Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Dediler ki: “İbrahim için bir binâ yapıp içini ateşle doldurun ve onu ateşe atın.”

Sâffât Sûresi: 97

14.12.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Allah'a yemin ederim ki, senin vasıtanla bir tek kişinin hidâyete ermesi senin için kırmızı develerden daha hayırlıdır.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3831

14.12.2006


Cezayir’de Risâle-i Nur’a ilgi hızla artıyor

Dünyanın değişik yerlerinden gelen iman ve

Kur’ân hakikatlerinin neşrine dair müjdeli haberlere her gün bir yenisi ekleniyor. Cezayir’den gelen ve A. Kadir Kavun tarafından kaleme alınan mektupta bir Kur’ân tefsiri olan Risâle-i Nur Külliyatının bu uzak İslâm beldesinde

gördüğü alâka hakkında önemli bilgiler aktarılıyor.

Üstad Bediüzzaman’ın doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp, asrın fehmine ve anlayışına sunduğu Nurlu dersler, âlemin dört bir yanında müştakları tarafından şevkle okunmakta.

Üstadımızın “Merak etmeyin kardaşlarım, o Nurlar parlayacak!” gibi ifadeleriyle verdiği müjdelerin her geçen gün tahakkuk ettiğini müşahede edip, “Sadakte ya Üstad!” diyoruz.

Medar-ı ibret bir nokta vardır. Üstad Bediüzzaman, bu cümleyi talebelerine yazdığında kendisi ve talebeleri idam talebiyle mahkemede yargılanıyor ve kendisi hapiste. Tüm esbâb-ı zahiriye aleyhine bulunduğu bir vakitte, Hz. Yunus (a.s.) gibi Müsebbibü’l-Esbâb’a iltica etmiş. Esbaba hükmeden ve müsebbebi sebeple beraber halk eden Kadîr-i Zülcelâl, umumî kanununların fevkinde, ehadiyetiyle bu ferd-i ferîde, hususî Rububiyetiyle imdat etmiş. Onu, ümmet-i Muhammediyeyi sahil-i selâmete çıkaran sefineye kaptan tayin etmiş.

Bugün bu karanlıklar asrında, insanlığı karanlıktan Nura çıkaran, Sefine-i Nuh (a.s.) mesabesinde bulunan bu geminin şimdi milyonlarca yolcusu var! Ve biz hizmetkârlara çok vazife düşüyor! Yolcular çok ve dalgalar dehşetli. Biz gemi hademeleriyiz ve aynı gemideyiz ve aynı gayeye hizmet ediyoruz. Biz gayemize koşacağız. Kimsenin kusurunu görmeye vakit ve fırsatımız yok.

İşte o geminin bir bölümünde Afrika!

Afrika’nın kuzey köşesinde de Cezayir var.

Cezayir’den Nur müştaklarının istifadelerine işaret eden birkaç hadiseyi duâya vesile olması için hülâsaten arz ediyoruz.

Cezayir’in doğusunda Biskra vilayetinde, 25 Kasım - 5 Aralık 2006 tarihleri arasında bir kitap fuarı düzenlenmişti. Sözler Yayınevi’nin Cezayir temsilcisi konumunda olan Dârü’l-Kelimât da bu fuara katıldı.

Fuar esnasında çok duygulu anlar yaşandı. Bazı kimseler, Türkiye’den geldiğimizi duyunca hislerini şöyle dile getirdiler:

“Neredesiniz? Biz yıllardır sizi bekliyoruz. Yüzünüzü görmeye hasretiz. Sizden gelecek eserleri bekliyoruz.”

Nurlara ekseriyetle akademik camiadan alâka vardı. Üniversite tahsili görmüş, mühendis, avukat, öğretmen gibi mesleklerden çok kişiyle görüştük.

Kimileri Bediüzzaman’dan haberdardılar. Arap âlemine yayın yapan televizyon programları aracılığıyla öğrenmişler. Kimi üniversite öğrencileri, hocalarından duyduklarını ifade ettiler.

Fuar sırasında, Cezayirli olan İbrahim Kırşavî isimli ağabeyimiz, bir yandan ziyaretçilere Risâle-i Nur hakkında bilgi verirken, diğer yandan Risâlelerden seçtiği bazı veciz ifadeleri el hattıyla büyük olarak yazıyor ve standın değişik yerlerine asıyordu. Hattâ yeri geldiğinde Risâleleri zararı göze alarak ucuza veriyor, bazılarına da hediye ediyordu.

Başşehir Cezayir’de Risâle-i Nur merkezli iman ve Kur’ân sohbetlerimiz devam ediyor. Bu sohbetlere katılanlar hem Risâle-i Nur’dan daha fazla istifade etme çabasına giriyorlar, hem de yakın çevrelerine duyurmaya gayret ediyorlar.

Meselâ bir üniversite talebesi arkadaşımız şöyle söylemişti:

“Risâle-i Nur’u okuyan bir kimse okuduğunu gizlemez. Bilâkis iftiharla çekinmeden okuduğunu her yerde izhar eder. Benim etrafımdaki yakınlarıma ve arkadaşlarımın büyük bir çoğuna bu Kur’ânî eserden bahsettim. Talebe yurdunda Risâlelerden bazılarını hem mescide, hem odamızın kütüphanesine koyduk. Tâ ki herkes bu eserlerden istifade etsinler.”

Âyetü’l-Kübrâ’yı okuyan bir profesör:

‘Bediüzzaman kâinatı bir kitap gibi okuyor’

Âyetü’l-Kübrâ risâlesini okuyan bir profesör şunları söyledi:

“Risâle-i Nur’u okuyunca hayretlere düşmemek elde değil. Âyetü’l-Kübrâ risâlesinde Bediüzzaman kâinatı bir kitap gibi okuyor ve biz bu tefekkür dolu izahları okuyunca çok istifade ediyoruz. Ayrıca anlıyoruz ki, Bediüzzaman sadece dinî ilimlere vakıf değil. Aynı zamanda fizik, biyoloji, matematik, astronomi, atom fiziği gibi ilimleri de iyi biliyordu. Bütün bunlar Kur’ân-ı Kerim’i anlamasına ve yorumlamasına bir başka hususiyet katıyor.

“Kur’ân baştan aşağıya kadar, teemmülât-ı kevnden (kâinattaki varlıklar üzerinde dikkatlice durma ve düşünme) bahseder. Maalesef bugün Müslümanlar kâinatın sırlarından ve hakikatinden ekseriyetle gafil bulunuyorlar. Üstad Bediüzzaman ise, bize kâinatı, Kur’ânî bir nazarla ders veriyor, okutturuyor…”

***

Yemen’de yaşayan âlim bir zât, evlâdı yaşında bulunan bir Nur Talebesine hitaben yazdığı mektubunda şöyle diyor:

“Aziz kardeşim. Size öyle hasret ve müştâkız ki, kelimeler ifadeden acizdir. Ben sizin ayaklarınızdan öpüyorum. Zira sizler anadan, vatandan ayrılıp, dünyaya sırtınızı çevirip, sırf Allah’ın dinini tebliğ için oralara gitmişsiniz. Ne mutlu sizlere…”

***

Ey muazzez ağabeylerimiz! Nur’un manevî kal’alarında, Nurlara lâyık hizmet edebilmemiz, koşmamız, koşuşturmamız, son nefesimize kadar durmadan, yılmadan, geri dönmeden hizmet edebilmemiz için duâ ediniz. Husumet yerine muhabbeti, kin, nefret ve düşmanlık yerine sevgi ve şefkati ikame etmemiz, her türlü kötülüğü lûgatimizden silebilmemiz için duâ ediniz.

Cezayir Nur Talebelerinin selâmlarını takdim; bu vesileyle sizi buralara davet ediyoruz.

(www.bediuzzaman.net)

A. Kadir KAVUN

14.12.2006


Adalete hislerini karıştıranlar zulmederler

Evet, hakim ve mahkeme tarafgirlik şaibesinden müberra ve gayet bîtarafane bakması birinci şart-ı adalet olduğuna dair binler vukuat-ı tarihiyeden, Hazret-i Ali Radiyallahü Anhın hilafeti zamanında bir Yahudî ile mahkemede beraber oturmaları ve çok padişahların adi adamlar ile mahkeme-i adalette görülmesi gibi çok hâdisât-ı tarihiye var...

Tarihçe-i Hayat, s. 202

***

Adliyede, adalet hakikati ve müracaat eden herkesin hukukunu bilâ-tefrik muhafazaya, sırf hak namına çalışmak vazifesi hükmettiğine binaendir ki, İmam-ı Ali (r.a.) hilâfeti zamanında bir Yahudi ile beraber mahkemede oturup muhakeme olmuşlar. Hem bir adliye reisi, bir memuru kanunca bir hırsızın elini kestiği vakit, o memurun o zâlim hırsıza hiddet ettiğini gördü, o dakikada o memuru azleyledi. Hem çok teessüf ederek dedi: “Şimdiye kadar adalet namına böyle hissiyatını karıştıranlar pek çok zulmetmişler.”

Evet, “Hükm-ü kanunu icra etmekte o mahkûma acımasa da hiddet edemez; etse zâlim olur. Hattâ, kısas cezası da olsa, hiddetle katletse, bir nevî katil olur” diye, o hâkim-i âdil demiş.

İşte, madem mahkemede böyle hâlis ve garazsız bir hakikat hükmediyor. Üç mahkeme bizlere beraat verdiği ve bu milletin yüzde—bilseler—belki doksanı, Nur talebelerinin zararsız olarak millete ve vatana menfaatli olduklarına pekçok emârelerle şehadet ettikleri halde, burada o mâsum ve teselliye ve adaletin iltifatına çok muhtaç Nur talebelerine karşı ihanetler ve gayet soğuk hiddetli muameleler yapılıyor. Biz her musibete ve ihanetlere karşı sabra ve tahammüle karar verdiğimizden, sükût edip Allah’a havale ederek, “Belki bunda da bir hayır var” dedik.

Şuâlar, s. 330

***

..saadet-i beşeriye dünyada adaletle olabilir. Adalet ise, doğrudan doğruya Kur’ân’ın gösterdiği yol ile olabilir.”

Hikâyenin hülâsası bitti.

Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i İlâhiye namına ve hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve mânevî kıyametler başlarına kopacak, anarşilere, Ye’cüc ve Me’cüclere teslim-i silâh edecekler diye kalbe ihtar edildi.

Hutbe-i Şamiye, s. 83

14.12.2006


BİR KISSA, BİN HİSSE

Hz. Peygamber (asm) başkasını kendisine tercih etmesi ve bulduğunu başkasına vermesi sebebiyle bir gün kendisi aç kalmıştı.

Hz. Ali (ra) bunu işitti. Çıktı ve bir iş aramaya başladı. Bir iş bularak çalışıp Hazret-i Peygamber’e (asm) ikram etmek istiyordu.

Bir Yahudi’nin bahçesine girdi. Ona kuyudan on yedi kova su çekti. Her kovaya karşı bir hurma aldı.

Yahudi Hz. Ali’ye hangi cins hurmadan isterse ondan alabileceğini söylemişti. O da acve denilen iyi cins hurmalardan on yedi tanesini aldı. Ve Hz. Peygamber’e (asm) getirdi.

Hz. Peygamber (asm):

“Ya Eba’l Hasan! Bu hurmaları nereden aldın?” buyurdu. Hz. Ali (asm):

“Ey Allah’ın Resulü! Senin yanında bir şey olmadığını işittim. Bir iş yapayım da, karşılığında bir yiyecek alayım diye çıktım, çalıştım ve sana getirdim.” dedi.

Hz. Peygamber (asm):

“Seni ancak Allah’ın ve Peygamberi’nin sevgisi sevk etti.” Buyurdu. Hz. Ali de (ra):

“Evet, ey Allah’ın Peygamberi!” dedi. Hz. Peygamber (asm) bu defa:

“Allah ve Resulünün sevgisi böyle bedel ister. Allah ve Resulünü seven hiçbir kimse yoktur ki, sel suyunun akışı hızıyla ona fakirlik gelmesin. Kim ki, Allah ve Resulünü severse, dünya sıkıntısına karşı hazırlıklı olsun” buyurdu.

(Kenzu’l-Ummal, 3/321)

Süleyman KÖSMENE

14.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004