Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 09 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Haberler

 

Meslek kuruluşları 159’u istedi

Bazı meslek örgütlerinin, TCK’nın 301. maddesinin değiştirilmesi için hazırladıkları teklif metninde, “aşağılama” ibaresinin “tahkir ve tezyif” olarak değiştirildiği, maddede öngörülen hapis cezasında üst sınırın da 3 yıldan 2 yıla indirildiği açıklandı. AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, teklifi geriye dönüş olarak değerlendirmiş, “Eski 159. maddeden yargılanmayan kimse kalmadı” demişti

TÜSİAD, Türk-İş ve TOBB’un da aralarında bulunduğu sivil toplum kuruluşları, sendikalar ve meslek odaları, Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesine ilişkin değişiklik önerisi hazırladı. Teklif metninde, “Türklüğü aşağılama” ibaresi yerine “tahkir ve tezyif” ifadesinin yeralması istendi. AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, teklifi geriye dönüş olarak değerlendirerek, “Eski 159. maddeden yargılanmayan kimse kalmadı” demişti.

TOBB Plazada gerçekleştirilen basın toplantısında konuşan İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Yönetim Kurulu Başkanı Davut Ökütçü, 301. maddeyle ilgili tartışmaların Türkiye’nin gündeminden düşmesini ve bu konudaki belirsizliklerin kalkmasını amaçladıklarını söyledi. ‘’TCK’nın 301’inci maddesinin mevcut hali muğlaktır ve değişik uygulamacılar bu maddeden farklı anlamlar çıkarmaktadır’’ diyen Ökütçü, bir kanun maddesinin ‘’bu kadar yoruma açık olmaması gerektiğini’’ ifade etti. Ökütçü, bu noktadan hareketle ortak bir metin hazırladıklarını ifade ederek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile 5 Kasım 2006’da yaptıkları toplantı ve daha sonraki görüşmelerde hükümetin sivil toplum kuruluşlarından gelecek öneriye açık olduğu izlenimini aldıklarını, bu anlayışla çalışmalara başladıklarını anlattı. İşçi, işveren, meslek örgütleri ve STK’ların ortak paydalarını belirlediklerini belirten Ökütçü, bu çerçevede, ‘’yasa metninin muğlak ifadelerden arındırılması gerektiğinde buluştuklarını, gereksiz kovuşturmalara meydan vermeyecek şekilde somut ölçütler koyarak düşünce ve ifade özgürlüğünün subjektif değerlendirmelerle sınırlandırılmasını da en az indirmeyi hedeflediklerini’’ bildirdi. Davut Ökütçü, ‘’Nihayet yasanın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin koşullarına paralellik sağlamasının gereğini öne çıkardık. Yasa uygulayıcının bu çerçevede maddeyi yorumlamasını talep ettik’’ dedi.

İş dünyası, sendikalar, meslek kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin bu uzlaşısından Ökütçü, Türkiye’nin sorunlarının çözümü için ortak akıl belirleme yoluna gidilmesi gerektiğini ifade etti. Ökütçü, hükümetin sivil toplumla diyaloğunu artırması gerektiğini savunarak, toplantıda hazırladıkları 301’inci madde değişikliği önerisini okudu.

DEĞİŞİKLİK TEKLİFİ

Ökütçü, önerinin, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD), Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB), Türk-İş, Hak-İş, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), Memur Sendikaları Konfederasyonu (Memur-Sen), Televizyon Yayıncıları Derneği (TVYD) ve İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) tarafından hazırlandığını kaydetti. Davut Ökütçü, maddenin, ‘’Türklüğü, Türkiye Cumhuriyetini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini, devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen tahkir ve tezyif eden altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç teşkil etmez’’ şeklinde değiştirilmesi önerisinde bulunulduğunu bildirdi.

Ökütçü, yanlış anlamalara neden olan ‘’Türklük’’ kavramının, 66. maddede tanımlandığı şekilde ‘’Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür’’ ifadesi bağlamında ‘’Türk milleti’’ olarak anlaşılması gerektiğini bildirdi.

TEKLİF ESKİYE DÖNÜŞ

AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, TCK’nın 301. maddesiyle ilgili sivil toplum kuruluşları (STK) tarafından yapılan öneriyi “geriye dönüş” olarak değerlendirerek, “Eski 159. maddeden yargılanmayan kimse kalmadı” demişti.

Maddedeki, “Türklüğü alenen aşağılama” ifadesi yerine “tahkir ve tezyif” ifadesinin önerildiğini söyleyen gazeteciye, “Bu eskiye dönüş” cevabını veren AKP’li Fırat, “Eski 159. maddeden yargılanmayan kimse kalmadı bildiğim kadarıyla. Bence orada daha çok muğlaklık ortaya çıkıyor. 159 getiriliyor, eskiye dönüş oluyor” diye konuşmuştu.

/ İSTANBUL

09.02.2007


 

Tutarlı adımlar atılamadı

Mazlum-Der’in raporunda, insan hakları politikalarında tutarlı ve planlı adımlar atılamadığı gibi, kalıcı yapısal reformların da yapılamadığı belirtilerek, “Başta ifade özgürlüğü olmak üzere birçok alanda ciddî insan hakları sorunları 2006 yılında da ön plana çıkmıştır” denildi. Raporda Türkiye’nin geçen yıl da köklü bir anayasa değişikliği yapma iradesi geliştiremediği kaydedilirken, Ceza Kanunundan ve 301. maddeden kaynaklanan sorunlara dikkat çekildi.

Mazlumder raporuna göre 2006’da insan hakları alanında geriye gidiş yaşanırken, aralarında Yeni Asya’nın da bulunduğu bazı gazetelerin yöneticileri ve yazarları hakkında açılan davaların ve verilen cezaların yargının resmi ideoloji söylemlerinin etkisinde kaldığı izlenimini verdiği ifade edildi.

İnsan Hakları İhlallerini İzleme Komisyonu Başkanı Dilek Erdem Özbek tarafından açıklanan “2006 Türkiye İnsan Hakları Politikaları ve İhlal Değerlendirmesi Raporu”na göre başta ifade özgürlüğü olmak üzere birçok alanda ciddi insan hakları sorunları ön plana çıktı. Raporda yer alan değerlendirmeler şöyle:

YASAMA

Türkiye 2006 yılında da köklü bir anayasa değişikliği yapma iradesi geliştirememiştir. Siyasi irade sergilenememiştir. Yeni ceza yasası ve terörle mücadele yasası hem hazırlanış süreci hem de içerik itibarı ile ciddi sorunlar taşımaktadır. Hükümet söz konusu düzenlemelerin güvenlik bürokrasisinin talepleri doğrultusunda yapıldığı izlenimi vermiştir. Özellikle 301. madde tartışmalarında gelinen nokta ve 2006 yılında gerçekleşen yargılamalar dikkat çekici niteliktedir.

YARGI

2006 yılına damgasını vuran en önemli gelişme Şemdinli iddianamesi ile Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın meslekten ihraç edilmesidir. Yargının bağımsızlığı ilkesine açıkça gölge düşüren bu tutum umut kırıcı olmuştur.

İfade özgürlüğü açısından açılan davalarda artış olmuştur. Yargılamanın keyfileşme ve bir baskıya dönüşme durumu dikkate alındığında bu davaların önemli bir tehdit oluşturduğu görülmektedir. Yeni Asya, Vakit, Gündem gibi gazetelerin yöneticileri ve yazarları hakkında açılan davaların ve verilen cezaların çokluğu, yargının resmî ideoloji söylemlerinin etkisinde kaldığı izlenimini vermesi açısından önemlidir.

YÜRÜTME

Cumhurbaşkanının hükümetle ilişkilerinde önemli bir yetki sorunu yaşanmaktadır. Üst düzey askeri yetkililerin çeşitli törenlerde yaptıkları açıklamalar da açıkça sivil siyasetin etki alanın daraltıcı rol oynamaya devam etmiştir. Hükümet üyelerinin sergiledikleri tutumların yeterince hoşgörülü olmadığı gibi hedef gösterici mesajlar içermesi de kaygı verici olmuştur. Başta güvenlik politikaları olmak üzere kültürel haklar ve dini özgürlükler konusunda kararlı bir tutum geliştirilememiştir.

İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ

Laiklik ilkesinin içeriğinin yeniden tanımlanabilmesi için tartışılmasına yönelik çağrılar sert tepkilerle karşılaşmıştır. Başörtüsü yasağının bazı üniversitelerde peruk yasağına dönüşmesi, cemevlerinin statüsü ile ilgili sorunlar toplumun büyük bir kısmının uğradığı ayrımcı muameleler olarak 2006 yılında da devam etmiştir. Gayri müslim azınlıkların eğitim kurumları ile ilgili düzenlemeler hayata geçirilememiş yıl içinde Müslüman ve Hıristiyan din adamlarına ibadet yerlerinde saldırılar düzenlenmiştir.

Rapordaki diğer değerlendirmeler de şöyle:

• 2006 yılında da en yoğun yaşama hakkı ihlali, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşanmıştır.

• İşkence iddialarında yaygın bir biçim değişikliği söz konusudur. Daha önce gözaltı merkezlerinde yaygınken geçtiğimiz yıl içinde daha çok açık alan ve oto içinde işkence ve kötü muamele iddiaları yoğunlaşmıştır.

• Çocuk ve gençlik cezaevleri, askeri cezaevleri ve F tipi cezaevleri keyfi uygulama ve ihlâllerin en yoğun yaşandığı ceza infaz yerleridir.

• Berdel usulü evlilikten kaynaklı intihar vakaları gibi tecavüze uğrayan kadının infaz edilmesine yönelik uygulamalara da 2006 yılında sıkça rastlanmaktadır.

• Türkçe dışındaki dillerin kullanımı ile ilgili kısıtlamalar, medya, yerel yönetimler ve siyasi parti etkinliklerinde yoğun biçimde gözlenmiş, davetiyelerde Kürtçe ifadelere yer verilmesi bile dava konusu yapılmıştır.

• 2006 yılında da haksız yere işten çıkarma ve sendikalaşma girişimlerinin cezalandırılması vakalarına sıkça rastlanmıştır.

• İnsan hakları savunucularına yönelik tehditler daha çok mail yolu ile gönderilen ölüm tehditlerinin yanı sıra açılan soruşturmaların sistematik bir yıldırma politikasına dönüşmesi kaygı verici boyutlardadır.

Kemal BENEK / ANKARA

09.02.2007


 

Şener: 301 değil, algılamalar değişmeli

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, TCK’nın 301. maddesiyle ilgili olarak yaptığı değerlendirmede, her yeni metnin yeni bir tartışmayı gündeme getireceğini belirterek, “301. maddenin değil, algıların değişmesi gerekiyor” dedi.

Şener, katıldığı bir televizyon programında soruları cevaplarken, her yeni metnin yeni bir tartışmayı gündeme getireceğini belirterek, ‘’301?inci maddenin değil, algıların değişmesi gerekiyor’’ dedi. “Seçimden yeni çıkmış da olsaydık, böyle bir değişikliğe tereddütle bakardım’’ diyen Şener, yasa metinleriyle oynamanın gerekli olmadığını kaydetti.

Hrant Dink cinayetine ilişkin her türlü soruşturmanın sürdüğünü ifade eden Şener, failin yakalanmasıyla birlikte umut verici bir noktada olduklarını söyledi.

Şener, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün vekaletle yürütülmesine ilişkin olarak, ‘’Vekaleten yapılan atamalar da hukuken meşrudur. Süreçle ilgili herhangi bir olumsuz yoruma neden olacak boyutu olduğunu düşünmüyorum. Herhangi bir zaafın olduğunu söylemek mümkün değil’’ dedi.

Derin devlet tartışmalarına da değinen Abdüllatif Şener, ‘’Böyle bir yapı olup olmadığıyla ilgili sonuca ulaşılmış değil. Bu kavramı belki de hiç kullanmamak lazım. Devlet kavramını yıpratır’’ diye konuştu.

/ ANKARA

09.02.2007


 

“Türklük” kelimesini Atatürk koydurdu

TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Köksal Toptan, 301. maddede yer alan ‘Türklük’ kavramını TCK’nın ilk yürürlüğe girdiği dönemde Atatürk’ün elyazısıyla koydurduğunu açıkladı.

Zaman’ın haberine göre, 301. madde üzerindeki tartışmalara temas ederken TCK’nın komisyondaki görüşmeleri sırasında metin üzerinde değişiklik yapmayı planladıklarını ifade etti. Maddede yer alan ‘Türklüğü’ kelimesinin yerine ‘Türk milleti’ ifadesini koymayı düşündüklerini anlatan Toptan, bu ifadeyi Atatürk’ün koydurduğunun bildirilmesi üzerine değişiklikten vazgeçtiklerini belirtti. Toptan, “Türklüğü kelimesiyle kastedilen anlam ‘Türk milleti’dir. Bundan kimsenin şüphesi yok. Yargıtay da Türklüğü kelimesinden Türk milletinin kastedildiğini açıklamıştır. Biz buraya Türk milleti diye yazılmasını kararlaştırdık. Ancak toplantıya katılan Yargıtay üyesi, ‘Türklüğü kelimesini bu maddeye Atatürk yazdırdı. Bu nedenle dokunmayalım’ dedi” şeklinde konuştu. TCK’nın hazırlanışında önemli katkısı olan Adalet Komisyonu’nun AK Partili üyesi Hakkı Köylü, Türklük kelimesini Atatürk’ün koydurduğunu doğruladı. Maddenin komisyondaki tartışmaları sırasında Yargıtay üyelerinin kendilerini uyardığını söyleyen Köylü, “TCK’nın yürürlüğe girdiği dönemde bu ifade Türk milleti olarak kaleme alınmış. Ancak Atatürk bu kavramın Türklük olarak değiştirilmesini istemiş.” dedi.

Adalet Komisyonu Başkanı Köksal Toptan, sivil toplum örgütlerinin TCK’nın 301. maddesindeki ‘aşağılama’ kelimesinin yerine ‘tahkir ve tezyif’ kelimelerinin yazılması ile ceza üst sınırının 2 yıla indirilmesiyle ilgili önerilerine de karşı çıktı. Bu önerinin TCK’nın 159. maddesine geri dönüş anlamı taşıdığını kaydeden Toptan, “TCK’nın 159. maddesi çok eleştirildiği için biz 301. maddesini yaptık. 159. maddedeki tahkir ve tezyif ifadesini buraya yazmak doğru olmaz. Çünkü tahkir ve tezyif çok geniş bir kavramdır. Aşağılama daha dar bir kavramdır.” diye konuştu.

/ ANKARA

09.02.2007


 

Yolsuzluğa YÖK kalkanı

YÖK, bugüne kadar üniversitelerde gerçekleştirilen ihale işlemleriyle ilgili olarak, Kamu İhale Kurumu tarafından kendilerine intikal ettirilen her konunun incelendiğini ve gerekli işlemlerin yapıldığını bildirdi.

Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı (YÖK), Kamu İhale Kurumu’nun hukuken ‘yolsuzluk tespiti’ amacıyla üniversitelerle ilgili bir inceleme yapma görev ve yetkisinin bulunmadığını suvundu. YÖK’ten yapılan yazılı açıklamada, bazı basın organlarında yer alan ‘Devlet üniversitelerinde yolsuzluk yapıldığı ve sorumlular hakkında YÖK tarafından soruşturmalara izin verilmediği’ yönündeki haberlerin gerçek dışı olduğu iddia edildi.YÖK’ün açıklamasında şu ifadelere yer aldı: “Kamu İhale Kurumu’nun hukuken ‘yolsuzluk tespiti’ amacıyla üniversitelerle ilgili bir inceleme yapma görev ve yetkisi bulunmamaktadır. Kamu İhale Kurumu’nun 6 Şubat 2007 tarihli web sayfasındaki basın açıklamasında da yer aldığı gibi, üniversitelerimize yönelik olarak yolsuzluk tespiti amacıyla özel bir incelemesi yoktur. Esasen, bugüne kadar, üniversitelerimizde gerçekleştirilen ihale işlemleri ile ilgili olarak, Kamu İhale Kurumu tarafından Kurulumuza intikal ettirilen her konu incelenerek gerekli işlemler yapılmıştır ve yapılmaktadır. Bu gerçeklere rağmen, her türlü dayanaktan yoksun suçlamaların doğru kabul edilerek en üst düzey yetkililer tarafından üniversitelerimizi töhmet altında bırakan beyanatların verilmesi, Yükseköğretim Kurulu tarafından esefle karşılanmaktadır.”

/ ANKARA

09.02.2007


 

Erdoğan, Mumcu'dan tazminat kazandı

ANAVATAN Genel Başkanı Erkan Mumcu, Erdoğan’ın ‘’kişilik haklarına saldırıda bulunduğu’’ iddiasıyla açılan davada, tazminat ödemeye mahkûm oldu.

Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesindeki davanın dünkü duruşmasına, Erdoğan’ın avukatı Muammer Cemaloğlu ile Mumcu’nun avukatı Erden Er katıldı. Avukat Cemaloğlu, önceki iddialarını tekrarlayarak, davanın kabul edilmesini talep etti. Er ise Mumcu’nun eleştiri mahiyetinde olan sözlerinde Erdoğan’ın kişilik haklarına saldırı bulunmadığını iddia ederek, davanın reddedilmesini istedi. Hakim Hüsamettin Makas, davayı kısmen kabul ederek, Mumcu’nun, yasal faiziyle birlikte Erdoğan’a 7 bin 500 YTL manevi tazminat ödemesine karar verdi.

/ ANKARA

09.02.2007


 

Karakaş: Anayasayı ihlal ediyoruz

Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) Onursal Başkanı Ercan Karakaş, yurtdışında bulunan Türkiye vatandaşlarının oy kullanamamasının Anayasa ihlali olduğunu söyledi.

Türkiye Araştırmalar Merkezi (TAM) ve SODEV, yurtdışında bulunan Türk vatandaşlarının oy kullanma hakkının verilmesine dikkat çekmek üzere Taksim Hill Otel’de bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıda konuşan SODEV Onursal Başkanı Ercan Karakaş, yurtdışındaki vatandaşların da oy kullanabilmesinin bir anayasal hak olduğunu ifade etti. Söz konusu kişilerin konsolosluklara giderek ya da mektupla oy kullanabilmeleri gerektiğini söyleyen Karakaş, 1995’te Anayasa’nın 67. maddesine getirilen ek hükümle yurtdışında yaşayan vatandaşlara seçme hakkı verileceği beyanının sadece gümrük kapılarında oy kullanma şeklinde uygulandığını hatırlattı. Karakaş, “Maalesef tüm geçmiş hükümetler anayasanın bu gereğini yerine getirmediler. Bugünkü hükümet de, yine aynı şekilde sorumluluğunu gereğini yerine getirme yönünde hiçbir adım atmadı. Bunun yerine getirilmemesi bir bakıma anayasa ihlalidir. Anayasayı ihlal ediyoruz” dedi.

Ercan Karakaş, yurtdışındaki seçmenlerin bulundukları yerde oy kullanabilmeleriyle ilgili yasal değişikliğin bir an önce çıkarılması gerektiğini kaydederek, değişikliğin bir yıl içinde uygulamamaması konusunda da 25 yaş hakkındaki hükümle birlikte bir esneklik yapılabileceğini vurguladı.

Türkiye Araştırmalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen de, Avrupa Birliği’nde 5,2 milyon insanımızın yaşadığına ve 2,5 milyon seçmenin bulunduğuna dikkat çekti. Toplantıya DYP adına katılan Nevval Sevindi de demokratik katılımın önemine değinerek, “Yurtdışındaki insanlarımız oy kullanabilmeli ve Türkiye Cumhuriyeti’nin prestijini hissetmelidir” diye konuştu. Sevindi ayrıca, kısır döngüden çıkmanın yolunun, bütün demokratik hakların herkes tarafından kullanılabilmesi olduğunu söyledi.

Naciye KAYNAK / İSTANBUL

09.02.2007


 

2006’da faize 45,9 milyar YTL

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2006 yılı bütçe giderlerinin 175,3 milyar YTL, faiz hariç giderlerin 129,4 milyar YTL, faiz giderlerinin 45,9 milyar YTL olduğunu söyledi.

Başbakan Erdoğan, Başbakanlık Merkez Bina’da 2006 yılı bütçe sonuçlarına ilişkin basın toplantısı düzenledi. Toplantıya Devlet Bakanı Ali Babacan ile Maliye Bakanı Kemal Unakıtan da katıldı. Erdoğan, bütçe gelirlerinin 171,3 milyar YTL, vergi gelirlerinin 137,5 milyar YTL, bütçe açığının 3,9 milyar YTL, faiz dışı fazlanın 41,9 milyar YTL olduğunu bildirdi. Bütçe açığının sadece 3,9 milyar YTL olarak gerçekleştiğini kaydeden Erdoğan, şöyle devam etti:

‘2006 yılbaşında bütçe açığı hedefimiz 13,9 milyar YTL idi, hedefi böyle belirledik, gerçekleşme ise bunun çok altında 3,9 milyar YTL oldu. Biz burada biraz dikkatli davranalım ve başarımızı gölgelemesin dedik ve hamdolsun bunu bu yıl başardık. 2006 bütçesi halkımızın refahına ve ülkemizin kalkınmasına önemli katkıların sağlandığı bir bütçe oldu.’’

Erdoğan, Türkiye’nin imkanlarını ve kaynaklarını millete kazandırmak yolunda ulaşılan sonuçları kamuoyu ile paylaşmaya bugüne kadar özen gösterdiklerini ve özen göstermeye devam ettiklerini kaydederek, ‘’Çok şükür bugüne kadarki bütün göstergeler yüzümüzü ağartan sonuçlar vermiştir. Bütçe sonuçları da ülkemiz adına, hükümetim adına yüz ağartıcıdır’’ dedi.

/ ANKARA

09.02.2007


 

Ağar: Döviz, borsa, faiz üçgeninden çıkmalıyız

DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, Türkiye ekonomisini döviz, borsa, faiz üçgeninden çıkararak, yeniden üretime, yatırıma, istihdam ve ihracata endeksli sağlam bir ekonomik temele oturtmak gerektiğini söyledi.

Ağar, partisinin İstanbul İl Başkanlığınca İkitelli Organize Sanayi Bölgesi ESKOOP Sanayi Sitesi Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen ‘’Organize Sanayi Bölgelerinin Sorunları-Çözüm Yolları’’ konulu panelde yaptığı konuşmada, Türk ekonomisinin her sene istikrarlı olarak büyümesi ve enflasyonun daha aşağılara çekilmesi gerektiğini kaydetti. B Ağar, uluslararası sermayenin Türkiye’deki yüksek reel faizden kaynaklanan süreci değerlendirdiğini, ancak bunun sürdürülebilir olmadığını ifade ederek şöyle dedi:

‘’Elbette tarihten gelen çizgimiz içinde yabancı sermaye düşmanlığımız söz konusu olamaz. Türkiye’nin ciddî bir tasarruf açığıyla, bünyesel bir sıkıntıyla karşı karşıya olduğunu biliyoruz. Türkiye bu tasarruf açığını kapatacak yeni politikaları var etmek zorunda. Bu konuda toplumsal bir bilinç oluşturulmalı. Türkiye’nin daha çok yatırıma, üretime, ihracata ihtiyacı vardır. Dış ticaret açığını, cari açığı sürdürülebilir noktaya doğru taşıması lâzım. Burada doğrudan iş, istihdam üreten yabancı sermaye artışı hepimizin hedefidir.

‘’Türkiye ekonomisini döviz, borsa, faiz üçgeninden çıkararak yeniden üretime, yatırıma, istihdam ve ihracata endeksli sağlam bir ekonomik temele oturtmak durumundayız. Türkiye’nin geleceği bugünkünden daha güçlü olacak, daha fazla üretecektir. Türkiye her yıl 700 bin kişiye iş üretmek zorundadır. Bu nedenle Türk ekonomisi büyümek zorunda. GSMH’sını katlayarak büyütmek zorunda.’’

/ İSTANBUL

09.02.2007


 

CHP’den Anayasa Mahkemesi’ne iki başvuru daha

CHP, avukatlık sınavını kaldıran kanun ile 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’nun bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüklerinin durdurulması talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.

CHP Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç, başvuruya ilişkin dilekçeyi Anayasa Mahkemesi Başkanlığına sundu. Kılıç, çıkışta gazetecilere yaptığı açıklamada, 5558 sayılı Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile avukatların sınavda başarılı olma şartının kaldırıldığını hatırlattı. Bunun “yanlışlığını” TBMM’deki görüşmeler sırasında dile getirdiklerini belirten Kılıç, Türkiye Barolar Birliği’nin de avukatlık sınavının kaldırılmasına karşı olduğunu ifade etti. Kılıç, yargının üç önemli unsurundan biri olan avukatların da savcılar ve hakimler gibi sınavla mesleğe başlamaları gerektiğini kaydetti. Muharrem Kılıç, Anayasa Mahkemesi’ne, ayrıca 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’nun bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüklerinin durdurulması talebiyle başvurduklarını belirtti. Muharrem Kılıç, yeni yaptıkları 2 başvuruyla birlikte AKP hükümeti döneminde Anayasa Mahkemesi’ne 94. başvuruyu yaptıklarını ifade etti. Kılıç, “Bu da Ak Parti’nin ne kadar gayrı ciddi çalıştığını, Anayasa hükümlerini dikkate almadığını gösteriyor” dedi.

/ ANKARA

09.02.2007


 

Müfettişler yeniden Trabzon’da

Gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından İçişleri Bakanlığınca görevlendirilen iki mülkiye başmüfettişi, tekrar Trabzon’a gelerek çalışmalarına başladı.

İçişleri Bakanlığı tarafından, gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından, olayda idarenin ve emniyetin kusuru olup olmadığına ilişkin çok yönlü soruşturma yapmak üzere görevlendirilen ve bir süre Trabzon’da incelemelerde bulunduktan sonra İstanbul’a giderek burada çalışmalar yapan mülkiye başmüfettişleri Şükrü Yıldız ve Mehmet Ali Özkılınç, bu sabah tekrar kente geldi. Kendilerine tahsis edilen bölüme yerleşen Yıldız ve Özkılınç, Valilik binasında incelemelerine başladı. Yıldız ve Özkılınç’ın, Trabzon’un ardından incelemelerde bulunmak üzere Samsun’a gidebilecekleri belirtildi.

/ TRABZON

09.02.2007


 

Halk olumlu haber istiyor

Türkiye’de özellikle haber bültenleri ve programlarıyla ilgili kamuoyunda ciddî rahatsızlıklar olduğunu ifade eden RTÜK Başkanı Zahid Akman, “Sorun, Türkiye’deki şu andaki haber anlayışının kamuoyu tarafından benimsenmemesi sorunudur” dedi.

Türkiye genelinde yayın yapan televizyonların haber müdürleri ve spikerleriyle Hyatt Regency Otel’de biraraya gelen Radyo Televizyon Üst Kurulu üyeleri, haber bültenleri ve programlarının içeriği, üslûbu ve kamuoyunun bu yayınlar hakkındaki fikirlerini değerlendirdi. Toplantının ardından bir basın açıklaması yapan RTÜK Başkanı Zahid Akman, kamuoyunun, haber bültenlerini ağırlıklı olarak olumsuz haberlerin teşkil etmesinden duyduğu rahatsızlığa dikkat çekti.

Haber müdürleriyle yapılan toplantının, televizyon yayınlarındaki olumsuzlukları ele aldıkları üçüncü toplantı olduğunu belirten Akman, bu toplantıda, üç bine yakın denek üzerinden hazırlanan, haberlerle ilgili kamuoyu araştırmasını habercilere sunduklarını ifade etti.

Akman, gündemi belirleyen haberlerin muhtevasının son derece önemli olduğu gibi bu içeriği belirleyen haber yöneticilerinin de bu mânâda ciddî sorumluluğu olduğunu vurguladı. Akman, kamu yayıncılığının magazine dayalı habercilike bağdaşma-yacağını söyledi.

Toplantıda, haber yöneticilerinin bu konuda daha duyarlı olmalarını talep ettiklerini aktaran Akman şunları kaydetti, “Ağır bir baskı, yoğun bir tepkiye muhatap olduğumuzu bir kez daha ifade etmek istiyorum. Bireysel olarak bizlerin bir tepkiye muhatap olması değil sorun. Sorun, Türkiye’deki şu andaki haber anlayışının kamuoyu tarafından benimsenmemesi sorunudur.” Akman, reyting mazeretinin arkasına sığınılarak yapılan ihlâllere bundan sonra müsamaha etmeyeceklerini de vurguladı.

Naciye KAYNAK / İSTANBUL

09.02.2007


 

Din toplumu birleştirir

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in laiklikle ilgili açıklamasına cevap Devlet Bakanı Mehmet Aydın’dan geldi. Laiklik ilkesinin anayasaya girişinin 70. yılı dolayısıyla yayınladığı mesajda, dinin toplumsal hayattaki işlevinden ziyade vicdanlarda yaşanması gerektiğini ileri süren Sezer’e karşılık Devlet Bakanı Mehmet Aydın, Batı ülkelerinin bir çoğunda da dinin toplumsal hayatta önemli bir yere sahip olduğunu söyleyerek, “Din, toplumsal hayat üzerinde etkili olmadan milletçe dayanışma ve bütünleşmenin gerçekleşmesinde de etkili olamaz” dedi.

TBMM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada hukuk ilkesi olarak laikliğin, öncelikle, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetini güvence altına aldığını ifade eden Aydın, temel hak ve hürriyetleri zedelememek, ülke ve millet bütünlüğünü bozmaya yönelmemek kaydıyla, ibadetin, dinî ayin ve törenlerin icrasının da aynı şekilde güvence altına alındığını söyledi.

Laikliğin, zorla empoze edilmeyi öngören bir kültür politikasını, ideolojik bir kültür planlamasını asla öngörmediğine dikkat çeken Aydın, “Kültürün neredeyse tamamının dinin etkisinden uzaklaştırılması laikliğe tamamen ters düşen bir anlayıştır, bir düşüncedir. Hak ve hürriyetler olmadan ve bunlara karşılık ödev ve sorumluluklar ciddiye alınmadan, bütün enginliği ve zenginliğiyle kültür olmadan maddî ve manevî boyutları içeren insan kişiliği gelişemez, olgunlaşamaz. Din, temelde, özde, bir vicdan meselesidir. Ama, din, toplumsal hayat üzerinde etkili olmadan milletçe dayanışma ve bütünleşmenin gerçekleşmesinde de etkili olamaz, etkili olması mümkün değildir” diye konuştu.

bütün enginliği ve zenginliğiyle kültür olmadan maddî ve manevî boyutları içeren insan kişiliği gelişemez, olgunlaşamaz. Din, temelde, özde, bir vicdan meselesidir. Ama, din, toplumsal hayat üzerinde etkili olmadan milletçe dayanışma ve bütünleşmenin gerçekleşmesinde de etkili olamaz, etkili olması mümkün değildir” diye konuştu.

BATIDA KİLİSENİN BÜYÜK AĞIRLIĞI VAR

Din-devlet ilişkilerini düzenlemede ülkeden ülkeye çok büyük çeşitliliklerin olduğunu, teoriyle pratik arasındaki farklılıklara dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan Aydın, Batı ülkelerindeki uygulamalarla ilgili örnekler verdi: “İngiltere teoride laik değildir, devlet başkanı aynı zamanda kilisenin başkanıdır. Başbakan, Kenterbury başpiskoposunun, hiyerarşinin başında bulunan kişinin, hatta kilise üst düzeyinde bazı atamaların belirlenmesinde birinci derecede yetki sahibidir. İngiltere’de sadece kilise resmen tanınmaktadır ve meselâ, cami ve mescit gibi mekânlar hayır kurumları olarak kayda girmektedir. Buna rağmen, kabul etmek lâzım ki, pratikte, İngiltere, din ve vicdan özgürlüğünün belki de en güçlü olduğu ülkelerden biridir.

KİLİSEYE İMTİYAZ

“Almanya’da kiliseye tanınan pek çok imtiyazlar vardır. Kilise, Norveç’te, Danimarka’da, İsviçre’de, hele Polonya, Yunanistan ve İrlanda’da bugün de oldukça etkilidir ve güçlüdür. İsrail’in durumunu ise hiç açıkça zikretmeye gerek yok, dinin ne kadar etkili olduğunu biliyoruz. Kilise teşkilâtının, başta Amerika olmak üzere pek çok Batı ülkesinde anaokullarından başlayıp üniversitelere kadar uzanan öğretim ve eğitim kurumları, hastaneleri vardır, Öğrenci yurtları, Kızılhaç gibi yardım kuruluşlarında kilisenin büyük ağırlığı bulunmaktadır.”

SEZER NE DEMİŞTİ?

Sezer, laiklik ilkesinin anayasaya girişinin 70. yılı dolayısıyla yayınladığı mesajda şu görüşlere yer vermişti: “Laiklik, Türkiye’nin ümmetçilikten ulusçuluğa, kulluktan yurttaşlığa, bağnazlıktan çağdaşlığa yönelişini simgeler. Laiklik, özü yönünden devletin dinsel kurallarla yapılandırılmamasını, dinsel otoriteden bağımsız bir siyasal örgütlenmenin oluşturulmasını, aklın ve bilimin devlet ve toplum yaşamında egemen kılınmasını, yurttaşların yasalar önünde eşit olmasını ve saygı görmesini öngören bir yaşam biçimidir. Dünya sorunlarına bilimsel ve akılcı yönden bakmayı öngören laiklik, dini vicdanlardaki kutsal yerinde korumakta, farklı din, düşünce ve yaklaşımların, barış, hoşgörü ve özgürlük ortamında yaşamasına olanak sunmaktadır.”

Kemal BENEK / ANKARA

09.02.2007


 

Büyük su sıkıntısı kapıda

Türkiye’de mevcut su kaynaklarının, kuraklık, çölleşme gibi tabiî sebeplerin yanında yanlış arazi kullanımı, bilinçsiz gübreleme, kimyasal ilâçlar, evsel ve endüstriyel atıkların arıtılmadan akarsulara verilmesi gibi sebeplerle kirletilmesinin gelecek için büyük tehdit oluşturduğu bildirildi.

Ondokuzmayıs Üniversitesi (OMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cevdet Yılmaz, küresel ısınmanın sebep olduğu olumsuzluklar sebebiyle su kullanımının öneminin yeniden gündeme geldiğini ifade etti. Yılmaz, UNESCO verilerine göre, halen 26 ülkede 300 milyon kişinin ciddî su sıkıntısı ile karşı karşıya olduğunu bildirdi. Gelişen teknoloji içinde birçok maddenin yerine konulabilecek yeni ürünler ortaya çıktığını, enerji konusunda yeni gelişmeler kaydedildiğini belirten Yılmaz, ancak suyun yerine ikame bir madde bulunmadığını söyledi. Doç. Yılmaz, halen Türkiye’de kayda değer bir su sıkıntısı bulunmamasına rağmen gelecekte yaşanabilecek su sıkıntısına karşı bazı tedbirlerin şimdiden alınmasının zorunlu olduğunu söyledi.

/ SAMSUN

09.02.2007


 

CHP: AB kapısını kaparsa Türkiye başka kapılar arar

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, AB’nin Türkiye’ye kapısını kapatması durumunda Türkiye’nin başka kapılar arayacağını söyledi.

Öymen, Almanya’nın Münih kentinde düzenlenen Türk-Alman Kültür Haftaları etkinlikği çerçevesinde Türk-Alman Dostluk Federasyonu (DTF) ile Bavyera Kültür Forumunun düzenlediği konferansta yaptığı konuşmada, Almanya’daki Birlik partilerinin Avrupa’nın bir kültür projesi olduğu ve Türkiye’nin Avrupa ailesine dahil olmadığı düşüncesinden hareket ettiklerini belirterek, ‘’Avrupa Türkiye’ye kapısını kaparsa Türkiye başka kapılar arar. Bu da ne size, ne de bize fayda sağlar’’ dedi.

Türkiye’nin bir kimlik sorunu olmadığını ifade eden Öymen, ‘’Atatürk’ün dediği gibi biz Batı uygarlığının bir parçasıyız. Avrupa’da Hristiyanlara da, Müslümanlara da yer var’’ şeklinde konuştu.

Almanya’nın eski Kültür Bakanı Julian Nida-Rümelin de, ‘’öncü kültürü’’ baskı olarak değil, demokratik ve insani değerler doğrultusunda çoğunluğa uymak şeklinde yorumladığını belirterek, anadilde öğretim ve ibadet yerleri açılmasına izin verilmesinin toplum kültürü üzerinde ‘’bozucu etkisi’’ olmayacağını belirtti.

Federal Meclis Sosyal Demokrat Parti (SPD) milletvekili Wolfgang Kreissl-Dörfer ise, 24 ayrı dil konuşulan, 27 üyelik bir AB’yi bir Hristiyan kulübü olarak değil, farklı kültürleri demokratik temelde birleştiren bir topluluk olarak gördüğünü söyledi.

Türkiye’nin AB üyeliğine bugünden karşı çıkmanın yanlış olduğunu belirten Kreissl-Dörfer, uzun bir süreç de olsa, Türkiye’nin AB’de yer almasına olumlu baktığını kaydetti.

/ BERLİN

09.02.2007


 

Meşveret, ailede mutluluk getirir

Risâle-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi tarafından düzenlenen seminerde konuşan Eğitimci Bedrettin Ergül, mükemmel bir şekilde yaratılan insanın sosyal bir varlık olduğunu ve hayatıyla örnek bir şahsiyet olması gerektiğini söyledi.

Ergül, “Sosyal İnsan” konulu seminerde şunları söyledi: “Sosyal insan, Allah’ın kendisine sunduğu kabiliyetleri, meziyetleri, nimetleri, makamları, zenginlikleri ve güzellikleri toplumun hayat çemberi içerisinde müsbet bir şekilde, pozitif olarak değerlendiren bir insan tipidir. Bu olay hanımlar için de, erkekler için de sosyal bir olgudur. “Sosyal insan; empati yapan insandır. Beden dilini iyi kullanır. Nezaket ve görgü kurallarını uygulayandır. Giyimine dikkat eden insandır. Sosyal hayatta başarılı erkeklerin arkasında, fedakâr eşler vardır.

“Sosyal insan; evde ailesine iltifat etmesini, güler yüzlü olmasını, teşekkür etmesini, yeri geldiğinde özür dilemesini bilen insandır. Yabancılara karşı göstermiş olduğu nezaket kurallarını ailesine de gösterendir. “Mutlu aile için aile meşveretine önem verilmelidir. Ekonomik, yetki ve sorumluluk paylaşımı sağlanmalıdır. Bediüzzaman, herkesin kendi ailesinin, hanesinin küçük bir dünya cenneti olduğunu ifade eder.

“İnsan Cenâb-ı Hak tarafından çok mükemmel bir şekilde yaratılmıştır. Mühim olan o güzellikleri ortaya çıkarabilmektir. Sosyal insan; toplumun din, ahlâk ve geleneklerine uygun hareket etmelidir. Dünya-ahiret hayat dengesini kurmalıdır. Akıllı insan ahiretini kurtaran insandır.

“Helâl dairesi keyfe kâfidir. Helal dairesi içindeki davranışlarımız szölerimizden daha etkili olmaktadır. Bediüzzaman, ‘eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-ı imaniyenin kemalatını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tabileri elbette cemaatlerle İslâmiyet'e girecekler, belki Küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler’ sözü ile davranışlarımızın ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmektedir.”

Yeni Asya / ANKARA

09.02.2007


 

Gazilere vefa borcu

Çanakkale Savaşı’nda 2 farklı cephede yıllarca savaşarak gazi olan ve 32 yıl önce de hayatını kaybettikten sonra Büyük Anafarta Köyü Mezarlığı’na gömülen gazi Hüseyin Akdoğan’ın kaybolmaya yüz tutan mezarına, tarih araştırmacıları sahip çıktı.

Çanakkale Savaş Alanları Uzmanı Emekli Subay Şahin Aldoğan, yıllarca bu bölgede araştırmalar yaptığını ifade ederek, “1968’li yıllarda köyde yaptığım sohbetlerde savaşa katılan kişilerin olup olmadığını sormuştum. Bu köyde topçu ve piyade olarak görev yapmış gazilerimizin olduğunu öğrenmiştim. Kahvedeki sohbette 36. Piyade Alayı’ndan Arap Kahya, topçulardan Bakkal Hakkı Dayı ve 7. Tümen 21. Piyade Alayı’ndan da ‘Süt Hüseyin’ lâkaplı Hüseyin Akdoğan ile tanışmıştım. Vatanı için canlarını seve seve feda eden bu gazilerimizi unutmamamız lâzım. Mezarlarını yaptırıp, mezar taşlarını diktirip, millî hafızamıza onları kazımamız lâzım” dedi.

/ ÇANAKKALE

09.02.2007


 

Okul olsa okuyacaklar

Iğdır’ın Tuzluca İlçesi’ne bağlı Badılı köylüleri, terör sebebiyle 1993 yılında kapanan okulun açılmasını istediler.

Badılı Köy Muhtarı Efendi Altan, “Köyümüzde 20 öğrenci yatılı okulda öğrenime devam ederken, 15 çocuk ailesi tarafından yatılı okula gönderilmeyerek eğitimden mahrum bırakılmaktadır. Halbuki bizim köyümüzün insanları okumayı sevmektedir . Köyümüz insanları okuyarak kaymakam, bilgisayar mühendisi, uçak mühendisi, gemi mühendisi ve bir çok dalda branşta öğretmen yetiştirmiştir. Köyümüzün gençlerine okuma imkânı verilmesi için yeniden okulumuzun eğitim ve öğretime açılmasını istiyoruz “dedi.

Okumak isteyen köy çocuklarından 13 yaşındaki Bahriye Altan “Ben de okuyup öğretmen olmak ve köyüme eğitimci olarak dönmek istiyorum, ama olmadı. Bizim yaşımız geçse dahi gelecek nesillere imkân verilmesini istiyoruz” şeklinde konuştu.

Köydeki diğer çocuklar da “Biz de okumak istiyoruz ama köyümüzün okulu olmadığından bu dönemdeki eğitim ve öğretimden mahrum kalmaktayız. Büyüklerimizin ve yetkililerin bu isteğimizi dikkate alarak okulumuzun bir an evvel açılmasını istiyoruz” dediler.

/ IĞDIR

09.02.2007


 

Basit kırık çıkıklar sakat bırakabilir

Yurt genelinde etkili olan kar yağışları ve soğuk havaların buzlu zeminleri artırdığı, buna bağlı olarak yaşanacak düşmeler sonucu oluşacak kırık ve çıkıkların önemsenmemesi durumunda ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceği bildirildi.

Karlı ve soğuk havalarda zemindeki buzlanma sebebiyle travmaya bağlı kırık çıkık oranının yüzde 30 civarında artış gösterdiğini dile getiren Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mahmut Argün, buzlu zeminde yürürken düşmeye bağlı olarak ortaya çıkan kırık olaylarının daha çok yaşlılarda görüldüğünü ve bazı önemsenmeyen kırık yada çıkıkları insanın sakat kalmasına yol açtığına dikkat çekti.

Argün, yaşlılarda daha çok kalça ve uyluk kemiği kırıkları, gençlerde ise el bileği ve dirsek çevresi kırıklarının görüldüğüne işaret etti. Kırık ve çıkık olaylarında doğru müdahalenin tedaviyi büyük ölçüde kolaylaştırdığını vurgulayan Argün, şu bilgileri verdi: “Düşme anında vücudun herhangi bir yerinde kırık meydana gelmişse, öncelikle o bölgenin sabitleştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Buzlu zeminde düşen kişi, kırığını fark edemeyerek normal yaşamına devam etmeye çalışmakta, bu durumda da damar ve sinir yırtılmaları yaşanabilmektedir. Sinirlerin zarar görmesi, kırık olan organda fonksiyon bozukluklarına neden olabilir. Damarların zedelenmesi ise dolaşım sistemi bozukluklarına ve sonrasında kangrene yol açabilmektedir. Kangren durumunda ise çoğu zaman kol veya bacak gibi organların kesilmesi gerekmektedir.’’

/ KAYSERİ

09.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004