Gerilim ve kutuplaşma siyasetinden beslenen cereyanlar var.
Sen ne dersen de, ne yaparsan yap, o yine bildiğini okumaya ve ortamı gerdikçe germeye devam edecek.
Çünkü, bu onun hem esin, hem besin kaynağıdır. Bunu yapmadan-etmeden duramaz.
Ayrıştırma ve kutuplaşma siyasetinden en iyi derecede beslenen ve bu metodu alabildiğine katılaştırarak kullanan partilerin başında, hiç şüphesiz AKP ve partisinden daha güçlü konumdaki Erdoğan geliyor.
Bu iddia, altı boş ve kuru bir iddiadan ibaret değil. Özellikle, 2008’lerde başlayan Ergenekon, Balyoz operasyonlarından itibaren, o ilk başlardaki dil-üslûp değişti, edâ değişti, tavır değişti, muvazene değişti...
Artık, varsa-yoksa gerilim, kutuplaşma, ayrıştırma, ötekileştirme, vesaire...
Öyle ki, kendisi bir konuda taraf değiştirse ve tersine dönse bile, üslûp ve ifade şekli yine değişmiyor, hatta gerilim dozu daha da artarak devam ediyor. Üstelik, herkesin kendisiyle birlikte aynı dönüşleri yapmasını istiyor. Direnenler, anında ötekileştiriliyor. Bu noktada sıralanacak çok sayıda örnek var.
* * *
Kutuplaştırıcı siyaset istiyordu ki, muhalif partiler Afrin Operasyonuna karşı gelsin. Böylelikle, eline vurucu bir koz geçsin. Tâ ki, insanlarımızın kanı ve canı üzerinden rahat rahat oy devşirsin.
İtici ve ötekileştirici siyaset ister ki, muhalefet partileri şimdi de Kandil Operasyonu’na karşı gelsin. İster ki, aralarında ateşli polemik olsun ve bol bol ağız dalaşı yaşansın. Tâ ki, seçmen kitlesine dönüp şu popülist siyaseti gerine gerine yapsın: Ey vatandaş! Görüyorsun değil mi? Biz kalkıp teröristlere karşı sınır ötesi operasyonlar yapıyoruz; ama, bunlar çıkıp rahatsız oluyor. Niye? Demek ki, bunlar beraber çalışıyor. Demek ki, terör örgütlerinden talimat alıyorlar.
Evet, hiç şüphe yok ki, mâlûm marazlı gerilim siyaseti, iktidar ve muhalefetin teröre karşı ve sınır ötesi operasyonlar konusunda ayrışmasını ister, farklı söz ve davranışlarda bulunmasını ister. Ama, ona bu fırsatı asla vermemeli ve hevesini kursağına hapsetmenin bir yolunu bulmalı.
GÜNÜN TARİHİ: 13 Haziran 1987
Cemil Meriç
Cumhuriyet Türkiye’sinin işleyen beyni, duyarlı vicdanı ve cesur yüreği Cemil Meriç, 13 Haziran 1987’de İstanbul’da vefât etti.
1916 yılı Hatay Reyhanlı doğumlu olan Cemil Meriç, bir cihette okuya okuya gözlerini kaybetmiş şahsiyetli bir fikir adamıdır.
Vefatından birkaç sene evvel, önce beyin kanaması, ardından kısmî felç geçirdi. Bu sebeple, uzun müddet yatalak halde kaldı. Ancak, yine de zihnî melekesini kaybetmedi.
Hayatının son yıllarında tanıma şansını yakaladığı Bediüzzaman Said Nursî ve eserleri olan Nur Risâleleri ile ilgili olarak, yazılı/sözlü çok tesirli ve sitayişkâr beyanlarda bulunan Meriç, Üstad Bediüzzaman'ın "celâdet" noktasında emsâlsiz bir kahraman olduğuna ve bu çağda İslâm tefekkürünü temsil makamında bulunduğuna hep inandığını söylerdi.
İşte, bu konularla ilgili Cemil Meriç'le yapılan bir mülâkattan kısacık bir suâl ve cevap.
Suâl: "Vak'a-yı Hayriye'den (1839 Tanzimat'tan) beri bizde İslâm tefekkürünün büyük isimleri çıkmamıştır" diyorsunuz?
Cevap: Çıkmamıştır. Said Nursî var. Hürmete lâyık başka adam tanımıyorum. 'Müslüman mütefekkir' deyince, celâdetiyle, cihâdetiyle onu tanıdım, başka tanımadım. (1981 Suffe Yıllığı)
***
@salihoglulatif:
Cemil Meriç: Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim. Kitap benim has bahçemdi. Hayat yolculuğumun sınır taşları kitaplardı.