Seçimin üzerinden haftalar geçti, lâkin Türkiye’de toplumu kutuplaştıran “menfi siyaset” tam gaz sürüyor. İktidar partisi yüzde 43 civarında oy aldı; lâkin geri kalan yüzde 57 ile aradaki ayrışma ve ötekileştirme daha da derinleştiriliyor…
Peşinen temel hak ve özgürlükleri yaralayan ve devletin istihbarat kurumunu âdeta denetlenemez, dokunulmaz ve sorgulanamaz hale getiren “MİT yasası” bütün ikazlara rağmen Meclis’ten kavgalı geçirirken, yeniden kutlama alanı için “Taksim talebi”yle alevlenen 1 Mayıs tartışması tetikleniyor. Yargıyı doğrudan yürütmeye bağlayan ve mahkemeleri bakan üzerinden hükûmetin emrine sokan “HSYK yasası”nın iptalinin bir nevi intikamı alınıyor!
Bununla da kalmıyor; daha sürekli “asimetrik siyaset” tahrik ediliyor. Daha “hileli seçim” tartışmaları tavsamadan ve itirazlar sonuçlanmadan, bu kez “seçim teşekkürü” perdesinde aylar öncesinden cumhurbaşkanlığı seçimlerine ve hatta 2015’in Haziran’ında yapılacak genel seçimlere “hazırlık” açısından çeşitli bahanelerle provokasyonlara teşne polemikler ateşleniyor.
İşin garibi, Türkiye’nin içte ve dışta onca devasa sorunu dururken, seçimlerin ve sandığın yolsuzluk ve rüşvet iddialarının, hukuksuzlukların üstünün örtülmesinde kullanılması…
“KARALAMA KAMPANYASI”
Ve bunun üzerinden, 2004 MGK kararları ve uygulanan “eylem plânları”nın devamı olarak 15 Ocak’ta “2014 öncelikli hedefleri” kapsamında dinî cemaatler/yapıların tâkibi ve fişlenmesi ve engellenmesini “2014 yılı öncelikli hedef plânları” olarak tüm teşkilâta tamim eden MİT’in önerisiyle 26 Şubat 2014 MGK’sında “paralel devlet yapılanması (PDY) ile mücadele” paravanında, -şimdilik bir cemaat üzerinden başlayan- dinî cemaatlere ve yapılara “devlet operasyonu”nun devreye sokulması…
Bunun içindir ki, Başbakan ısrarla “suçlayıcı dil”i istimal ediyor. Başbakan’ın partisinin son grup toplantısında, “birileri tehdide boyun eğmiş birileri de haşhaşı fazla kaçırmış olabilir. Ama biz asla geri adım atmadan bu çetenin üzerine gideceğiz. Adliye koridorlarından o çeteleri temizleyeceğiz. Ama bu akşamdan sabaha olmaz. 35 yıllık bir yapılanmadan bahsediyoruz” çıkışı, “inadına operasyon”un açık ikrarı.
Ancak daha da vahimi, “Tek başımıza kalsak da biz bu ülkenin çıkarlarını ‘hukuka inanmış olan yargı mensupları’yla savunmaya devam edeceğiz” sözleriyle yargıyı “hukuka inanmışlar” ve “inanmamışlar” diye kategorisine tabi tutması. Özetle resmen “karalama kampanyası” yürütülüyor.
Şu garabete bakın; “PDY ile bağlantılı” diye Emniyette sayıları on üç bine varan emniyet amiri ve polis ülkenin bir ucundan diğer ucuna sürüldüler. Yüzlerce savcı ve hâkimin görev yerleri değiştirildi. Başta yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları olmak üzere önemli davaların dosyaları savcıların elinden alındı. Kıyım furyası, Millî Eğitim’den Mâliye’ye birçok bakanlıkta ve kurumda sürdü, sürüyor…
Bütün bunlara rağmen Başbakan, “İçeride bir takım algı operasyonları yapılırken dışarıda da aynı paralelde operasyonlar gerçekleşti” diye konuşuyor. Hâlâ MİT’in TIR’larına saldırıldığını ileri sürüp, “Bu ülke kurumlarına yerleşmiş çete mensupları bu operasyonu yaptılar” diye yakınıyor.
TAHLİYE EDİNCE “PARALEL”!
“Birileri de haşhaşı fazla kaçırmış olabilir” diyen Başbakan, Adana’da altı polisin tutuklayan savcılar için “Adana’da ‘bir vatansever savcı’ çıktı soruşturma başlattı” diyor. Ancak mahkemenin sözkonusu “dinlemeler”in mahkeme kararıyla yasal olarak yapıldığını tesbitle polislerin tahliyesine karşı, “Aradan birkaç gün geçmeden o paralel yapının mensupları devreye girdi ve soruşturmaya müdahale ettiler, ‘paralel yapı’nın yargı mensupları, haklarında güçlü deliller bulunan zanlıları serbest bıraktılar” diye şikâyet ediyor! Aynı şeyin “böcek soruşturması”nda, “sınavlardaki yolsuzluk soruşturması”nda yapıldığını ekliyor…
Mahkemenin tahliye kararını, “yargının bir kısmına yerleşmiş kokuşmuşluk” ve “casuslar lehine, hainler lehine karar” ve “hukuk cinâyeti” olarak karalıyor. “HSYK bu hukuk cinayeti karşısında daha ne kadar sessiz ve tepkisiz kalacak” diye yargıyı göreve çağırıyor. Yargı kararı beklenmeden peşinen “paralel yapı” ve “paralel yapı’nın yargı mensupları” ithamı yapılıyor. Hiçbir belge göstermeden mevzubahis maznunları “içeride hainler” olarak yaftalıyor.
Görünen o ki, “darbeye ortam hazırlama” ve “darbeye teşebbüs” iddialı ve hükümlü “Ergenekon” ve “Balyoz” gibi “darbe davaları”nda “çok haksızlıklar ve hukuksuzluklar olduğunu” belirten Başbakan, tutuksuz yargılamaya dair aynı müsamahayı daha önce “kahraman” övgüsüyle tebrik ettiği emniyet mensuplarına göstermiyor…
Türkiye’nin “seçim havası”ndan çıkması, mutlaka gerçek pozitif gündemine dönmesi; demokratik reformlara, yatırımı, üretimi ve istihdamı esas alan ekonomiye yönelmesi şart. Aksi halde bu gerilimle devam edemez, er ya da geç patlar…