"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Tolstoy’un hayata dair düşündürdükleri...

Tuğba AKTAŞ
06 Şubat 2013, Çarşamba
Varlıklı bir adamdı. Ve bir ailesi vardı. Çok sevdiği sevecen bir hayat arkadaşı ve çocukları... Mutlu mesud bir aile tablosu yani. Geniş bir muhite sahipti ve dostları tarafından sevilen, sayılan bir insandı. Üstelik ünlü bir yazardı. Yazılarıyla Shakespeare veya Moliere kadar ünlü olmasa da, eserleriyle yankı yapmış, edebiyat ve dünya tarihinde yerini almış bir isimdi: Leo Nikolayeviç Tolstoy.
Otuz-kırk yıl boyunca mutlu mesud bir hayat yaşamıştı Tolstoy. Mutlu bir aile hayatına sahip, nice başarılara imza atmış, neşterini ustaca kullanmış bir fikir adamıydı. Üretken ve kıvrak zekâsının yanında, çok ileri yaşlarda bile, son derece sıhhatli ve sağlıklı bir bedenede sahipti. Kendi ifadesiyle, “bir köylüyle ekip biçmede yarışabilecek ve hiç dinlenmeden on saat kafasını kullanarak çalışabilecek” bedensel ve zihinsel zindeliğe sahipti.
“Ne mutlu bir hayat. İnsan daha ne ister?” diye düşündüğünüzü hisseder gibiyim. Öyle ya, insan hayattan başka ne ister? Mutlu ve varlıklı bir hayat, güzel bir aile hayatı, başarılı bir sanat hayatı. İnsanın dünyadan isteyip, alabileceği bundan da fazlaysa, bunun adı, nazik bir ifadeyle “arsızlık” olur herhâlde. Ama bütün bunlara rağmen mutlu olamamıştı Tolstoy. Sadece Tolstoy mu? Görünürde ne ilginç ve garip bir tezattır ki, dünyanın sunup sunabileceği her türlü nimetten istifade etmiş, ömrü boyunca hayatın “bin tokat vuran” yüzüyle değil de, mest edici, cilvekâr yönüyle karşılaşmış insanların ekseriyetine bir burukluk, bir hüzün, bir mutsuzluk hâkimdir. Bir parçası eksik olan görkemli bir resim gibi. Eksikliliğiyle tablonun “muazzam ihtişamına” gölge düşüren eksik bir parça! İtiraf edilmesi gereken bir hakikat var ki, bu “eksik parçayı” bulamayanlar, dünyanın binbir cilvesine rağmen, hayallerdeki mutluluk tablosunu çizememişlerdir.
Bu tabloyu çizemeyenlerdendi Tolstoy. Elli yaşından sonra hayatı sorgulamaya başladı dersek, ona haksızlık etmiş oluruz, çünkü o hayatı boyunca hayatı sorgulamıştı. Hayata olan bu tutumunu  eserlerine çok açık ve net bir şekilde yansıtmış bir yazardı. Fakat elli yaşından sonra daha derin ve geniş bir muhasebe içine girdiğini gözlemliyoruz. “Neden yaşıyoruz? Öldüğümüzde bizden geriye hiçbirşey kalmayacaksa, yaptığımız şeyler ve elde ettiğimiz başarılar unutulup gidecekse, neden yaşıyoruz? Neden insanlar birşeyler yapmak ve başarmak için gayret ediyor? Görmüyorlar mı bir hiçe doğru süratle gittiklerini?” Hayatın anlamına dair bu muhasebe öyle bir boyuta ulaşmıştır ki Tolstoy’un hayatında, anlamsızlığın kıskacında kıvranmak öyle bir eziyet olmuştur ki nefes alamayan ruhuna, artık bu girdaptan kurtulmak için, “ilmekle mi yoksa mavzerle mi” hayatına bir son vermesi gerektiğini düşünmeye başlamıştır.
Böylesi bir tabloyu “hasta ruh” diye isimlendirse de William James, gerçekte ne ruhu marazlıydı Tolstoy’un, ne de akıldan yoksun. Bu hâl devasa eserler yazmış bir fikir adamının hayatı sorgulaması ve hakikati arayışıydı. Çünki siz ne kadar bastırmaya çalışsanız da, fıtratın, kalbin, ruhun tatminsizliğinden ötürü feryadı duyulur. Bazılarına göre dünyanın “dünyaya bakan yüzü” cilvesini kaybetmemiş olabilir, ama Tolstoy için artık bu “zehirli bal” lezzet vermiyordu. Üstelik dünya kendini bütün şaşaasıyla, zinetiyle, aldatıcı cazibesiyle sunarken...
Belli ki bütün bunlar arzu edilen mutluluğu sağlamıyordu. Ne Tolstoy’un, ne de Tolstoy gibilerin hayatında... Sanırım bu yüzden Jim Carrey açıkça itiraf etmekte: “Dilerim herkes birgün zengin ve mutlu olur ve hayalini kurduğu herşeye kavuşur, böylece aranılan esas cevabın bu olmadığını anlar.”
Velhâsıl, uzun ve sancılı bir arayışın ve hazin bir sonun hikâyesidir Tolstoy’un hayatı. Fakat bir o kadar da öğreticidir. Tolstoy’un hayatında sorguladıkları, insanlık tarihi boyunca sorulmuş hayatî sorulardır: “Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Neden yaşıyorum?” Gerçi bazı insanlar vardır—ki en acısı da budur—ömrü boyunca bu soruyu sorma zahmetinde dahi bulunmamışlardır. Ne gereği vardır onlara göre, yaşamanın sırrını anlamak, buna kafa yormak, yorarken Tolstoy gibi acının kıskacında sınırı aşmak?
Sözüm hayatı önemseyenleredir. Hayatın anlamını keşfe çıkanlara... Gerisi teferruattır zaten. Bir defa çözüldümü bu tılsım, nefes almaya başlar ruh, bakan göz görmeye başlar, sol yanı acımaz artık insanın. Hayat yolunda, yolcu için en mühimi, nereden gelip, nereye gideceğini bilmektir zira. Bu anlamda, bu sırrı çözmek âb-ı hayattır. Ama dediğim gibi bir çözedursun insan bu tılsımı, işte gör bak o zaman nasıl “güzel görmeye, güzel gördükçe güzel düşünmeye ve güzel düşündükçe hayattan lezzet almaya başlar”...
Okunma Sayısı: 7428
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı