem verilmesi gereken şey, kökü TC tarihinde 1946 ve Osmanlı tarihinde tâ 1865’lere kadar uzanıp giden Ahrar-Demokrat misyon hareketinin yeniden ihyasıdır, canlandırılmasıdır.
Bunun ne ölçüde başarılabildiğini ise, önümüzdeki Aralık ayı başından itibaren görmek, anlamak mümkün hale gelecek.
Ama, şunu hiç tereddütsüz şekilde söylemek gerekir ki, siyasî irade ve idare noktasında yeni bir altertantif ihtiyacı artık zaruret halini almış durumda.
Bu meselenin usûl ve esasları üzerinde biraz durmakta ve birlikte kafa yormakta önemli faydalar var.
* * *
Hiç şüphe yok ki, Demokratik yönetimlerin olmazsa olmaz şartlarından biri de iktidara alternatif “misyon partileri”nin bulunmasıdır. Çünkü, muhalefet partisiz veya alternatifsiz yapıların istikameti, faşizme, yani diktacı rejimlere doğru gider.
Evet, siyasî iktidar alternatifine geçit vermeyen bir sistemin ismi ve resmi ne olursa olsun, uygulamaları itibariyle demokrasinin dışına çıkar, bambaşka bir şekil alır.
Öte yandan, kendi içinde demokrasiyi geliştirmiş ve hiç darbeye maruz kalmamış ülkelerin durumuna bakın, hemen hepsinde muhalefetteki partinin nefesi daima iktidar kanadının ensesindedir.
Almanya, İngiltere ve bilhassa Amerika'da iktidar partilerinin oyu yüzde 50'nin çok az üzerinde iken, muhalefetin, özellikle anamuhalefetin oy oranı yüzde 50'ye çok yakın olduğu görülür.
İşte, böylesi ülkelerde, hem iktidar, hem muhalefet kanadı güçlü ve dinamik olur. Dolayısıyla, demokrasisi fevkalâde bir dinamizme kavuşmuş olur.
Peki, acaba halihazırdaki Türkiye'de durum nasıl? Objektif bir nazarla bakıp meseleyi irdelemek lazım.
Genel tablo şudur: Ülke, tam tamına on yedi senedir alternatifsiz bir iktidar partisinin eliyle yönetilmeye çalışılıyor.
Bizzat siyasî iktidarın tepe noktasında bulunanlar, çoğu kez övünerek ve hatta gerinerek şunu söylüyor: Biz 2002’den beri hem birinci partiyiz, hem de her defasında açık ara önde gidiyoruz. Mevcut anamuhalefet partisinin arayı kapatma ve tek başına iktidara gelme şansı görünmüyor.
Evet, görünen köy bu. Ayrıca bir klavuza ihtiyaç yok. İyi de, şimdi bu “alternatifsiz tablo”ya bakarak, demokrasi adına sevinmek mi, yoksa üzülmek mi lâzım?
İktidara aday ikinci, hatta üçüncü bir partinin bulunmadığı, yani iktidar alternatifinin olmadığı, ya da çeşitli entrikalarla alternatiflerin yok edilmeye çalışıldığı bir "demokratik yapı"yla kim, ne nasıl övünebilir? Yani, böylesine bir alternatifsiz yapıyla övünenler, acaba demokrasiden yana gerçek demokrat olabilirler mi?
Ne yazık ki, mevcut iktidarın alternatifsiz kalışından dolayı sevinen, memnun olan kimseler de var. Üstelik çok sayıda.
Hatta bir kısmı var ki, siyaseten bir alternatif ihtimalinin belirmesinden bile adeta çıldırma noktasına geliyor. Üstelik, kendilerini tutamayıp büyük bir hınç ve öfke ile saldırıya da geçiyorlar. Farklı sesleri boğmak için adeta birbiriyle yarışa tutuşuyorlar.
Sonra da çıkıp şunu diyorlar: "Bakın, memleket ne güzel idare ediliyor? Ne muhalefeti, ne alternatifi canım... Bundan âlâ yönetim, bundan iyi demokrasi mi olurmuş?” Böyleleri elbetke ki hakikî ve samimi demokrat olamazlar. Bu millete revâ gördükleri de, "faşizan demokrasi" tabiri ile izah edilebilir ancak.
Ama, hiç şüphe edilmesin ki, bu fecî durum, böyle ilânihâye sürüp gitmeyecek. Millet, yediği narkozdan ve uğradığı siyasî hipnotizmanın tesirinden peyder pey kurtulmaya çalışıyor ve de çalışacak.
Milletin hür iradesi, inanıyoruz ki ciddî alternatiflerin ortaya çıkması yönünde tecelli edecek; çaresizliğe son verecek.
Demokrat Partinin 1 Aralık’ta yapacağı hamleye bu açıdan da bakmakta fayda var. Demokrasinin/meşrûtiyetin hakikî cemâlinin görüleceği günler dileğiyle...