Molla Hamit Ağabeyden son iki hatıra ise şöyledir: “Erek Dağı’nda kaldığımız günlerde kendisine nazar hakkında bir soru sormak istemiştim.
Ben daha konuyu açmadan elini hiddetle dizine vurdu. ‘Ben eski Said’den memnun değilim, yalnız üç halinden razıyım. İstanbul’da şaşaalı zamanda haftada bir elbise değiştirirdim, pırlanta gibi elbise. İstanbul’un en şaşaalı yerlerine giderdim.’ Benim hoca arkadaşlarım, içlerinden birini gözcü seçip beni takip ettirmişler. Bunun peşinden git, bakalım nerelere gidiyor, ne yapıyor?
Üç gün sonra arkadaşlarla sohbet esnasında bana şöyle dediler: ‘Said sen ne yapsan haktır. Hakk’a gidiyorsun bunda da muvaffak.’ Sonra Seyda bize şöyle bir ders verdi: ‘Nasıl küçük bir ateş ormana atıldığında yavaş yavaş o ormanı yakar mahveder, bitirir. Nazara tenezzül edip harama bakan bir mü’min amelini günbegün yer, mahveder. Sonra korkarım ki o adamın akibeti elim ola.’ Eski on sene İstanbul’da kaldı bir defa bir kadına bakmadı. Korkmayınız!.. DERS VERDİĞİM İMANÎ VE KUR’ÂNÎ YOLDA ARKAMDAN GELİNİZ!.. Ebedî saadet ve selâmete erişeceğinizi TEKEFFÜL edebilirim… Yalnız AHDE VEFA GEREK!.. Bu yakini kanaatim, hususî bir İNAYET-İ RABBANİYE’YE BİNAENDİR.”
Hasan Ekinci Ağabey, babası Molla Hamid Ağabeyden; bizlere son olarak şu hatırayı da aktardı: “Gerek Erek Dağı’nda, gerekse Nurşin Camii’nde iki senemiz bu şekilde lâtif hatıralarla geçti. Üstad daima ibadet ve münacaatla meşgul olurken, saatlerce dizleri üstünde otururdu… Böyle oturmaktan ayağının parmağı yara olmuştu. Molla Resul’e parmağını göstererek bir merhem sürmek istediğini söyledi. Bu esnada Molla Resul ateş yakmakla meşguldü. Üstada cevaben: ‘Biz de Allah’tan korkuyoruz, ama senin ödün patlıyor. Bizim gibi rahat otursan ayağın yara olmayacaktı!..’ Üstad Hazretleri ise ona hitaben: ‘Molla Resul!.. Kısa ömürde, kısa dünyada, ebedî hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat oturayım, hem Cennet dâvâ edeyim, olmaz böyle şey!.. Onun için rahat oturmaya cesaret edemiyorum…’ dedi. Molla Resul ise: ‘Merhem sürelim, belki iyi olur…’ dedi.”
Bir gün Erek Dağı’nda Zernebat Suyu yanında beni çağırdı ve bana dedi: ”Ben bir zaman Ayasofya’da vaaz veriyordum. Cami tıklım tıklım doluyordu. Kapıdan içeri girmek mümkün değildi. İşte o cemaate verdiğim kıymeti aynen size de veriyorum. Bize niçin bu kadar ehemmiyet veriyor? Niçin nefes tüketiyor? Biz kimiz ki? diyerek kendinizi KÜÇÜK görmeyin. Ben size o cemaat kadar ehemmiyet veriyorum. Nazarımda birsiniz…”
Sonra Akdamar Adasını (Van Gölü’nde bir ada) kastederek: “Bu ada da on sene kalır elli tane talebe yetiştirirsem, o talebelerle İslâmı bütün dünyaya yayıp (iman ve tebliğ noktasından) dünyayı fethedebilirim.