Yaşadığımız devirde işlenen en büyük hatalar, günahlar, fenalıklar bile iyilik, şirinlik, güzellikler perdesi altında yapılmaya çalışılıyor.
Çirkinlikleri, bid’atları örten süslü ambalajlar, çok dikkatle ve gayet özenle seçiliyor. Tâ ki, yüzde sekseni tahkik ehli olmayan kitleler hiç ayılmasın-uyanmasın, yapılan düzenbazlıklara karşı koyma cihetine gitmesin...
Hele, bu süslü paketlerin üzerine bol miktarda ışıltılı-pırıltılı hissiyat ve hamaset pulları da serpilince, rüyâ içinde daha tatlı bir rüyâya dalanların, o derin gaflet tabakasında uyanması neredeyse imkânsız hale geliyor.
Bu durumda, gelin “ehl-i kemâl” bir zât olan Namık Kemâl’ın şu nidâsına kulak verelim:
“Ey gaflet uykusuna yatanlar!
“Sânî-i Kudret, âsâr-ı rahmetini temâşâ için nazar vermiş. Siz, o hakîkat güneşini setrediyorsunuz da, hayâlinizle veya kulağınızla görmeye çalışıyorsunuz. Gözünüz açık iken uykudasınız; gözünüz kapandıkça meyyit (ölü) hâline geliyorsunuz... Uyuyunuz, uyuyunuz! Bu gafleti ölüm toprağına tebdîl için, bundan kolay tarîk, yol yoktur.”
Üstad Bediüzzaman’ın çok takdir ve sitayiş ile ondan söz ettiği şuurlu bir uyanıştır bu. Ne diyelim... Allah, “Meşhûr Kemâl’in Rüyâsı” ile uyanmayı bize de nasip eylesin.
* * *
27. Söz’deki içtihad bahsinde ifade edildiği gibi “İçtihad kapısı açıktır; fakat, şu zamanda oraya girmeye altı mani vardır.”
İlgili kısımda, o altı mani gayet muknî delillerle izah edilmiş durumda. İhtiyaç duyanların o bahsi dikkatli şekilde okumasında ve mütalâa etmesinde büyük fayda far.
* * *
Silik sözlerin, sahte akçelerin piyasayı istilâ ettiği bir zamanda yaşıyoruz.
Lâkayt duranların ve lâubali takılanların da her tarafta gedikler açmaya çalıştığı böylesine fırtınalı ve tehlikeli bir devirde, “içtihad” ruhsatıyla amel ederek şimdiki tâbirle “güncelleme” kapılarını açmak, fikrî ve mânevî buhrana dâvetiye çıkarmak anlamına gelir.
Bu durumda, kaotik gelişmelerin nasıl bir seyir takip edeceğini ve neticede ne tür bir kargaşanın meydan alacağını şimdiden kestirebilmek mümkün görünmüyor.
* * *
Sahi, çakmaların ve çıkmaların ortalıkta cirit attığı böylesi bir zamanda, orijinalite bozulduğunda, halâvet-i asliye dejenere olduğunda, bid’a rüzgârlarıyla ulvî hizmetler iğdiş edildiğinde, bunun vebâli kim veya kimlerin üzerinde olacak? Kim kaldırabilir bunca günâhı, vebâli? Dahası, vücuda gelecek bunca yıkım ve tahribat, yeniden nasıl ve ne kadarlık bir sürede tamir edilebilecek?
Evet, bütün bunları düşünmeden atılacak adımların riskli olacağı ve büyük zararlara sebebiyet vereceği kuvvetle muhtemeldir.
Adeta kumar oynarcasına, dinî-ulvî sahada “ahkâm” üzerinde bir takım reformlara girişmenin telâfisi pek zordur. Bir nevî “Prutluk-Protestanlık” mezhebini andıran bu tür girişimlere asla kapı açılmamalı ve meydan verilmemeli.
Orijinaliteye sâdık kalarak ve asıldan-özden tâviz vermeyerek, yani “rûh-u aslîyi incitmeden” medeniyet yolunda ilerlemek en doğru, en ideal bir yol, usûl, yöntem olsa gerektir.
***
GÜNÜN TARİHİ: 22 Mart 1963
Bayar’a tahliye ve tutuklama
Kayseri Hapishanesinde tutuklu bulunan eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, 22 Mart 1963’te şartlı tahliye edildi. Ancak, 28 Mart’ta yeniden tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Celal Bayar
Yassıada’daki yargılanmaların ardından (Eylül 1961) idama mahkûm edilen Celal Bayar, yaş haddinden (65’in üstünde olmasından) dolayı, cezası müebbet hapse çevrilerek Kayseri Hapishanesi’ne gönderildi.
İleri yaşından dolayı, bazı sağlık sorunları belirmeye başladı. 22 Mart 1963’te “altı aylığına” tahliye edildi. Ancak, onun siyasî muhtevalı bazı sözler sarf ettiği gerekçesiyle, 5-6 gün sonra tekrar tutuklandı.
1964 yılında sağlık problemleri tekrar nükseden Bayar, bir kez daha tahliye edildi. 1966’da ise, devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından affedilerek tam serbest bırakıldı.
***
@salihoglulatif:
Şimdilerde “güncelleme” adı altında dinî sahada yapılmaya çalışılan şey, bir nevî Prutluk-Protestanlık mânâsını da taşıyan “dinde reform” çaba ve arayışlarıdır. Pür dikkat gitmek lâzım.