"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Suriye iç meselemiz” demiştik

M. Latif SALİHOĞLU
09 Ekim 2014, Perşembe
Suriye sınırımızın her iki yakasında yaşanan dayanılmaz sıkıntılar, bugün hemen herkesin mâlûmu haline geldi.
Bundan iki buçuk sene kadar evvel bu konuya değinmiş ve 13.04.2012 tarihli yazımızda muhtemel gelişmelere dikkat çekmiştik. İşte “‘İç mesele’de ‘sınır ihlâli’ olur mu?” başlıklı o yazının geniş bir özeti.
* * *
Türkiye'nin Suriye politikası, ne yazık ki çelişkiler, tereddütler, tutarsızlıklar yumağını andırıyor. Medyaya yansıyan yorum ve değerlendirmeler, iki ana eksene bölünmüş, dolayısıyla zihinler çatallaşmış durumda.
Bunlardan biri "Müdahale için şartlar olgunlaştı. Türk ordusu Suriye'ye girmeli, saldırıları durdurmalı, yönetimi değiştirmeli, sükûneti sağlayıp geri dönmeli" diyor.
Diğer taraf ise, "Sınırımıza kadar gelip dayanan Suriye'deki kanlı gelişmeler, Türkiye'yi tuzağa düşürme oyunudur. Ustaca plânlanmış provokasyon halkalarıdır. Çok dikkatli davranılmalı. Şiddet yoluna, yani askerî müdahale cihetine gitmekten şiddetle kaçınılmalı" diye, itidal yüklü ikazlarda bulunuyor.
Hakikaten zor, hem de çok zor bir ikilemle karşı karşıyayız.
Zira, en geniş cepheli en yakın komşumuzda öyle bir yangın hali var ki, buna ne seyirci kalabiliyorsunuz, ne de rahat bir müdahalede bulunabiliyorsunuz. Allah, onların ve bizlerin yardımcısı olsun.
* * *
Türkiye'de yaşanan zihnî kargaşanın öncelikli sebeplerinden biri, şüphesiz ki kapalı devre yürütülen ve çelişkilerden bir türlü kurtulamayan hükûmet politikalarıdır. İşte onlarcasından sadece bir misâl:
Başbakan Erdoğan, geçen Ağustos ayında Şam'a giden Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Esad'la yapmış olduğu görüşmenin hemen öncesinde, "Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir" diyerek, kendince bazı gerekçeleri sıraladı... Kendince diyoruz, zira o gerekçelerden hiçbirinin uluslar arası platformlarda hukukî dayanağı bulunmuyor.
Sahi, birileri çıkıp da şunları sorsa ne cevap vereceğiz: "BM üyesi bağımsız bir ülke olan Suriye, nasıl oluyor da sizin iç meseleniz oluyor? Irak da komşunuzdu, ama orası için böyle bir iddiada bulunamadınız? Siz şimdi ne yapmak istiyorsunuz?"
Aciptir, gariptir; bir ülke lideri çıkıp da bu tarz soruları sorma cihetine gitmedi. Ekseriyetle sessiz kalmayı tercih ettiler. Tıpkı, 1990'da Kuveyt'e girmeye niyetlenen Saddam'ın efelenmelerine ilk başlarda sessiz kalmayı tercih ettikleri gibi.
Peki, ya sonrası? Saddam'ı Kuveyt tuzağına düşürüp kademeli şekilde ülkesini işgal etmediler mi?
* * *
Geçtiğimiz günlerde, sürpriz bir gelişme daha yaşandı. Suriye tarafından Kilis'teki mülteci kampına uzun menzilli silâhlarla ateş açıldı; haliyle ölen ve yaralananlar oldu.
Başbakan Erdoğan, bu kez ziyarette bulunduğu Çin'den şu açıklamayı yaptı: "Yapılan şey, açık bir sınır ihlâlidir. Buna karşı biz de uluslar arası hukukun bize verdiği yetkiye dayanarak gerekeni yapmak durumundayız."
İşte, zihinler tam da bu noktada çatallaşıp kafa karışıyor: Neden "Suriye bizim bir iç meselemiz" derken "uluslar arası hukuk" hiç hatırlanmıyor da, "sınır ihlâli" yahut "tâciz ateşi" vuku bulduğunda bu kural derakap hatırlanmış oluyor?
Ortada açık ve zâhir bir çelişki var.
Çünkü, muhal-farz olarak "Suriye bizim bir iç meselemiz" ise eğer, oradan Türkiye tarafına sirayet eden mermiler için "sınır ihlâli" hükmü verilemez.
"İç mesele"de, her zaman için tâciz, tahrik, hatta tahrip ateşi olabilir. Şayet, Kilis'teki kampa yönelik saldırılar bir "sınır ihlâli" ise, o takdirde "Suriye bizim bir iç meselemiz" olmaz, olamaz.
* * *
...Unutulmasın ki, komşu ve kardeş ülke Suriye ile kapışma cihetine gitmenin hiçbir faydası yok. Bize de, onlara da büyük zarar olur... Yine unutulmasın ki, dün Irak'ta ve bugün Suriye'de sahnelenmeye çalışılan senaryonun çok daha dehşetlisi, yarın Türkiye'ye yönelik olarak sahneye konulmaya çalışılacak.
Evet, dün Irak'taki, bugün Suriye'deki "rejim muhalifleri"ni silâhlandırıp çatışmaya sevk eden ecnebi cereyanlar, yarın da Türkiye'deki rejim muhaliflerini aynı şiddet yöntemiyle kullanma yoluna gidecekler.
Belki de, nihaî hedef budur. Tâ ki, bölgede İsrail'e kafa tutabilecek meydanda hiçbir güç kalmasın...
Bu meyanda, son sekiz yüz senedir bölgede yaşanan  (Cengiz–Hülâgû fitnesi dahil) gelişmeleri de nazar–ı itibara alarak diyebiliriz ki, Ortadoğu coğrafyasında son yıllarda yapılan operasyonların nihaî hedefi Türkiye'dir. Etrafı kuşatılmaya çalışılan Türkiye, önce yalnızlığa, ardından güçsüzlüğe mahkûm edilmek isteniyor. Tâ ki, bölgenin tamamına hükmetmek daha kolay bir hale gelsin...
Asıl gaye, hesap bu; ancak, şüphesiz Allah'ın da bir hesabı var.
* * *
Şöyle, ya da böyle, öncelikle Türkiye içine düş(ürül)müş olduğu çelişkiler yumağından bir an evvel kurtulmalı ve Suriye'deki gelişmeler hakkında çok daha dikkatli, itidalli ve ihtiyatlı bir diplomasi yöntemiyle hareket etmeye çalışmalı. Aksi takdirde, zaten ömrünü tamamlamış olan dikta rejimlerinin tasfiye işlemi, hem bize, hem onlara çok pahalıya mal olabilir.
En canlı örnek Suriye dahil olmak üzere, Mısır, Libya ve sair İslâm ülkelerinde başgösteren "diktadan demokrasiye geçiş" ameliyesi, her ülkenin kendi iç imkânlarıyla ve öz dinamikleriyle tahakkuk etmeli.
Dış müdahale ise, "hasis menfaat"li olduğundan, bir ülkeyi hiçbir şekilde huzura, sükûna kavuşturmaz.
Kaldı ki, son bir–iki asırdır gerek Türkiye'de ve gerekse diğer İslâm ülkelerinde yaşanmış olan ve büyük bir kısmı halen devam eden totaliter/diktacı rejimlerin hemen tamamı, yine dış cereyanların (ecnebilerin" eseridir.
İşte, o Frengî menşe'li kirli eller, bir ülkenin iç işlerine bulaştı mı, bir daha çıkmak bilmiyor, mütemadiyen karıştırmaya devam ediyor.
Bu kronik belâdan kurtulmak için, Üstad Bediüzzaman'ın şu halis reçetesine müracaat ile müraat etmek icap ediyor: "Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz–fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil. Zaten o mütemerrid ecnebîlerdir ki, münafıkları ehl–i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler. ...Harp belâsı ise, hizmet–i Kur’âniyemize mühim bir zarardır."
(Bkz: 16.ı Lem'a, Meraklı Suâllere Cevap)

@salihoglulatif’ten
Gayr-ı fıtrî, gayr-ı nizamî ve gayr-ı samimî şekilde yürütülen “Çözüm Süreci”, maalesef hiç hesapta görünmeyen IŞİD terörüne ve Kobanî Kantonuna  çarpıp tökezledi.
Okunma Sayısı: 2431
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı