Mevlânâ Hazretleri der ki; “Dibi yosun tutan denizlerle ilgilenme, sen dağları seyret. Yenik düşüyorsan özlemlerine, aldırma. Kalbindeki o ıssız bucaksız sevgiyi hisset, Sabret.”
Sabret ki; her şey hissettiğin kadar derin ve sonsuz olsun.
Sabret ki; her şey gönlünce olsun.
Bir günebakan bile bizim hayatımıza bir başlangıç yapmamızı sağlayabilir, gel ibret al...
Bir kucak açar ki güneşe doğru, hasret çekercesine.
Sırtını dayamıştır arkadaşlarına, açmıştır yapraklarını tebessüm eder.
Bir tarlada milyon tane güne bakan hayal edin benim gibi.
Otobüs yolculuklarında en zevk aldığım şeydir onlara bakmak.
Gördüm mü günebakan, bakmaya doyamam. Adını duymamış olanlara ikinci adını vereyim: Hani bizim ayçiçeklerimiz yok mu, zevkle çıtlattığımız, işte onun adıdır günebakan… Hemen hayal edin haydi siz de.
Sabahın seherinde bükük boynunu yavaş yavaş kaldırır ve tebessüm eder.
Rabbine dönmek gibi gelir bana.
Altın rengi yapraklarıyla elini açmış, Rabbine boyun eğen milyon tane kul gibi gelir bana.
Hey insanoğlu, soruyorum sen kimlere tebessüm eder kimleri mutlu edersin?
Nerde kiminle vaktini tüketirsin?
Zaman denen bu sel, sür’atle akarken, hangi yöne doğru dönersin acaba?
Bir tarafta seni bekleyen güneş, diğer tarafta kuytu bir karanlık.
Güneşe versen yüzünü aydınlanır, karanlığa versen yüzünü karartır.
Her şey senin elinde...
Bu emanet verilen beden hani senindi sözde?
Bu gözler, bu yüz benim diyordun, işte bir güneşi gördüler yanıp gittiler.
Oysa alıştırsaydın vaktinde yüzünü güneşe, yanmazdın böyle.
Tıpkı güneşe ilk kez çıkan bir bebek gibisin, önce kısar bebek gözlerini, huysuzlanır, sıkılır, ama tekrarlarsan aynı vakitlerde bu işi.
Artık zevk alır, atar sevinç çığlıklarını.
İşte insanoğlu sende ibret al bu günebakandan, bak verdi yüzünü güneşe. Çıktı meyveleri.
Sana da çekirdeklerini çıtlatmak kaldı.
Haydi sen de yüzünü ver güneşe, güneş seni bekliyor...