Yaratılış ağacının semeresi ve meyvesi insandır. Bilinen bir husustur ki, meyve; cüz ve parçaların en mükemmeli ve kökten en uzağı olduğu için, bütün ecza, üstün vasıflarını içine alır.
Aynı şekilde, âlemin yaratılışının gayesi hükmünde olan çekirdeği yine insandır. Sonra o şecere ve o ağacın meyvesi olan insandan bir tanesini şecere-i İslâmiyete çekirdek ittihaz edinmiştir. Demek o çekirdek, İslâm âleminin hem esası, hem güneşidir.
Fakat, o çekirdeğin çekirdeği kalptir. Allah’ın güzel isimlerinin bütün nur ve ışıklarına ihtiyaçları vardır. Dünyayı dolduracak kadar o kalbin hem emelleri, hem de düşmanları vardır. Kalp, ancak asıl koruyucu olan Allah ile itminan edebilir. Ancak O’nunla tam bir gönül rahatlığı duyabilir.
Yine, o kalbin öyle bir kabiliyeti vardır ki, bütün âlemi temsil eder. Ve Allah’tan başka bir şeyi kabul etmiyor. Ebedî, sermedî olandan başka, bir şeye razı olmuyor.
İnsanın çekirdeği olan kalp, ubudiyet ve ihlâs ve İslâmiyetle sulanmakla, imanla intibaha gelir. Eğer o kalp çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek olarak kalır.
Ve keza / yine, o habbe-i kalp için pek çok hizmetçi vardır ki, hizmetçiler kalbin hayatıyla hayat bulup inbisat eder. Hatta kalbin hizmetçilerinden bulunan hayal; hapiste ve zindanda kayıtlı olan sahibini bütün dünyada gezdirir, ferahlandırır.
Bundan dolayı, cisminin küçüklüğüne bakıp da, günahlarını küçük zannetme.