Dostlar alış verişte görsün diye bir güzel tesbit tabiri vardır, halkımızın dilinde, lisanında, konuşmalarında…
Her ne iş olursa olsun; dünyalık, ahiretlik fark etmiyor. Samimî olarak, ihlâs ile yapılan işler var. Gayr-i samimî, ihlâssız olarak yapılan işler var… Ya dünyalık, ya ahiretlik bir küçük menfaat ve faide maksadı takılmışsa bir işe neticesi muhakkak neticesiz oluyor.
Dostuna düşmanına göre ayarlanmış, hakikat-i halde olmayan hallerle göstermelik, riya dolu yapılan işler var. Nereye kadar? İşin hakikikatı ve yapanın hakikî hüviyet-i ahvali ortaya çıkana kadar!.. Değer mi? Hem dünyasını, hem ahiretini yakıyor. Elbette ki yanında kendi tuzağına düşen kendini bilmezleri de...
Şu kısa, fani, geçici, bîkarar, devamlı değişen dünyada insanların birbirine gösterdiği sadâkatin, doğruluğun ölçüsü Hâlık’a lâyık ve gösterilmesi gereken gerçek sadâkatin, doğruluğun ve bağlılığın âdeta belirleyicisi ve tesbit edicisidir. Rabbimize gösterdiğimiz sadâkatin, doğruluğun ve teslimiyetin eserleri, tesirleri ve neticelerini, tezahürlerini sâdık kulları üzerinde de görebilmeliyiz. Hâlık’a başka, halka başka olan sadâkat ancak kişilerin kandırmaca halkalarından başka bir şey değildir. Emredildiğin gibi dosdoğru ola ulaşmak gayemiz olmalıdır.
Ümidsiz adamın, yeis içindeki kulun hali ancak kendisine zarar vermektir. En küçük ve en büyükten, en zayıftan ve en kuvvetliye kadar her işimiz Rabbimizden beklenti ile olabilmelidir. Bu beklenti ise ancak O’nun takdirine, kuvvet ve kudretine vaad ve ihsanına emanet edilmelidir. Yoksa O’nu tecrübe vaziyetinde değil… O’na yalvarıp kapıyı çalalım. Yeis, ümitsizlik yok!..