Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

İsmail "Babacığım," dedi. "Sen emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın."

Sâffât Sûresi: 102

19.12.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

İnsanları güldürmek için yalan konuşan kimseye yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3836

19.12.2006


‘Risâle-i Nur, yedi Mesnevî kadar bâkî bir rehber olacak’

Kardeşlerim,

Kalbime ihtâr edildi ki; nasıl ki, Mesnevî-î Şerif, şems-i Kur’ân’dan tezâhür eden yedi hakikattan bir hakikatın aynası olmuş, kudsî bir şerâfet almış; Mevlevîlerden başka daha çok ehl-i kalbin lâyemut bir mürşidi olmuş. Öyle de, Risâle-i Nur şems-i Kur’âniyenin ziyâsındaki elvân-ı seb’ayı ve o güneşteki renk renk, çeşit çeşit yedi nûru birden aynasında temessül ettirdiğinden—inşâallah—yedi cihetle şerîf ve kudsî ve yedi Mesnevî kadar ehl-i hakikata bâkî bir rehber ve bir mürşid olacak.

Lem’alar, 28. Lem’a, 14. Nükte, s. 353

***

Mevlânâ Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) ve İmam-ı Gazâlî (r.a.) gibi, akıl ve kalb ittifakıyla gittiği için, herşeyden evvel kalb ve ruhun yaralarını tedavi ve nefsin evhamdan kurtulmasını temine çalışıp, lillâhilhamd, Eski Said Yeni Said’e inkılâp etmiş. Aslı Farisî, sonra Türkçe olan Mesnevî-i Şerif gibi o da Arapça bir nev’î Mesnevî hükmünde Katre, Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, Şemme, Şu’le, Lem’alar, Reşhalar, Lâsiyyemalar ve sair dersleri ve Türkçede o vakit Nokta ve Lemeatı gayet kısa bir surette yazmış; fırsat buldukça da tab etmiş. Yarım asra yakın o mesleği Risâle-i Nur suretinde, fakat dahilî nefs ve şeytanla mücadeleye bedel, hariçte muhtaç mütehayyirlere ve dalâlete giden ehl-i felsefeye karşı, Risâle-i Nur, geniş ve küllî Mesnevîler hükmüne geçti.

Mesnevî-i Nuriye, s. 10

***

Evvelce şifahen dahi arz ettiğim vecihle; Selef-i Sâlihin’in bıraktığı kudsî tefsirler iki kısımdır: Bir kısmı, ahkâma dair tefsirlerdir. Diğer bir kısmı da, âyât-ı Kur’âniyenin hikmetlerini ve iman hakikatlarını tefsir ve izah ederler. Selef-i Salihinin bu türlü tefsirleri çoktur. Hususan Gavs-ı Azam Şâh-ı Geylâni, İmam-ı Gazali, Muhyiddin-i Arabi, İmam-ı Rabbani gibi zevât-ı kiramın eserleri, bu kısım tefsirlerdir. Bilhassa Mevlânâ Celâleddin-i Rumî Hazretlerinin Mesnevî-i Şerifi de bu tarz bir nev’î manevî tefsirdir. İşte Risâle-i Nur, bu tarz tefsirlerin en yükseği, en mümtazı ve en müstesnasıdır. (Mehmed Kayalar)

İşârâtü’l-İ’câz, s. 275

Lügatçe:

Mesnevî-î Şerif: Mevlânâ’nın her beyti kendi aralarında kafiyeli olan, içinde dinî ve ahlâkî nasihatlar bulunan Farsça eseri.

şems-i Kur’ân: Kur’ân güneşi.

tezâhür: Ortaya çıkma.

şerâfet: Şereflilik.

lâyemut: Ölümsüz.

ziyâ: Işık.

elvân-ı seb’a: Yedi renk.

temessül: Yansıtma.

19.12.2006


Tenkit tozlar, şevk yağmurlar

Tenkit? Teşvik? Ya da belirsizlik… Kırar ve yıkar tenkit, heyecanla koşturur şevk… Bazen de belirsizliklerde bekletir duraklar… Araf acılar çektirir içte…

Tenkit ve teşvik birbirinden ne kadar uzak ve ne kadar yakın? Ölçülü tenkit bir nev’î teşvik, ölçüsüz teşvik de şımarıklığa sevktir.

Tenkis tenkit tahrip, tamir tenkit tamamlamaktır… Terazinin iki kefesidir tenkit ve teşvik…

Kütleler birbirine hem iter, hem çeker… Tenkitle itip şevkle çekmek kemalin mihenk noktası… Hakikat deverânı kemalsiz dönmez.

Kendini tenkit zor da, başkasını tenkit çok kolay… Fazlalıklarını tenkitle kesip, eksikliklerini teşvikle tamamlamak aynada kendini güzel görmenin göstergesi… Kendini güzel gören herkesi güzel görür… Yalan söyleyen aynalar değil yavan bakışlar…

Tenkit ve teşvikin öldürücü ve dirilticiliği niyetten doğar. Diriltici duygulardan doğan tenkit ve teşvik kardeşçesine kucaklar kişiyi… Dışarı atmaz, açıkta bırakmaz… Acılarına merhemdir tenkidi de teşviki de…

Bazılarına tenkit teşvik, bazılarına da teşvik tenkit yerine geçer. Kuvvetlidir bünyesi, tenkit onu hırslandırır… Zayıftır, tenkitten hemen kırılır, vazgeçer. Göz önünde olmak isteyenleri teşviksiz yürütemezsin, görünmek istemeyenler de rahatsız olur teşvikten… Tenkit ve teşvikte ölçü muhataba göre ayarlandığında şifalı şevk şurubu içirilmiş olunur. Zira insanın içyapısı fizyolojik yapısından çok daha hassas ve değişken.

Akıl komutasında nefse tenkit, kalbe teşvik edebilen kimliğini bulmuş ve kendi kâinatını kurmuş demektir. Dıştan gelen tenkitlerle yıkılmaz, teşviklerle şımarmaz… Şevkle yanar yıldızları, muhabbet ışıkları yayar ayları, hikmet deverânıyla döner galaksileri… Dünyası mamur, ukbası bahardır.

Şevk sularda yüzenler tenkit hendeklerini aşabilenlerdir. Haklı ya da haksız yüreğinizi yaralayan tenkitlere gülüyorsa sadrınız yüceliyorsunuzdur… Yücelik, küçük işlerden kaçınmaktan geçer… Varsın tenkit taşları atılsın meyveleriniz dökülüyordur, toprağa düşen her meyve yeni bir ağaçtır. Umut yağmurlarını çeker ağaçlar, yürek yangınlarını söndürür yağmurlar… Tenkidin tozlu yollarından geçen şevk yağmurlarla yıkanır.

Yüreğini yaksa da tenkitler şevk ormanlarını yakma. Şevk yağmurlarla yıka yürekleri…

Tenkit ve teşvik hayatın bir parçası… Parçaları birleştirip kendinizin kâinatında genişleyerek yücelmeniz dileklerimle…

[email protected]

Hüseyin EREN

19.12.2006


Nur'un dilinde Risale-i Nur

Sikke-i Tasdik-i Gaybî

“Kardeşlerim, şimdi tam tahakkuk etti ki, resmen bana ihânet ve hakaret etmek, onunla, teveccüh-ü âmmeyi hakkımda kırmak için gizli bir tedbir kurulmuş. Benim bütün dostlarımı—perde altında—soğutmak ve ürkütmeye çalışıyorlar. Halbuki, Sikke-i Tasdik-i Gaybî onların bütün propagandalarını zîr ü zeber ediyor.”

(Tarihçe-i Hayat, s. 428)

***

“Risâle-i Nur’un hârikalarını ispat edip gösteren Sikke-i Gaybî mecmuası yüz derece, belki bin derece ziyâde, Nurlara îtimat kazandırır ve makbuliyetine imza basar.”

(Tarihçe-i Hayat, s. 504)

***

“İşârât-ı Kur’âniye ve üç kerâmet-i Aleviye ve kerâmet-i Gavsiye hakkındaki Sikke-i Gaybiye risâlesine bir tenbih ve ihtardır.

“Bu gayet mahrem risâleler, nasılsa, muannit bir nâmahremin eline bu risâlelerden birisi geçmiş. Gayet sathî ve inat nazarıyla bir iki yerine haksız bir itirazla ehemmiyetli bir hadiseye sebebiyet verdiğinden, bu mecmua, Risâle-i Nur’un has talebelerine, belki ehass-ı havassa mahsus olduğu halde ve benim vefatımdan sonra intişarına müsaade olmasıyla beraber, şimdi mezkûr hâdisenin sebebiyle herkese değil, belki ehl-i insaf ve Risâle-i Nur’la alâkadar ve talebelerinden bulunanlara haslardan bir kaç şakirdin tensibiyle gösterilebilir fikriyle yazdık.

“İkinci nokta: Bu risâle Sikke-i Gaybiye baştan aşağıya kadar birtek neticeye bakar. Bine yakın emarelerle, Risâle-i Nur’un makbuliyetine gaybî bir imza basıldığını ispat ediyor. Böyle birtek dâvâya bu derece kesretli ve ayrı ayrı cihetlerde binler emareler ve imalar onu göstermesi ilmelyakîn değil, belki aynelyakîn, belki hakkalyakîn derecesinde o dâvâyı ispat eder.

“Üçüncü nokta: Bu risâleyi mütalâa eden zatlar, inceden inceye, hususan cifrî hesâbâtına meşgul olmaya lüzum yok. Hem bir kısmı anlaşılmasa da zararı yok. Hem umumunu okumak da lâzım değil. Hem kerâmet-i Gavsiyenin ahirinde, iki yüz yirmi dördüncü sayfada, Şamlı Hafız Tevfik’in fıkrasından başlayıp ahire kadar mütalâadan sonra ve baştaki mukaddemeyi de okuduktan sonra istediği parçayı okusun.”

(Kastamonu Lâhikası, s. 165)

Fatma ÖZER

19.12.2006


Nurdan Bir Cümle

“Âfâkî malûmat, yani hariçten, uzaklardan alınan malûmat, evham ve vesveselerden hâlî

olamıyor. Amma bizzât vicdanî bir şuura mahâl olan enfüsî ve dâhilî malûmat ise, evham ve ihtimallerden temizdir. Binaenaleyh merkezden

muhite, dâhilden harice bakmak lâzımdır.”

Mesnevî-i Nuriye, s. 105

Tefekkür başlıca iki sahada geçekleşir: Enfüs ve âfâk. Bir başka ifadeyle, “insanın kendi zâtı” ve “haricî âlem.”

Birincisine “enfüsî,” diğerine “afakî” tefekkür deniliyor.

Enfüsî, “nefse ait” demektir. Buradaki nefis kelimesi, ruhla bedeni birlikte ifade eder ve “zât” mânâsına gelir.

Buna göre, enfüsî tefekkürün iki ayrı sahası vardır: Birisi ruh, diğeri ise beden.

Âfâkî tefekkürde ise bedenimizi kuşatan hava tabakasından yıldızlara ve ötelerine kadar bütün kâinatın düşünülmesi, tefekkür edilmesi söz konusudur.

Âfâkî malûmât için, “hariçten, uzaklardan alınan malûmat,” şeklinde bir tarif getiriliyor. “Hariç” kelimesiyle birlikte “uzak” kelimesi, özellikle zikredilmiş. Elma ağacı da bizim haricimizdedir, ama neye yaradığını biliriz. Onu Rezzak isminin bir tecellisi, İlâhî ihsanın bir sofrası olarak görür, Rabbimize şükrederiz. Ama, yıldızlar âlemini değerlendirmemiz bu kadar rahat ve kolay olmaz.

Böyle olunca, işimize yaramadığını sandığımız bitki çeşitlerinden, yıldızlar âlemine kadar nice varlıkta tecelli eden ilâhî hikmet ve rahmeti anlamakta güçlük çekeriz. Bu noktada, nefis ve şeytan devreye girip, bunları faydasız ve gayesiz göstermeye çalışabilir.

Ama enfüsî tefekkür böyle değildir. Burada “vicdanî bir şuur” söz konusudur. Samanyolu’nun faydasını anlamayabiliriz, ama atomlar ve hücreler baz alındığında, her biri bir ayrı Samanyolu gibi olan kollarımızı çok rahat tefekkür edebiliriz; bunların faydası konusunda en küçük bir tereddüt bile kalbimize gelmez. Bu faydalar, vicdanımıza mâl olmuş bir ilim olarak, düşünmeye bile gerek kalmadan, çok iyi bilinir ve hissedilirler.

Vicdanen bildiklerimizin başında, ruh dünyamız ve ona takılı hissiyat âlemimiz gelir.

Ruhumuza kudret sıfatının konulmuş olmasıyla, Allah’ın kudret sıfatını vicdanen biliriz. Şu var ki, bizdeki sıfatlar da ruhumuz gibi mahlukturlar ve Allah’ın sıfatları bunlara benzemekten münezzehtir.

Aynı şekilde, irade sıfatımızda Allah’ın irade sıfatını, görme sıfatımızda Basîr, işitme sıfatımızda Semi’ ismini ve bunların kaynağı olan sıfatları hissedebilir, vicdanen bilebiliriz.

İnsanın, önce evinden çıkıp sonra çarşıları, pazarları dolaşması gibi, tefekküre de nefsinden başlaması sonra haricî âlemi dolaşması en doğrusudur. Nitekim, Mesnevî-i Nuriyede “Nefsî tefekkürün tafsilatlı, afakî tefekkürün ise icmalî yapılması” (s. 124) tavsiye edilir.

Her hücremizin, her duygumuzun faydasını inceden inceye araştırabiliriz, ama aynı şeyi hariç âlemde yapmamız yanlış olur. Çünkü, haricimizdeki her şeyi nefsimiz gibi net olarak bilemeyiz. Burada özet bilgi yeterlidir.

Elbette ki, kâinat kitabının belli bir sayfasını inceleyen ilim adamları, o sahayı incelikleriyle kavramaya, anlamaya çalışabilirler. Ancak, onlar da başka ilim dallarını, yine “icmâlî” tefekküre mecbur kalırlar.

(www.sorularlarisaleinur.com)

19.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004