Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Enstitü

Birey ve devlet

Üstün siyasî güç kullanım yetkisiyle donanmış devlet karşısında birey, temel hak ve özgürlükleriyle korunmaya muhtaçtır. Bu sebeple, devletin sahip olduğu siyasî güç ve yetkilerin çerçevesi ve sınırları mutlaka belirlenmiş olmalıdır. Devletin varlık sebebi bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunmasıdır. Kutsal olan devlet değil, insandır ve onun hak ve özgürlükleridir.

Liderlik

Yönetişim olgusu içinde liderlik kavramının da yeri vardır. Bu bakımdan yöneticilik sorumluluğu almış bir kimsenin, insan davranışlarının oluşumuyla ilgili temel bilgi donanımına veya iletişim becerilerinin dayandığı temel gerçekçi düşünce yapısına sahip olması önem taşır.

Yöneticiler hakka ve halka dayanarak çalışmalı, iyilikleri ve olumlu sonuçları milletle paylaşmalı, güzel gelişmelere milleti de ortak kılmalı, milletin duygularına muhabbet ve aklı göndererek onların şevklerini uyandırmalıdır. Halkın omuzlarına basarak kendilerini yükseltip, onları aşağıya indirmemeli, sosyal sınıflar arasında uçurum meydana getirerek toplumda husûmet uyandırmamalıdır. Bu şartlarla da "İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır". "Milletin efendisi milletine hizmet edendir." hâdislerine de mazhar olacaklardır.1

Etkin ve şeffaf yönetim

Demokrasilerde halkın en temel denetim mekanizması seçimler olmakla birlikte, bunun yanında halkın temsilcileri olan vekillerin (parlamento-mebusan) hükümet üzerindeki sürekli denetimi de etkin bir demokratik yönetimin araçlarındandır. Halkın sivil örgütler ve medya aracılığıyla yönetimi etkilemesi ve denetlemesi mümkündür. Yönetenlerin halka karşı siyasî sorumluluğu yanında, hukuk devletinde işlem ve eylemlerinden dolayı hukukî ve cezaî sorumlulukları da vardır. Yönetimin şeffaflığı ve halka karşı sorumluluğu demokrasinin bir gereğidir.

Kamuoyunun fikirlerinin kaynağını oluşturan, herkesin kalbindeki şefkat ve hamiyet duygularıyla hâsıl olan elmas gibi keskin nuranî sütun belirleyici ve karşı konulması son derece zor büyük bir güçtür. Bu gücü harekete geçirmek ve etkin kılmak fevkalâde önemlidir.2

Asr-ı Saadette sahabelerin hayatında etkin yönetimin ve murakabenin en güzel numunelerini görmek mümkündür. Bunlar kıyamete kadar insanlara rehber ve ölçü niteliğinde numunelerdir. Hazreti Ömer'in (ra) hutbede üzerindeki ganimetten aldığı cübbenin kumaşının nasıl olup da bir cübbe çıkacak kadar olduğunu soran sahabiye cevap vermiş ve bundan dolayı Allaha şükrünü ifade ile memnun olmuştur.

20. Söz'de Hz. Süleyman’ın (as) mucizesi ile ilgili olarak yapılan açıklamada, yeryüzünün her tarafının görülmesi ve her köşesindeki seslerin işitilmesi ile tam bir adalet yapılabileceğini3 dikkatlere sunmuştur. Buradan adaletin şeffafiyetin sağlanmasıyla gerçekleşebileceği, bunun için de ileri teknolojiden yararlanmak suretiyle memleketin her tarafında olup bitenlerden haberdar olacak şekilde bir alt yapı oluşturulması gerektiği anlaşılmaktadır.

Sivil toplum

Sivil toplum demokratik bir toplumun olmazsa olmaz şartıdır. Kendilerine özgü örgütlenme biçimleri olan sivil birlikler devamlı birbirleriyle etkileşim halindedirler ve hak ve hürriyetleri tehdit eden tehlikelere karşı devamlı uyanıktırlar. Dernek ve vakıflar sivil toplum kuruluşlarının en tipik örneklerindendir.4

Sivil toplum örgütleri, iktidarı sınırlayan, vatandaşlara kişisel özellikler kazandıran, aidiyet duygusu ihtiyacını gideren, toplumsal ilişkilerin daha sağlıklı işlemesini sağlayan ve demokrasinin kurumlaşmasına zemin hazırlayan kuruluşlardır. Bu bakımdan hayatî önem taşımaktadır. Ayrıca bu kuruluşlar, demokrasilerde birey veya sivil alanla yönetim arasında bağ kuran aracılardır.

Demokrasilerin motoru, özgür birey ve aktif vatandaş anlayışıdır. Bireyin özgürlüğü, toplumun temel yapıcı birimi olan tek bir insanın hayat alanını toplumsal/siyasal müdahalelerden bağımsızlaştırırken, aktif vatandaşlık, bireysel olanla toplumsal olan arasında bir bağlantı noktası teşkil eder; bu niteliğiyle de bireyi toplumsallaştırır.5

Sivil itaatsizlik

Demokraside siyasî iktidar gücünün kullanılmasında keyfîliğin olmaması asıl ise de, her şeye rağmen yönetenlerin keyfi tutum ve uygulamaların içine girmesi halinde halkın keyfiliğe karşı tepkisi nasıl olmalıdır?

Yönetenlerin keyfiliği karşısında halkın itaate mecbur olduğu demokratik bir sistemde kabul edilemez. Ancak keyfiliğe karşı gösterilecek tepkinin emniyet ve asayişi bozmayacak, kargaşa ve kaosa yol açmayacak ve özellikle masum insanlara ve kamu mallarına zarar vermeyecek şekilde olması gerekir. Bu da toplantı gösteri ve yürüyüşü, medya aracılığıyla fikir açıklaması gibi demokratik araçlarla mümkündür. Bu anlamda tepki gösterilmesi kamunun da yararınadır.6

İç demokrasi

İç demokrasi kavramıyla, demokratik yöntem biçiminin sadece devlet yönetiminde değil, aile içinde, işletmelerde, meslekî kuruluşlarda ve sivil toplum örgütleri gibi çeşitli seviyelerde kişi ve kurumlarda da uygulanması amaçlanmaktadır. Çünkü demokratik yöntem hayatın her alanında geçerli ölçüler ihtiva etmektedir.

Bediüzzaman 1910 yılında gittiği Doğuda aşiretlerle sohbetinde meşrûtiyetle ilgili soruları cevaplandırırken, onların meşrûtiyetperver (demokrasi yanlısı) tabiatları gereği dersi münâzarâ ve münakaşa suretinde okuduklarını, medreselerinin küçük bir meclis-i mebusan-ı ilmiyeyi andırdığını belirterek, karmakarışık gürültülü suallerine nasıl cevap vereyim diye sormuş ve onlara soru sorma kaidesini şöyle göstermiştir: "Meşrûtiyet kânunuyla suâl ediniz. Yani içinizde bir iki zekî adamı intihap ediniz; tâ size vekil olarak müşteri olup, suâl etsin. Siz de dinleyiniz."7

Tek kişinin görüşüne dayanan baskıcı anlayış, zulmün temelidir, insanlığın mahvedicisidir. Aşağılanmak, sefillik, fakirlik, sömürü düzeni, çatışmalar, husûmet ve düşmanlıklar hep bu anlayışın ürünüdür.

Buna karşı demokratik hayat şekli bir yerde uygulamaya geçtiği zaman fikir özgürlüğü uyanır. Hakkın, iyinin, güzelin gerçekleşmesi için müsbet bir yarış başlar. Bu yarışın içinde meşveret, uzlaşma, yardımlaşma ve dayanışma vardır.8

Uygulamada ve icraatlarında fiilen baskıcı, dayatmacı, tepeden inmeci bir tarzda hareket edildiği halde, halka demokrasinin faziletlerinden bahsedilmesi, halkın demokrasiye olan güvenini sarsar. O sebeple demokrasinin alanda fiilen uygulanması gerekir.

Hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti

Üstün siyasî güç kullanım yetkisiyle donanmış devlet karşısında birey, temel hak ve özgürlükleriyle korunmaya muhtaçtır. Bu sebeple, devletin sahip olduğu siyasî güç ve yetkilerin çerçevesi ve sınırları mutlaka belirlenmiş olmalıdır. Devletin varlık sebebi bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunmasıdır. Kutsal olan devlet değil, insandır ve onun hak ve özgürlükleridir.

Hukuk devleti ise, kısaca esas itibariyle kanun hâkimiyeti yanında, kanunların hukuka uygunluğunu da arayan ve hukukla bağlı olan devlet demektir.

Hukuk devletinde milletin kendisine hizmet etmesi için görevlendirdiği devlet yetkilerini kullanan yöneticilerin keyfiliğe kaçmasının yolları kapatılmıştır.

Bediüzzaman, adaleti sağlayacak temel hukuk prensiplerinin İslâmın temel kaynaklarında mevcut olduğunu, delilleriyle ortaya koymuştur. 9

Kanun hâkimiyeti

Kuvvet kanunda olmalıdır. Hukuk düzeni dışında, meşrû olmayan ve gücünü kanundan almayan yetkisiz kişiler tarafından hukuk dışı yollarla kuvvet kullanılır ve sistem de buna müsaade eder, göz yumarsa, keyfilik kokuşmuşluk, baskı ve dayatma yer yer, mevzi mevzi dağıtılmış olur. İstibdat, zulüm ve tahakküm bulaşıcı hastalıklar gibi yayılır. Toplumda kanun hâkimiyeti tesis edilemezse otorite boşluğu doğar. Münferit veya topluluk şeklinde çetelerin barınabileceği müsait bir ortam vücuda gelir, komitecilik şiddetlenir.10

Adalet, meşveret ve kuvvetin kanunda toplanmasından meydana gelen cumhuriyet, kanun hâkimiyeti sağlanamadığı takdirde içi boş bir şekilden ibaret kalır.

Bediüzzaman'ın 19 Ocak 1923 tarihinde, Meclis-i Meb'usana hitaben yayımladığı Beyanname'de, meclisin milletin kendisine verdiği kuvveti yine milletin istek ve iradesi doğrultusunda kullanarak kanun hâkimiyetini tesis etmesi gerektiğini ifade etmiştir.11

Adalet

Hak haktır, küçüğü büyüğü önemli değildir. Küçük, büyük için iptal edilemez. Bireyin kendi rızasıyla toplumun selâmeti için kendini feda etmesi bir fazilet olmakla birlikte, bireyin rızası yoksa hayatı ve hakkı toplum için feda edilemez.

Adaleti sağlamak devletin en temel görevlerinden biridir. Bu da hak sahibine hakkını vermek ve haksızları terbiye etmekle, yani haksızlığını önlemekle olur.

Kanun önünde eşitlik adaletin gereğidir. Hiçbir şahsa, guruba imtiyaz tanınamaz. Herkes adalet karşısında eşit olarak işlem görmelidir.12 Adaletin gerçekleşmesi için, Mahkemelerin de tam bir bağımsızlık ve tarafsızlık içinde karar vermesi şarttır. 13

DİPNOTLAR

1- "Bir büyük adam, hakka isnad ile aklı istimâl edip muhabbetle milletini kendisine rabt, zîrdostânının omuzları üstüne çıkmaz, altına girer, yükseltir, şevklerini uyandırır, bir iyilik olursa mânen millete tevzî eder, herkese bir parça nâmus düşmekle şevki artırır, hak yerini bulmak için milletini ziyâ-i mârifete karşı tutar, gonca-misâl olan o milletin hissiyâtına zülâl-i muhabbet ve aklı gönderir, neşv ü nemâ verirse, (Halkın efendisi, ona hizmet edendir: Keşfü'l-Hafâ,1:463.) hadîs-i şerifte meşrûtiyetli reise misâl-i müşahhas olur. Meşrûtiyeti gözle görmek istiyorsanız, işte şu aynaya bakınız. (Münâzârat, s. 36).

2- "İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir; göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de, mağlûp biçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimat edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir; yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin mâdeni olan, herkesin kalbindeki şefkat-i imâniye olan envâr-ı İlâhînin lemeâtının içtimalarından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerârât-ı neyyirânesinin imtizacından hasıl olan amûd-u nuranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme ediniz." Sözleriyle bu gerçeği dile getirmiştir." (Münâzarât, s. 44).

3- Sözler, s. 233.

4- Atilla Yayla, LDT web sitesi.

5- Demokrasi ve insan Hakları El Kitabı, İhsan D. DAĞI, Necati POLAT (TDV-Türk Demokrasi Vakfı), s. 15.

6- "İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrûtiyet, adâlet ve Şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halîfedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehâlet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı; san'at, marifet, ittifak silâhiyle cihâd edeceğiz." (Divan-ı Harb-i Örfi, s. 23.)

"Rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var. Ve ne de düşünüyoruz ve ne de Risâle-i Nur izin veriyor. Fakat biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red başka, kabul etmemek başkadır, amel etmemek daha başkadır. Hazret-i Ömer'in (r.a.) taht-ı hükmünde, kanun-u adalet-i şer'iyesini reddetmeyen ve ilişmeyen Yahudilere, Nasârâya ilişmiyordular. Demek, kabul etmemek, tasdik etmemek, idarece bir cünha, bir suç teşkil etmiyor ki, o çeşit muhalifler ve münkirler, en kuvvetli padişahların idaresi ve siyaseti altında bulunmuşlar.

İşte, bu nokta-i nazardan, Risâle-i Nur'un şakirtlerinden en müthiş bir muhalif, rejim müessesesini tel'in de etse, bilfiil idareye ilişmese, onun mefkûresine kanunen ilişilmez. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikir, onları tebrie eder". "Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir".

"Vela teziru vaziretü'n vizra uhra" düsturu ile-ki "Bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mesul olamaz"-işte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkûr âyetin düsturuyla vazifemiz, dahildeki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onun içindir ki, âlem-i İslâmda âsâyişi ihlâl edici dahilî muharebat ancak binde bir olmuştur. O da aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, "Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenâb-ı Hakka âittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz." (Kastamonu Lâhikası, s. 206.)

7- Münâzarât, s. 21-22.

8- Münâzarât, s. 31.

9- Bu tecavüzleri önlemek için, cemaat-i insaniye, çalışmalarının semerelerini mübadele etmekte adalete muhtaçtır. Lâkin her ferdin aklı, adaleti idrakten aciz olduğundan, külli bir akla ihtiyaç vardır ki, fertler, o külli akıldan istifade etsinler. Öyle külli bir akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun, ancak şeriattır." (İşârât-ül İcaz, s. 141)

10 - Divan-ı Harb-i Örfî, s. 47.

11- Tarihçe-i Hayat, s. 124.

12- Bediüzzaman bu konudaki şu sözleri dikkate değerdir: "Evet, ben neseben ve hayatça avam tabakasındanım. Ve meşreben ve fikren, müsavat-ı hukuk mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adaletle, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için, bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim." (Lem'alar, s. 174).

13- "Adliyede, adalet hakikati ve müracaat eden herkesin hukukunu bilâ-tefrik muhafazaya, sırf hak namına çalışmak vazifesi hükmettiğine binaendir ki…" (Şuâlar, s. 330).

10.11.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Varlığı kuşatan sonsuz sevgi ve Saadet Asrı

  Birey ve devlet

  Abdurrahman bin Zeyd (626?-690)


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004