Tarih&Aktüalite...
İsim değişikliği teklifi
Eyüpsultan Kabristanının üst kısmında yer alan "Piyerloti Tepesi" isminin İdris–i Bitlisî şeklinde değiştirilmesi isteniyor.
Konuyu gündeme getiren Bitlis milletvekili Vahit Kiler, 1934'e kadar bu tepenin adının "İdris–i Bitlisî" olduğunu savunarak, bu ismin aslî sahibine iade edilmesi için belediyeye başvuracaklarını söylüyor.
Pierre Loti (1850–1923), Fransız asıllı bir romancı. Uzun yıllar İstanbul'da yaşamış. Zaman zaman, Haliç'e nâzır Eyüpsultan Tepesine çıkmış, buradaki bir kıraathanede vakit geçirmiş ve "Türk dostu" diye lanse edilerek nesillere daha çok "aşk adamı" olarak tanıtılmış bir ecnebidir.
Bu vesile ile gündeme gelen İdris–i Bitlisî ise, her yönüyle bizden biri.
Üstelik, söz konusu tepede onun yaklaşık beş asırlık bir muktesebatı var. Kendisi orada medfun ve orada yaptırmış olduğu mühim eserler var.
O halde, onu biraz daha yakından tanımaya çalışalım.
İslâm Birliği için, Osmanlı'nın yanında
Şah İsmail, 1501 tarihinde Akkoyunlu Devletini ortadan kaldırarak, bu ülkenin topraklarını kendi kurduğu Safevî Devletine kattı. Bununla da iktifa etmeyerek, topraklarını genişletmeye ve Şiâ siyasetini Şarkî Anadolu’ya yaymaya başladı.
Doğu Anadolu’daki Kürt Beylikleri arasında büyük bir nüfuza sahip olan âlim, hatip, tarihçi ve devlet adamı İdris–i Bitlisî de, Akkoyunlu Devlet Divanında mühim bir mevki ve itibara sahip bulunuyordu.
Sünnî olan Akkoyunlu Devletinin yıkılmasıyla, aynı yerde taht kuran Şah İsmail’in siyasetini ve zihniyetini tasvip etmeyen Bitlisî, II. Bayezid’in de daveti üzerine Dersaadet’e (İstanbul’a) gelir ve Osmanlı Devletinin hizmetine girer.
* * *
Bu kıymetli devlet adamından faydalanmak isteyen Şah İsmail, ona bir nâme (mektup) göndererek, tekrar İran’a dönmesi için iknaa çalışır. Fakat İdris–i Bitlisî bu davete icabet etmez. Sebep, Şah İsmail–i Safevî’nin, siyasî Rafizîliği ilân edip yayması ve bunu resmî mezhep haline getirmesidir.
Bitlisî, Şâh’ın vâki dâvetine îcabet etmezken, mektubuna karşılık olarak ona şu şifreli mesajı gönderir: “Mezhebè nâ–hak.”
Yâni, Rafizilik için “Hak olmayan mezhep” diyerek, ebced hesabıyla bir de tarih düşürür: Bu tarih, 1501 olup, Şah’ın saltanat tacını giydiği senedir.
Mevlânâ İdrisî’nin mektubunu alan Şah İsmail, bu manidar sözün gerçekten kendisine ait olup olmadığını sorarak, hakikat–i hâli tekrar öğrenmek ister. Ancak ikinci cevap, Şah’ı büsbütün çileden çıkarır.
İdris–i Bitlisî, bir nüans farkıyla ona bu kez şöyle bir cevap gönderir: “Evet o sözü söyleyen benim. Fakat, o sözün terkibi sadece Farsça değil; Arapçası da var bunun. Haddizatında ben ‘Mezhebuna hak’ (Mezhebimiz haktır) dedim.”
* * *
İnancını ve mezhep anlayışını siyasete taşımadan evvel, nâzik ve nezîh bir üslûpla şiirler yazan Şah İsmail, ihtirasla siyasete bulaştıktan sonra, eseftir ki, Rafızîliği kabul etmeyen ve Sünnilere zarar vermesini istemeyen annesini (bittabi dayılarını) dahi öldürtecek kadar gaddarlaşır.
İdris–i Bitlisî, elbette ki böyle bir muhterisle çalışmayı izzetine ve haysiyetine yediremez.
O, kendine daha yakın bulduğu Ehl–i Sünnetten kimselerle bundan sonraki hizmetlerine devam edecekti...
Bitlisî'nin açtığı çığır
80 bin beyitlik meşhur “Heşt Behişt” (Sekiz Cennet) adlı eseriyle, Osman Gazi’den II. Bayezid’e kadarki Osmanlı tarihini yazan İdris–i Bitlisî, Yavuz Sultan Selim zamanında da meclis üyesi ve sultanın en yakın danışmanlarından biri olmuştur.
Sultan Selim, Şah İsmail üzerine yaptığı seferden önce, İdris–i Bitlisî’yi Şark’a göndererek, saldırgan Şah’ın siyasî Rafizîlik politikasına karşı, Ehl–i Sünnetten olanların ittifakını sağlamak ister.
Şarkî Anadolu’ya (Kürdistan’a) giden İdris–i Bitlisî, İttihad–ı İslâm ve uhuvvet–i İslâmiye esaslarını tahakkuk ettirmede büyük ölçüde muvaffak olur.
Bu esnada, Kürdistan’da sayıları yirmi beşi bulan Kürt Beylikleri, "istimâlet"le, yani savaşsız, çatışmasız, kendi arzu ve iradeleriyle Osmanlı ittifakına dahil olurlar...
Ve işte bu andan itibaren, Şark memleketlerinde yaşayan Kürdistan ahâlisi, hakikaten tarihinin belki hiçbir devresinde bulamadığı huzur, sükûn ve istikrarlı bir hayatı yaşamaya başlar.
Mevlânâ İdris'ten Üstad Bediüzzaman'a
Şark'taki birlik–beraberliğin kurucusu ve mimarı İdris–i Bitlisî olduğu gibi, bu ittihadın koruyucusu ve tamircisi de, ondan dört yüz sene sonra gelen hemşehrisi Bediüzzaman Said Nursî olmuştur.
İdris–i Bitlisî, Nurbahşiyye Tarikatına mensuptu; Bedîüzzaman–ı Bitlisî ise, Nur meşrebinin, Risâle–i Nur cereyanının müessisi oldu.
KISA KISA Partili Cumhurbaşkanı
CHP kurmayları, bundan sonra seçilecek cumhurbaşkanının partili de olabileceğini söyleyen Başbakan Erdoğan'ın düşüncesini, sert bir muhalefet üslûbuyla eleştirdi.
Partili bir cumhurbaşkanı, Türkiye için iyi mi, yoksa kötü mü olacağı, ayrı bir tartışma konusu. Şimdilik bu tartışmaya girmiyoruz.
Ancak, şunu kesin bir dille ifade etmeliyiz ki: 1923'ten tâ 1950'ye kadar gelen 27 yıllık süreçte Cumhurbaşkanlığı makamında oturan M. Kemal ile İsmet Paşa, aynı zamanda CHP Genelbaşkanı idiler.
Bu durum, 1950'den sonra revize edilerek bugünkü şekli aldı.
Vahim bir gösterge
Yolda yürürken kaldırım kenarına düşürülen yeni doğmuş bebek hadisesi, toplumdaki çürümüşlüğe işaret eden vahim bir göstergedir.
Bu, aynı zamanda cemiyeti "irşad ile tenvir" etmek yerine, "siyaset topuzu"nu kullanarak toplumu adam etmeyi hedefleyen bir anlayışın geldiği, geleceği noktayı işaretliyor.
Bu anlayış, cemiyetin mânevî cephesini tamir ve takviye etmek yerine, ne yazık ki, daha çok mevcut sermayesi tüketerek ayakta durma alışkanlığına sahip durumda.