Taksim’de yaşanan hadiseyi biliyorsunuz.
Bilmeyenler, gazetemizin bugünkü manşet haberini okuyarak, detaylı şekilde olanı-biteni öğrenebilir.
Haberin özeti şudur: 8 Mart’taki “Kadınlar Günü” münasebetiyle, kalabalık bir grup Taksim’de yürüyüş yaptı. Yolu kesen güvenlik kuvvetleriyle aralarında bir arbede çıktı. Kalabalık, bu engeli ıslık ve sloganlar eşliğinde aşmaya çalışırken, tam da o esnada Ezan okundu. O gürültü esnasında haliyle Ezan sesi duyulamadığı için, ıslıklı protesto devam etti.
Bu durum, nice zamandır gerilmeye ve kutuplaştırılmaya çalışılan toplumun farklı kesimleri tarafından farklı şekillerde telâkki edildi, ayrıca birbirine taban tabana zıt yönlere doğru çekilmeye çalışıldı.
İşte, etrafa kıvılıcımlar saçan bir tehlikeli tırmanış da bu sûretle doğdu ve ortalıkta arz-ı endâm etmeye başladı.
Gerek iktidardaki siyasîler ve gerekse onların meddahlığını yapagelen gazete ve sair medya kuruluşları, söz konusu o kıvılcımların üzerine benzin döküp körüklemelerde bulunarak, akıl-vicdan sahiplerinin yüreğini ağzına getirdiler. Zira, 1955’te de aynı yerde benzer bir provokasyon sonucu, vahim “6-7 Eylül Olayları” patlak vermiş ve ortalık adeta savaş alanına döndürülmüştü.
Allah’tan ki, bu kez sağduyu sahipleri devreye girdi de, tehlikeli tırmanışın önüne geçilmiş oldu. İnşaallah, bu türden provokatif haber ve tahrikkâr yorumlar bir daha revaç bulmaz ve tekerrür etmez.
* * *
Genel mânada bu tür konulara baktığımızda, şunları söylemek yanlış olmasa gerek:
* Dün olduğu gibi, şüphesiz bugün de Ezan düşmanları vardır. Sadece, Ezanı susturma ve içlerindeki düşmanlığı izhar etme güç, imkân ve kabiliyetleri yoktur. Bunu bilmeli. Ama, yersiz endişeler içine girmemeli.
* Bu vatanda Ezân-ı Muhammedî’ye karşı gelenler, asla muvaffak olmaz. Muvakkaten galebe etse ve şeklini değiştirse de, âkıbet onların aleyhine döner, onları nakzeder.
* 1950’de Millet Meclisi’nin de ittifaklı (oy birliği) kararıyla yeniden hürriyetine kavuşan Muhammedî Ezânı susturmaya kimsenin gücü yetmediği gibi, Ezanı protesto etmeye de kimse cesaret edemez.
* Madem öyle, yaşanan bir vakıayı iyice tahkik etmeden, mesele hakkında hüküm vermeye kalkışmamalı. Allah muhafaza, iş bir anda kontrolden çıkar ve provokatörlerin de devreye girmesiyle, mesele çok tehlikeli mecralara doğru sürüklenir gider.
* Aynı manadaki bir tehlikeli tırmanış da, ardı karanlık Gezi Eylemleri esnasında provokatif “Dolmabahçe-Kabataş Vakası”nda görülmüştü. O hadise, hâlâ vüzûha kavuşturulmuş değil.
Neyse ki, söz konusu son hadisenin içyüzünü soğukkanlı şekilde inceleyen, gören ve işin doğrusunu öğrenen mûtedil kimseler devreye girdi, kimileri ise özür, ikrar veya itiraflarda bulundu da, mesele hiç olmazsa şimdilik yatışma ve soğuma trendine girmiş oldu.
***
GÜNÜN TARİHİ: 12 Mart 1971
Cinayet gibi bir muhtıra
Silâhlı Kuvvetler üst komuta kademesi, seçimle işbaşına gelen hükümeti hedef alan bir ültimatom verdi: 12 Mart Muhtırası.
TSK'nın, Cumhurbaşkanı ile Millet Meclisi ve Senato başkanlarına gönderdiği muhtırada "Türk Silâhlı Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan üzerine almaya kararlıdır" ifadesi kullanıldı. Bu, şu demekti:
Hükümet istifa edip çekilmezse, ordu idareye doğrudan el koyacak.
AP lideri Başbakan Süleyman Demirel, bu gelişme üzerine, Meclis’in kapatılmaması için Çankaya'ya giderek Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a istifasını sundu.