İlk bakışta “Böyle bir şey olmaz, olamaz” dersin. İlk hamlede, hemen red mânasında bir tavır koyar, ânî bir refleks gösterirsin. Ama, bilâhare acı gerçeği kabul etmek durumunda kalırsın.
Kast ettiğimiz o nâhoş gerçek de şudur ki: Pek çok insan aklını, fikrini götürüp bir tek kişinin cebine koyar; Hatta, arzu ve iradesini dahi gidip ona teslim eder: “Benim yerime sen düşün. Benim neyi-nasıl tercih edeceğimi sen söyle. Tâ ki, ben de ona göre konuşup hareket edeyim” dercesine, kölemsi bir teslimiyet....
İşte, hayret ve taaccüp edilecek tablo, yahut şablon tam olarak budur.
Oysa, Allah insana akıl, fikir, arzu, irade vermiş. Kendi hür iradesiyle, tercihte bulunma kabiliyetini bahşetmiş. Dahası, insanı “eşref-i mahlûkat” sûretinde yaratıp “halife-i arz” olabilecek harikulâde bir kapasitede halketmiş ve türlü cihazlarla onu donatmış, tezyin et-miş.
Buna rağmen, kendini küçük düşüren, basite indirgeyen, fanî başka kullara kulluk-kölelik derekesine yuvarlandıran, insanın yine kendisidir.
Böylesine bir kişilik ve karakter zaafına uğrayanlar, basit bir makam-mevki için zillete düşüyor, âdî bir menfaat uğrunda şeytanın ayağını öpercesine, esfel-i safilîn derecesine sukût edebiliyor.
İnsanlık âlemi içinde birer utanç vesikası olarak göze çarpan bu türden tablolar, özellikle günümüzün “medenî insan”ına hiç, ama hiç yakışmıyor. Çok iğreti ve bir o kadar da iğrenç duruyor.
Yâhû Allah aşkına, meselâ şunları söylemek (yahut öyle demeye getirmek) ne demek oluyor: “Benim yerime de sen düşün... Sen ne dersen, benim için de o... Çocukların ismini bile sen koy... Kimin kiminle evleneceğine dahi sen karar ver...” Vesâire.
Evet, bu tarz bir tutum ve davranışlarda bulunmak, hak ve hakikat noktasında kimseye bir fayda sağlamaz, hayır getirmez, prestij-itibar kazandırmaz. Bilhassa, hemen her sahada “şahıs”tan çok “şahs-ı mânevî”nin hükmettiği böyle bir zamanda...
O halde, prestijini kırmak, itibarını düşürmek, haysiyetini yerlerde süründürmek istemeyenler, kula kul, lidere esir bir duruma düşmemek için, akıl ve kalbine mukayyet, hür iradesine tam ve kâmilâne bir şekilde sahip çıkmak ve elden bırakmamak noktasında, nihayet derecede bir dikkat ve teyakkuz hali içinde olmalı. Zira, durum son derece ciddi ve önemli olup, gevşekliği, atâleti, lâkaydlığı hiç kaldırmıyor.
Risâle-i Nur, sorgulamayı devre dışı bırakan, söylenen sözlerin mihenge vurulmasına karşı gelen bir anlayış ve yaklaşım tarzını reddediyor. Her ne söylenecekse, ne tür bir hizmet ve faaliyet yapılacaksa, neticede neye nasıl bir karar verilecekse, fikir ve irade hürriyetinin esas alındığı müşterek bir ruh ve şuura dayanması icap ediyor.
GÜNÜN TARİHİ 06 Mart 1993
Gümrük Birliği Antlaşması
Türkiye'nin tâ 1963'teki Ankara Antlaşmasıyla başlatmış olduğu Avrupa'yla bütünleşme sürecinde yeni bir adım daha atıldı: Avrupa Birliği üyesi 15 ülke ile Türkiye arasında Gümrük Birliği Ant-laşması imzalandı.
Son Demirel kabinesi zamanında imzalanan bu antlaşma, taraflar arasında tarife indirimi ve ortak gümrük tarifesine uygun uyum sorumlulukları yanı sıra, Türkiye’nin AB ortak politikalarına uyumunu da ihtiva ediyor.
Türkiye, bu antlaşmayla, Avrupa Birliği’ne tam üye olabilmek için bir dizi hukukî, mâlî, siyasî ve iktisadî reformu gerçekleştirmeyi de kabul etmiş oldu.
Bilhassa, temel insan hak ve hürriyetleri ile demokratikleşme konusundaki kanunların Meclis’ten biran önce çıkarılması gerektiği hususu ön plâna çıkarılan bir husus olarak taraflarca kabul edildi..
@salihoglulatif: Zamanla kimyası değişen, yahut ters-yüz olan kimseler, hemen her hakikati ters-yüz görüp, öyle de göstermeye başlar. Kişide hayret uyandıran radikal bazı davranışlar, girdiği yanlış yolda yaptığı hatalardaki ısrar ve inat, esâsen bu fecî başkalaşmanın birer göstergesi mahiyetini taşıyor.