"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kaypak diplomasi dönemi

M. Latif SALİHOĞLU
22 Haziran 2016, Çarşamba
GÜNÜN TARİHİ 22 Haziran 1941

Türkiye hükûmeti, Almanya'nın üstünlüğüyle devam etmekte olan II. Dünya Savaşında "tarafsız" kalacağını resmen ilân etti. 

(22 Haziran 1941)

Savaşın ilk yıllarında, hatta dördüncü yılına kadar da Avrupa’ya kafa tutan Almanya’nın mutlak üstünlüğü vardı.

Son dönemlerde Japonya’nın Alman tarafında, ABD’nin ise İngiltere safınya yer almasıyla birlikte, tarihin bu en kanlı savaşının da seyri değişmeye başladı.

Başlangıçta galip durumdaki Almanya ve İtalya ittifakı, ABD’nin savaşa fiilî müdahalesi neticesi yenildiler; yenilmekle de kalmadı, rejimleri yıkılıp gitti.

Bu arada, sömürgeci devletlerden İngiltere, Rusya, Fransa gibi Avrupa’nın en gözde orduları büyük darbe yediler, takattan düştüler; belleri kırılan bu ülkeler, yavaş yavaş eski sömürgelerini kaybetmeye başladılar.

Şeflik devrinin kaypak diplomasisi

Tek parti ve Şeflik döneminin Türkiye hükûmetleri, İkinci Dünya Harbinden önce, Avrupa’nın yükselen yıldızı “Faşizm”e yanaştılar. Hitler ve Mussolini ile yakın temaslar kurdular. Münasebetleri geliştirmeye çalıştılar.

Savaş başladıktan sonra, İnönü Türkiye’sinin hükümetleri gelgitler yaşadılar.

Almanya, Türkiye’nin destek vermesi karşılığında, eski Osmanlı topraklarının tümüyle Türkiye’ye iade edeceğini İnönü hükümetine bildirdi.

Buna rağmen, tek parti devrinin hükümeti, 22 Haziran 1941’de aldığı bir kararla, savaşta “tarafsız” kalacağını açıkladı.

Ne var ki, bu tarafsızlık tavrı, savaşın sonuna kadar devam edip gitmedi.

İngiltere Başbakanı Çörçil’in temasları ve Türkiye’nin başında bulunanların ters köşeye oynaması gibi bazı sebeplerle, dönemin hükümeti adım adım İngiltere’nin çizgisine doğru kaymaya başladı.

Nihayet, savaşın bitmesine yakın dönemde, yani 23 Şubat 1945’te, doğrudan İsmet Paşanın dayatması, dolaylı olarak Meclis kararıyla, "Türkiye'nin İngiltere ve müttefiklerinin yanında, Almanya ve Japonya'nın karşısında olmak üzere" savaşa iştirak ettiğini dünyaya duyurdu.

Türkiye, resmî olarak ve kâğıt üzerinde savaşa katıldı; ancak, fiilen katılmadı. Çünkü, Türkiye’nin beklediği savaş ve mühimmat daha gelmeden, II. Dünya Savaşı sona ermiş oldu. 

Kader noktasından bakınca...

1939’da başlayan savaşın ilk yıllarında, karşısındaki 8-10 ülkenin tamamına galebe çalan Almanya, eğer Türkiye gibi stratejik yönü ağır basan bir devleti yanına alabilseydi, kuvvetle muhtemeldir ki, hem kendisi galip gelecek, hem de Türkiye Birinci Dünya Savaşında kaybettiği topraklarının büyük bir kısmını geri alabilecekti.

Ne var ki, kader-i İlâhinin fetvâsı, hükmü, hikmeti başkaydı.

Kader, Birinci Harpte mağlûbiyetimize fetvâ verdiği gibi, bu İkinci Harpte de, bizi vaktiyle mağlûp eden kuvvetlerin yanında yer almaya sevk etti.

Bu halin, şüphesiz  bir mânevî sebebi ve hikmetli bir sırrı vardı. Bu hikmetli sırların izâhını, Bediüzzaman Hazretleri bir mektubunda aşağıdaki şekilde ifade ediyor:

"Yirmi sene evvel (1920'de) tabedilen Sünûhat Risâlesinde, hakikatli bir rüyâda, âlem–i İslâmın mukadderatını meşveret eden ruhanî bir meclis tarafından bu asrın hesabına Eski Said’den sordukları suâle karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik (1940'lı yıllar) tezahür etmiştir.

"O zaman (1920), o manevî meclis demiş ki: 'Bu Alman mağlûbiyetiyle neticelenen bu (Birinci) harpte Osmanlı Devletinin mağlûbiyetinin hikmeti nedir?'

"Cevaben, Eski Said demiş ki: "Eğer galip olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı fedâ edecektik. Nasıl ki yedi sene sonra (1918+7=1925) edildi. Ve medeniyet nâmıyla âlem-i İslâm, hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki-i mübarekeye, Anadolu’da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnâyet-i İlâhiyeyle onların muhafazası için, kader mağlûbiyetimize fetvâ verdi.'

"Aynen bu cevaptan yirmi sene sonra, yine gecede, 'Bîtaraf kalıp, giden mülkünü geri almakla beraber, Mısır ve Hind’i de kurtararak, bizimle ittihada getirmek, siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken, şüpheli, dağdağalı, faydasız bir düşmana (İngiliz) taraftarlık göstermekle muzaaf bir sûrette ve zararlı bir yolu tercih etmek, (İsmet gibi) böyle zeki, belki dâhi insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti nedir?" diye suâl benden oldu.

"Gelen cevap, mânevî cânipten geldi. Bana denildi ki: 'Sen, yirmi sene evvel mânevî suâle verdiğin cevap, senin bu suâline de aynı cevaptır. Yani, eğer galip tarafı iltizam edilseydi (Almanya tarafında yer alınsaydı), yine mimsiz medeniyet nâmına galibâne mümanaat görmeyecek bir tarzda, bu rejimi âlem–i İslâma, mevki–i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti. Üç yüz elli milyon İslâmın selâmeti için, bu zahir yanlışı görmediler, kör gibi hareket ettiler."

(Kastamonu Lâhikası, s. 19)

...........................................

NOT: 1942 yılı sonlarında "Ve'l-Asr" Sûresinin asrımıza bakan yönünü tefsir eden Üstad Bediüazzaman, âyetten, Türkiye'nin savaşa fiilen iştirak etmeyeceği ve Anadolu'nun da devam etmekte olan bu deşhetli harp belâsından mahfuz kalacağı yönünde kudsî bir mâna istihraç ediyor. (Bkz: Kastamonu Lâhikası, "Karadağ'ın bir meyvesi" başlıklı mektup.)

II. Dünya Savaşından önce Hitler ve Mussolini’ye büyük yakınlık gösteren Şeflik (tek parti) devrinin yönetimi, daha sonraları tam tersi bir tutum izlemeye koyuldular.

Okunma Sayısı: 2580
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı