"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Her yerde Osmanlı’nın izi var

Mustafa Sait ÖNAL
27 Nisan 2017, Perşembe
Bosna’da nereyi gezseniz, Osmanlı’nın bir izi var. Adeta kendinizi Türkiye’de hissediyorsunuz. Köyler, köprüler, tekkeler, camiler, yollar, yiyip içtikleriniz adeta bir Anadolu şehrinin sıcaklığını veriyor size. Savaş sırasında Sırplar, Hırvatlar bu izleri silmeye çalışmış, ama başaramamış.

Sabah 10 sularında araba kiralamak için şehir merkezine gittik. Günlüğü 40 KM’den iki günlük kiraladığımız arabayla Karadağ’ın Kotor şehrine gidip dönmeyi planlıyoruz. Bu sırada yolda; Roman Köprüsü, Konjic Şehri, Mostar, Blagay tekkesi, Poçitel Köyü, Kraviçe Şelâlesi ve Stolac’a uğrayacağız. Karadağ’a, Klobuk Güney sınır kapısından girip, çıkışta da Hırvatistan’a en yakın kapıdan geçeceğiz.

Saraybosna’dan çıkarken depomuzu tamamen dolduruyoruz. 98 oktan benzinin litresi 2 KM. 40 litre bizi Kotor’a götürüp geri getirecek. Saraybosna’dan çıkarken muhteşem yeşil ormanlarının içinden akan nehrin üzerinde 16. yüzyıldan kalma Roman Köprüsü’nü görüyoruz. Bir süre ilerledikten sonra küçük bir şehir olan Konjic’e giriyoruz. Bosna’da bir çok yerde tarihî taş köprülerden var. Konjic’te de bunlardan birine rastlıyoruz.

Çoğunlukla çiseleyen yağmur eşliğinde, bazen de sağanak yağışta vadi boyunca nehrin kenarındaki dar yollardan ilerliyoruz. Bazen tünellere girip bazen köprülerden geçiyoruz. Vadinin kenarındaki dik yamaçlar da yol boyunca bizimle geliyor. 

Bazen girdiğimiz tünellerde dikkatimizi çekiyor: Kayalık içinden sadece delme yoluyla yol açılmış. İç taraf betonla desteklenmemiş Allah’a emanet geçiyoruz tünellerden.

MOSTAR KÖPRÜSÜ BÜYÜLÜYOR

Eski şehir Mostar’a vardığımızda sağanak bir yağmur başlıyor. Bazı yollarda restorasyon olduğunu görüyoruz, sanırım yazın gelecek turistler için hızla çalışıyorlar. Tarihî köprüye yaklaşırken, şehrin tarihî yapısı kendisini gittikçe daha fazla hissettiriyor. Öyleki, tek veya iki katlı alçak taş evleri, yerlere gelişi güzel döşenmiş taşların üstünden geçiyoruz. Yağmurun etkisiyle artan kontrastla birlikte Mostar, henüz daha eski köprüyü görmeden bizi büyülüyor.

Bir kaç butik dükkânı daha geçtikten sonra birden dükkânlar son buluyor. Aradaki boşluktan 24 metre yüksekliğindeki, nehrin iki kenarındaki tepeyi birbirine bağlayan tarihî köprüyü görüyoruz. 

Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayrettin’in yaptığı köprünün, Hırvat tankları tarafından 1993’te acımasızca yerle bir edildiğini duyup, yıkılış anını izlemiştik. Mostar Köprüsü’nün tarihî güzelliğini gördükten sonra, kıymetli bir esere nasıl bir düşmanlık yapılabileceğini hayretler içerisinde düşündük.

Sonradan öğrendiğimize göre Bosna’da hoşgörü ve kültürel çeşitliliğin sembolü olan köprü, şehrin Müslüman ve Hırvat kesimini birbirine bağlıyormuş. Hâlâ da bir kesimde Müslümanlar, bir kesimde Hırvatlar yaşıyor. Savaş sırasında şehirden ayrılan Sırplar ise bir daha geri dönmemiş.

Köprü savaştan sonra TİKA, UNESCO ve Dünya Bankası’nın desteği ile inşa edilmeye başlanmış.

KAYAYA YAPILAN TEKKE

Mostar’dan ayrılıp 20 dk yol gittikten sonra Blagay Tekkesi’ne varıyoruz. Alperenler Tekkesi ve Sarı Saltuk Hazretleri’nin türbesi. Buno Nehri’nin hemen yanıbaşındaki tekke, kayaların üstüne doğru eğimli olduğu bir uçurumun hemen kenarında. Tekkeye yaklaşırken kendimi, kayaların bağlandığı yerden kopmasıyla tekkenin yerle bir olacağını düşünmekten alıkoyamıyorum. Oysaki tekke 550 yıldır orada sapasağlam duruyormuş.

Bir kaç odası var. İki katlı bir tekke. İçinde bir hamamı var. Duvarları beyaz sıvayla kapatılmış taş yapının. Üst katındaki salonu Osmanlı tarzı hasır kanepelerle çevrilmiş. Hemen yanıbaşımızdaki pencereden manzaraya dalıyoruz: İlerde büyüyecek nehrin başı, yemyeşil ağaçlar, tekkenin dayandığı dik ve yüksek uçurum...

Etrafa bakınırken birden derviş görünümlü, beyaz cüppeli ve kahverengi fesli bir adam tekkenin ikinci kattaki balkonundan ezan okumaya başlıyor çıplak sesiyle. Nehrin doğduğu yerden biraz ilerde, suyun kayalardan aşağı çarpmasıyla oluşan gürültü ve etraftaki ağaçların ev sahipliği yaptığı kuşların sesiyle birlikte ezanı dinliyoruz. Nihayet hemen ezanın ardından, beyaz cüppeli imam ile birlikte namazımızı kılıyoruz.

Nehir kenarında alabalık satan balıkçı dükkânları çokça tavsiye edilmişti daha öncesinde. Bir dükkânı gözümüze kestiriyoruz ve içeri giriyoruz Alabalık yemek için. Önce fiyatı soruyoruz. 15 KM. Fiyatını öğrendikten sonra Mücahit Abi pazarlığa başlıyor. “İstanbul’dan geliyoruz. Öğrenciyiz.” Adam daha tereddüt etmeden hızlıca 10 KM’e indiriyor alabalığın fiyatını. Bu kadar hızlı fiyat indirmesiyle, tabağımıza bir istavrit kondurmasından korkarak bekliyoruz. Nihayet, eksiksiz ve lezzetli gözüken bir tabakla balığımızı servis ediyorlar. Kuruntularımızın haksız olduğunu anlıyoruz. 

FAZLA MERAK İYİ DEĞİLMİŞ

Poçitel Köyü’ne varıp varmadığımızı daha öncesinde telefonumuza indirdiğimiz haritalara bakarak anlamaya çalışırken taş bir köyün yanından geçiyoruz. Haritaya göre de köyü an itibarıyla geçmiş bulunuyoruz. Osmanlı’nın, sınır karakolu olarak kullandığı Poçitel’e hemen geri dönüyoruz. Savaş sırasında Osmanlı’nın izlerini silmek için köyü yoğun bombardıman altında tutmuş Hırvatlar. Buna karşılık Türkiye’nin de desteği ile savaş sonrasında köy tekrar eski görkemine kavuşturulmuş.

Köyün merkezine giden taş basamaklardan çıkarken, köyün tarihin bir parçası olarak kaldığını görüyoruz. Issız, bizimle birlikte bir kaç turist daha... Bir kaç kubbeli hamam, merkezinde bir cami etrafında 150 kadar haneyle birlikte en tepesinde bir kale görüyoruz, Venediklere karşı inşa edilen karakol şehirde.

Sonradan yapılan saat kulesini görüyoruz kapısı açık. Kapısının açık olduğunu görünce cesaretle içeri giriyoruz yukarı çıkmak niyetiyle. Ancak içerideki ölü güvercinleri gördükten sonra fikrimiz hemen değişiyor ve vakit kaybetmeden dışarı koşturuyoruz. Ne kadar çıkmak istesek de tepeye, kuleye bakınmakla yetiniyoruz öyle.

***

Akşam vakti yaklaşıyor. Hava kararmadan önce Kraviçe Şelâlesini de görmek istiyoruz. Poçitel’e yakın, ancak biraz da mesafe var. Yolun devamında ilerledikten sonra Millî Park benzeri bir alana giriyoruz. Aşağı, şelâleye doğru inerken, yan yana düşen sıralı suların gürültüsünü gittikçe daha kuvvetli işitmeye başlıyoruz. 

Yüksekten dökülen sular sertçe oldukça geniş bir alana yayılmış aşağıdaki göle çarpıyor. Gördüğümüz kadarıyla yazın sıcaklarında serinlemek için güzel bir su. Ancak hava henüz soğuk ve gezimizin devamına doğru, gittikçe de soğuyor. Güneşi artık daha az görüyoruz. Yağmur ile daha sık karşılaşıyoruz.

Artık hava karardı. Karadağ’a doğru Stolac şehrinin üzerinden geçeceğiz, ancak karanlıktan etrafımızı göremeyeceğiz. Bir çay içmek tavsiye edilmişti nehir boyunca Stolac’ta. Ancak biz sadece taş bir köprünün üstünden geçip nehir boyu Karadağ’a doğru ilerliyoruz. Zira hava karardı, etrafta da insan yok.

Devam edecek...

Gezi: Mustafa Sait Önal

Email: [email protected] / Instagram: @mustafasaitonal

 

Gezi yazısının diğer parçaları:

“Üzgünüm, burada anlatabileceğim güzel bir şey yok” (1)

Her yerde Osmanlı’nın izi var (2)

Ziyaret bitti, artık vatana geri dönmek vakti (3)

Etiketler: mustafa sait önal
Okunma Sayısı: 3009
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Mustafa Sait Önal

    27.4.2017 10:37:38

    Ben teşekkür ediyorum iyi okumalar...

  • 672 KHKlı

    27.4.2017 07:31:31

    Mustafa Bey beni tekrar o mazlum yerlere goturdunuz. Zevkle okuyorum. Teşekkürler.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı