Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Haberler

 

TÜSİAD: Demokratikleşme yargıda tökezliyor

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Avrupa Birliği’ne entegrasyon sürecini derinleştirmek açısından kamu reformunun da, öncelikle ele alınması gereken bir konu olduğunu belirterek, ‘’Ne yazık ki, gerek ekonomik, gerekse demokratik reformların özümsenmesinde, ilerlemenin en az sağlandığı alan yargıdır” dedi.

TÜSİAD olağanüstü Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısında konuşan Yalçındağ, yapılacak işler listesinin hala çok kalabalık ancak zeminin belli bir ölçüde düzleşmiş olduğunu söyledi. Yalçındağ, ‘’Şimdi artık bir yandan makro planda eksikleri tamamlarken bir yandan da dikkatimizi ekonomide mikro tabanın güçlenmesine, sosyal hayatta küresel ısınma gibi sorunlara duyarlılığın arttırılması da dahil her türlü küresel gelişmeye ayak uydurmaya yatkın bir toplumsal yapının oluşturulmasına, sosyal dengesizliklerin giderilmesini, siyasetin ve yargının yeniden yapılandırılmasına yöneltmemiz gerekiyor. Çünkü bunlar olmaksızın ekonomide ve siyasette kalıcı bir istikrar elde etmek mümkün gözükmüyor’’ diye konuştu.

Bireylerin değişen ve çeşitlenen ihtiyaçlarına cevap vermek, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne entegrasyonunu ve demokratikleşme sürecini derinleştirmek açısından kamu reformunun da, öncelikle ele alınması gereken bir konu olduğunu bildiren Yalçındağ, reform sürecinin en kilit kurumlarından birinin yargı olduğunu söyledi.

Yalçındağ, şunları kaydetti:’’Ne yazık ki, gerek ekonomik, gerekse demokratik reformların özümsenmesinde, ilerlemenin en az sağlandığı alan yargıdır. Hukukun üstünlüğünün sağlanmasında yaşanan sorunlar, bütün çabalara karşın, giderilememiştir. Bu nedenle öncelikle bağımsız ve tarafsız bir yargının oluşmasını sağlayacak, fiziksel altyapıdan, insan kaynaklarına kadar geniş bir yelpazede konuyu ele alan bir reform çalışmasının başlatılması gerekmektedir. Yargı sistemindeki olumlu gelişmeler, yatırımlardan, aile hayatına, demokrasiden kadının statüsünün yükselmesine kadar, akla gelen gelmeyen her alana olumlu etkide bulunacaktır. Adalet duygusunu yitirmiş bir toplumun gelecekten beklentisi de olmaz.’’

/ İSTANBUL

02.03.2007


 

ÖNCE 30 BİN YTL İDİ

Bağcılar Cumhuriyet Başsavcılığı, gazetemizin 22, 23 ve 25 Ocak tarihli sayılarında yayınlanan “Bu gençler eğitim sisteminin ürünü,” “Gençlik nereye gidiyor” ve “Hayal: Pamuk akıllı olsun-Samast cinayeti kabul etti” başlıklı haberlerde katil zanlısının fotoğrafının kullanıldığı gerekçesiyle, “Basın Kanununa muhalefet etmek” suçundan, Yazıişleri Müdürümüz Faruk Çakır’a tebligat masrafıyla birlikte toplam 30 bin 12 YTL para cezası ödeme emri tebligatı gönderdi.

50 BİN YTL’YE ÇIKTI

Aynı nitelikteki ödeme emirlerinin Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Cumhuriyet, Evrensel ve Agos gazetelerine de gönderildiği belirtilirken, Bağcılar Savcılığı dün Faruk Çakır’la Genel Yayın Müdürümüz Kâzım Güleçyüz’e “Hayal: Pamuk akıllı olsun” haberi için toplam 20 bin YTL’lik yeni bir ödeme emri daha çıkardı. Aynı haber için Çakır’dan iki kez ceza istenirken, Genel Yayın Müdürüne “yayın sahibi” sıfatı yakıştırılarak ceza kesilmesi işi iyice karıştırdı.

02.03.2007


 

Erdoğan: Başörtüsü için söz vermedik

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Başörtüsü meselesi ile ilgili seçimden önce ‘Biz gelince bu işi çözeceğiz’ diye bir vaatte bulunmadığını belirterek, “Benim öyle bir sözüm yok. Benim için başörtü meselesi bir oy meselesi değil bir özgürlük meselesidir. Biz ailece bunu yaşamımızda uyguluyoruz. Bu bir özgürlük mücadelesidir” dedi.

Başbakan Erdoğan, CNN Türk Televizyonunda yayınlanan ‘Eğrisi Doğrusu’ programında gündemde bulunan konulara ilişkin açıklamalarda bulundu. 28 Şubat’ın 10. yıldönümünde neler hissettiğinin sorulması üzerine Erdoğan, 28 Şubatla ilgili programları izleyince rahatsız olduğunu söyledi.

Başörtüsü meselesi ile ilgili bir soru üzerine Erdoğan, hiçbir siyasi gibi bunu polemik konusu yapmadığını söyledi. Seçimden önce ‘Biz gelince bu işi çözeceğiz’ diye bir vaatte bulunmadığını vurgulayan Erdoğan, “Benim öyle bir sözüm yok. Benim için başörtü meselesi bir oy meselesi değil bir özgürlük meselesidir. Biz ailece bunu yaşamımızda uyguluyoruz. Bu bir özgürlük mücadelesidir. Bu konuda toplumsal bir gerilimin tarafı olmayacağız dedik. Burada toplumsal mutabakat var. Toplumun var ama kurumsal mutabakatta sıkıntı var. Kurumlar arası mutabakatı da başarırsak kendiliğinden çözülecektir. Bunu tartışma konusu yapmaya gerek yok. Kurumsal mutabakat olmadıktan sonra bunu yapamazsınız. İnanıyorum ki zaman bunu çözecektir. Batı’dan bir ülkenin lideri ‘sizin kızlarınızın neden ABD’de okuduğunu öğrenince üzüldüm’ dedi. Bu bir süreç. Bir mücadele veriyoruz. Ama ben bunun şikayetini Başbakan olarak ona iletemezdim. 4 yıl önce AB’de buna farklı bakanlar, şimdi farklı bakmaya başladı” şeklinde konuştu.

/ ANKARA

02.03.2007


 

Din siyasette kullanılmasın

Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, siyasete malzeme yapılmaması gereken değerlerin başında dinin geldiğini belirterek, “Kimse din üzerinden siyaset yapmamalı. Yapılırsa en çok da samîmî dindarlar zarar görür. O halde dinin hiçbir siyasî kalıba girmeyeceğinin, hiçbir partinin din eksenli siyaset yapamayacağının altını çizmeli” dedi.

Hürriyet’ten Şükrü Küçükşahin’e 28 Şubat sürecini değerlendiren Başbakan Yardımcısı Şahin, o süreçte, birlikte siyaset yaptığı kişilerin hiçbirinin din devleti arzusunda olduklarına inanmadığını belirterek, eski partisinin siyaset anlayışı ile ilgili, “Ama bazılarının bu anlamda yorumlanacak söz ve davranışları oldu; Anayasa Mahkemesi de buna dayanarak RP’yi kapattı” dedi.

Şahin eski partisi ile ilgili şu değerlendirmede bulundu: “Zaman zaman siyaset yapılırken din kullanılıyordu. Oysa dinin bir devlet kuralı haline getirilebileceği izlenimi veren demeç ve söylemlerden uzak durulmalı. Çünkü Türk toplumu, cumhuriyeti ve onun temel niteliklerini Anayasa gerekçesindeki gibi benimsemiştir. Uygulamanın da bu doğrultuda olmasını istiyor; doğrusu da budur.” Şahin, bu anlayışla AKP’yi kurarken o süreçten, yaşananlardan yola çıkarak, “Toplum nasıl bir siyasetçi istiyor” özeleştirisi yaptıklarını kaydetti.

Şahin, “Ne din, ne Atatürk bir siyasî partinin çatısı altına sığar. İkisi de tüm halkın değerleridir, bir partileri olmaz. İkisi de hepimizin” ifadelerini kullandı.

Başbakan Yardımcısı Şahin, “AKP’yi 28 Şubat doğurdu” görüşüne ise şöyle cevap verdi: “Bunu savunanlar, zorlama yöntem ve yönlendirmeler yapılır, görev ve sınırları Anayasa’da çizili kurum ve kişiler bu sınırları aşarsa, halkın buna prim vermediğini, bu yöntemlerin ters teptiğini söylüyorlarsa katılırım” oldu.

28 ŞUBAT’TA EN ÇOK YARGI YIPRATILDI

Kendisi de bir hukukçu olan Başbakan Yardımcısı Şahin, 28 Şubat sürecinde en çok yargının siyasallaşmasından yakındı. “Bir general, arkasında oturan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına, RP dâvâsını kastederek, ‘Hâlâ o dâvâyı açmadınız mı?’ diye baskı yaptı. Demokratik bir ülkede savcının cevabı, ‘Bu benim yetkimde, kimse bana talimat veremez’ olurdu. Bu yapılmadı, dâvâ açıldı” dedi. Şahin’e göre bu konuşma, savcıya önceden talimat gönderildiğini; ancak gereğini yapmadığı için talimatın yeniden hatırlatıldığının delili.

Sözlerini, “Şimdi o general de, o savcı da emekli” diye sürdüren Şahin, yargı mensuplarına Genelkurmay’da brifing verilmesini de yanlış buluyor.

“Bir dâvâ haklı nedenlerle açılabilir, bir parti de kapatılabilir; ama yargının Genelkurmay’a dâvet edilmesi yanlıştı” diyen Şahin, Türkiye’nin öyle bir süreçle yeniden karşılaşmamasını diledi.

ERBAKAN’A KİMSE KARŞI ÇIKAMAZDI

Başbakan yardımcısı Şahin’in bu sözleri üzerine, Hürriyet yazarı Şükrü Küçükşahin’in “O günkü partiniz ile Başbakan Necmettin Erbakan’ın hiç yanlışı olmadı mı? Örneğin, Başbakanlık Konutuna tarikat liderlerinin dâvet edilmesi, Libya gezisi” sorusunu yönelterek, “Bunu söylediniz mi?” diye sorunca, Başbakan Yardımcısı’nın cevabı,”O gün partimizde, bunun yanlış olduğunu Sayın Başbakan’a, Genel Başkan’a diyecek cesareti gösterecek biri çıkamazdı” şeklinde oldu. Bugünkü partisi AKP’de durumun farklı olduğunu ifade eden Şahin, şöyle devam etti: ”8 istişare toplantısı yaptık. Milletvekilleri çıkıp bütün yanlışları söyleyebiliyor. İşte Ersönmez Yarbay, bunun bayraktarlığını yapıyor. Genel Başkan da saygıyla dinliyor, Yarbay da itibar gören bir arkadaşımız.” Bediüzzaman 100 sene önce söylemişti Din umumun mukaddes malıdır Hem umumun mâl-ı mukaddesi olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslektaşlarına daha ziyade has göstermekle, kavî bir ekseriyette dine aleyhdarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek ise, muharriki tarafgirliktir. (Sünûhat, s. 65-68, Y.A.N.) Hiçbir siyaset, İslâmiyeti kendine âlet edemez Hakikat-i İslâmiye bütün siyâsâtın fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir siyasetin haddi değil ki, İslâmiyeti kendine âlet etsin. (Hutbe-i Şamiye, s. 62, Y.A.N.)

YENİ ASYA / İSTANBUL

02.03.2007


 

Arınç: 28 Şubat’a kadar AB’ye düşmandım

Sabah yazarı Aslı Aydıntaşbaş dünkü köşesinde TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın 2005 yazında, şu anda Başbakanlık Sözcüsü olan Mehmet Akif Beki’nin Kanal 7’de yayınlanan “İskele Sancak” programında kendisinin de aralarında bulunduğu birkaç gazeteciye önemli açıklamalarda bulunduğunu yazdı.

Aydıntaşbaş, TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın “28 Şubat’a dek, AB’ye düşmandım. Türkiye’nin AB üyeliğinden söz etmeyi vatana ihanet sayardım. Ancak bu bizim gözümüzü açan, adeta turnusol kâğıdı gibi bir süreç oldu” dediğini aktardı. Aslı Aydıntaşbaş, yazısının devamında Arınç’ın şu sözlerine yer verdi: “Ben 1995’te parlamentoya girdim. Bazı olayları bizzat yaşadım. Başkaları yatağında rahat yatarken, ben uyuyamıyordum. Gelişmeleri kendi içimizde değerlendirdik ve bir karara vardık. 28 Şubat sürecinde yaşadıklarım, beni AB hedefine gitme konusunda ikna etti. Bu hedefe gitme gereğine inandım.”

“28 Şubat, Türkiye’de Milli Görüş hareketinin ‘ılımlılaşması’ ve merkeze yanaşmasında tayin edici rol oynadı” diye yazan Aslı Aydıntaşbaş, şöyle devam etti: ”28 Şubat sayesinde Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan gibi genç nesil muhafazakâr siyasetçiler, Necmettin Erbakan’ın temsil ettiği demode üçüncü dünyacı İslâmcı çizgiye bayrak açabildiler. 28 Şubat yaşandığı için Refah Partisi’nin anti-tezi doğdu. 28 Şubat nedeniyle muhafazakâr kesim içinde Üçüncü Dünyacı ya da “Batı düşmanı” olmayanlar sesini yükseltebildi. .... Kısacası AK Parti, 28 Şubat sayesinde doğdu. Kendini ‘Müslüman Demokrat’ diye tanımlayan genç, dinamik, dünyayla barışık insanlar ortaya çıktı. “

YENİ ASYA / İSTANBUL

02.03.2007


 

Emekli paşanın derdi Türkçe ibadet

MGK eski Genel Sekreteri emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, dinde reform yapılması ve din dilinin Türkçe’ye çevrilmesi gerektiğini söyledi. Kılınç, dinin “sosyal faaliyet” olarak toplum hayatında yer almasını istedi.

Can Dündar’ın NTV’de sunduğu “Onuncu yılında 28 Şubat” konulu “Neden” programına katılan emekli Orgeneral Tuncer Kılınç şunları söyledi:

“Dinin sosyal hayatta önemli bir yeri olduğunu ama dinin her şey demek olmadığını bir defa insanlarımıza anlatmamız lâzım. Türkiye’nin sıkıntısı temelde diliyle dinin dili ayrı. Türk insanı her ne kadar İslamiyet’te ruhban sınıfı yok ise de adeta dil nedeniyle bir ruhban sınıfı doğmuştur. İslamiyet’in en kutsal tarafı en yüce tarafı arada kulla tanrı arasında bir başka insanın olmamasıdır ama gelin görün ki Türkiye’de dilimiz başka, dinimizin dili başka, biz o dinin gereklerini veya içeriğini çok iyi anlayamadığımız için arada birileri insanlarımıza yardımcı oluyor.

“İrticanın kökeninde bu yatıyor. Her ne olursa olsun Türkiye öncelikle dinde reform yapmak mecburiyeti ve kendi ana diliyle eğitim yaptığı gibi dini vecibelerini kendi diliyle yapması lazım. Aksi halde biz giderek Araplaşıyoruz, özümüzü kaybediyoruz. Biz kendimizi kaybediyoruz. Türk türklüğünü yaşayamıyor. Bu bakımdan bir defa dinin rütüelleriyle, ibadetiyle, vecibeleri neyse bunu kendi dilimizle kendi yüreğimizle, beynimizle anlayarak yapmamız lazım.”

Tuncer Kılınç, şöyle devam etti:“Bunu anlamadan, etmeden bir takım dualar ediyorsunuz, bir takım rütüeller icra ediliyor, içeriğini bilmiyorsunuz. Ne dediğinizi bilmiyorsunuz, adeta işte böyle ezberletilmiş bir plak gibi kendi kendinize bir şeyler söylüyorsunuz. Türkiye’nin bundan kurtulması lazım. Bundan kurtulduğu zaman gerçek dinini başkalarının eline kalmayacak şekilde arada hacı, hoca, tarikat reisi falan filan gibi unsurlar olmadığı zaman din daha sade, herkesin kolayca anlayabileceği bir şey olacaktır, sosyal faaliyet olacaktır.” 28 Şubat’ın ilelebet yaşayacağını ileri süren Kılınç, Demokrat Parti’nin ortaya çıkışını da “gerçek karşı devrim” olduğunu sözlerine ekleyerek, “Bir devrimle bir düzen değiştirmişsiniz o devrimin bir karşı devrimi başlamış. Gerçek karşı devrim 46’dan itibaren başlamıştır” dedi.

İbrahim DOĞRU / ANKARA

02.03.2007


 

Darbeler orduyu yıpratıyor

Gazeteci-yazar Nazlı Ilıcak, “Müdahaleler orduyu yıprattığı için, biz bunları istemiyoruz. Onlar müdahale ettiklerinde bir kesimin tarafında, bir kesimin karşısında oluyorlar. 12 Eylül’de, Evren’in şahsında insanlar askere kızdılar. TSK’yı tartışmaların içine çekmemek gerekir. TSK siyasî iktidarın emrinde, ülkemizin esenliği için görevini yerine getirmelidir” dedi.

DEVAMI RÖPORTAJ SAYFASINDA

Hasan Hüseyin KEMAL

02.03.2007


 

Babacan: Anayasa Mahkemesi ayrımcılık yaptı

Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, Türkiye’nin bundan sonra AB ile ilişkilerinde kendi takvimi içinde yapacaklarını içeren detaylı bir dokümanı, Mart ayı sonu Nisan başı gibi açıklayacaklarını bildirdi.

Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, AB yetkilileri ve finans evreleri ile görüşmelerde bulunmak üzere Brüksel ve Londra’yı kapsayan gezisi öncesinde Ankara Esenboğa Havaalanında açıklamalarda bulundu. Hükümet olarak AB’ye uyum ile ilgili çalışmalara yoğun bir şekilde devam ettiklerini belirten Babacan, 600 sayfaya yakın dokümantasyon oluştuğunu, bunların sadece çıkarılacak yasalar, kurumsal yapılanma ve düzenlemelerle ilgili kısa bilgilerden ibaret olduğunu anlattı.

Babacan, ‘’Türkiye’nin bundan sonraki AB ile ilişkilerinde kendi takvimimiz içinde yapacaklarımızın detaylı bir dokümanını Mart sonu Nisan başı gibi açıklamış olacağız’’ dedi. Babacan, “Türkiye’nin AB’ye katılım süreci çok boyutlu olarak devam etmek zorunda. AP ile düşünce kuruluşlarıyla, sivil toplum örgütleriyle ilişkileri güçlendirmemiz de gerekiyor. Bilgilendirme lobi faaliyetleri bu dönemde büyük önem taşıyacak. Sivil toplum örgütleri ve meslek örgütlerimizin bu süreçte etkin bir şekilde yeralması da bu dönemde büyük önem taşıyor.” diye konuştu.

/ ANKARA

02.03.2007


 

TBMM İnsan Hakları Komisyonu Adana’da

TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyelerinden oluşan 16 kişilik heyet Dr. Ekrem Tok Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi’nde hastalara yapılan kötü muameleyi araştırmak amacıyla Adana’ya geldi.

Adana Şakir Paşa Havaalanı’nda açıklama yapan TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış, 16 kişilik heyetle geldiklerini belirterek, Adana ve Mersin’de incelemelerde bulunacaklarını kaydetti. Elkatmış, “Adana ve Mersin’de incelemeler yapacağız. Bu incelemeler şikayet üzerine değil, rutin incelemeler. Bu kapsamda buradayız. Yapılan incelemelerin ardından gerekli açıklamayı yapacağız” dedi.

/ ADANA

02.03.2007


 

Türkiye’nin geleceği Avrupa’da

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk, ‘’Türkiye’nin geleceği Avrupa’da. Avrupa konusu, kısa süreli, kısa vadeli bir proje olarak algılanmamalı” dedi.

Lagendijk, DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ı parti genel merkezinde ziyaret etti. Lagendijk, ziyaretten sonra yaptığı açıklamada, Ağar ile AB konusunda görüş birliği içinde olduklarını söyledi.

Türkiye’nin AB’ye katılımının, son günlerde Türkiye’de popülerliğini kaybettiğini belirten Lagendijk, ‘’Fakat yine de Türkiye, açık bir biçimde siyasi liderlikle AB yolunda ilerlemeye devam etmeli. Çünkü sonuçta, Türkiye’nin ve AB’nin paylaştığı ortak değer ve menfaatler söz konusu’’ dedi.

AB üyeliği konusunda ‘’hedefe odaklanılmasının ve kararlı bir şekilde ilerlenmesinin önem taşıdığını’’ vurgulayan Lagendijk, ‘’Türkiye’nin geleceği Avrupa’da. Avrupa konusu, kısa süreli, kısa vadeli bir proje olarak algılanmamalı. Bu zorlu bir süreç. Kısa vadeli, seçime dayalı endişeler üzerine değil, Türkiye’nin menfaati düşünülerek AB hedefi üzerine odaklanılmalı’’ diye konuştu. DYP lideri Ağar ise AB meselesini ‘’iç siyaset meselesinin dışında, ekonomik siyasi entegrasyon projesi’’ olarak gördüklerini söyledi. Ağar, AB üyeliği konusunda ‘’Türkiye’nin kendi kararlılığı ile yürümesi gerektiğini’’ kaydetti. Ağar, bir soru üzerine eyalet meselesinin, geçmişte ekonomik bölge valilikleri şeklinde gündeme geldiğini belirterek, ‘’Ben üniter devletten yanayım. Bunları da tartışma alanlarında tartışır herkes. Buna bir şey diyemem’’ dedi.

/ ANKARA

02.03.2007


 

AB için bir hedef, tarih belirlenmeli

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Mustafa Koç, Türkiye’nin, (AB’ye) tam üyelik için iç ve dış dinamikleri zorlayacak bir hedef tarih belirlemesi, bu tarihin, AB’nin yeni bütçe dönemi ve Avrupa Parlamentosu seçimleri göz önüne alındığında 1 Ocak 2014 olması gerektiğini bildirdi.

TÜSİAD Olağanüstü YİK toplantısının açılışında konuşan Koç, bu yıl yaşanacak cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimlerin Türkiye’nin geleceği açısından kritik bir dönemeci oluşturduğunu söyledi.

Koç, ‘’Türkiye; hepimizin gayretleriyle 2007 yılından toplumsal uzlaşmasını sağlamış, siyasal istikrarını korumuş, küresel ekonomik rekabet gücünü artırmak, ekonomik ve sosyal yapısını güçlendirmek için yeni bir reform programını başlatmış olarak çıkmalıdır. Bunu gerçekleştirebilmemiz, orta ve uzun vadeli ülke gündemi konusunda tüm kesimlerin mutabakatının sağlanmasıyla yakından ilgilidir’’ diye konuştu.

/ İSTANBUL

02.03.2007


 

Danıştay kararı belediyeye ulaştı

Danıştay 6. Dairesinin, ‘’Beykoz Belediyesinin Acaristanbul’a verdiği yapı ruhsatının iptaline ilişkin yerel mahkeme kararını onamasına ilişkin kararı’’ Beykoz Belediyene ulaştı.

Beykoz Belediyesinden yapılan açıklamada, Danıştay 6. Dairesinin konuyla ilgili kararının dün mesai saatleri içinde Hukuk İşleri Müdürlüğüne tebliğ edildiği bildirildi. Açıklamada, ilgili dosyanın Hukuk İşleri Müdürlüğünden İmar İşleri Müdürlüğüne gönderileceği, ardından da Belediye Başkanı Muharrem Ergül’e sunulacağı belirtildi.

Belediye Başkanı Ergül’ün dosyayı Belediye Encümeni’ne sevk etmesi halinde önümüzdeki Salı günü yapılacak olağan encümen toplantısında konunun gündeme alınabileceği ifade edildi. Bu arada, Zekai Emeç’in istifasıyla boşalan Encümen üyeliği için Pazartesi günü Belediye Meclisi’nde seçim yapılacağı öğrenildi.

/ İSTANBUL

02.03.2007


 

Her beş kadından biri şiddet mağduru

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi’nin Mersin Koordinatörü Avukat Ömer Ayaz, dünyada her beş kadından birinin fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kaldığını söyledi.

Ayaz, Mersin’in Tarsus ilçesinde kurulu Çevre kültür ve Sanat Merkezi Derneği’nin (ÇEKSAM) düzenlediği “Türkiye’de Kadın ve İnsan Hakları” konulu konferansta, tüm ülkelerde kadınlara şiddet uygulandığını belirtti.

Dünyada her beş kadından birinin fiziksel ya da cinsel şiddette uğradığını belirten Ayaz, “Bu oran, Türkiye için üç kadından biri olarak belirlenmiştir. Ayrıca, dünyada her yıl beş binden fazla kadın, namus neden gösterilerek yakınları tarafından öldürülüyor” dedi.

Hastahanelerin kurumsal olarak şiddetin üzerine gitmesinin varoluş gerekçelerine uygun olduğunu anlatan Ayaz, “Sağlıklı yaşantılar için sağlığı tehdit eden etkenler ortadan kaldırılmalı. Ev içi şiddetin nedenlerine yönelerek ortadan kaldırmak isteyen her girişim, toplum sağlığını hedeflediği için sağlık kurumlarının doğrudan ilgi alanına girmelidir.

Aşı kampanyaları ne kadar önemliyse bu konu da bir o kadar önemlidir. Dünyada ev içi şiddet, kanser sebebiyle ölüm ve sakatlanmalara denk görünüyor. Konunun önemi ve aciliyeti ortada” şeklinde konuştu.

/ TARSUS

02.03.2007


 

Sözleşmeli öğretmenlere meslekî eğitim

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Personel Genel Müdürü Remzi Kaya, yaptığı yazılı açıklamada, sözleşmeli olarak istihdam edilen öğretmenlerin hizmet sözleşmelerinde, “Personel, sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren bir yıl içinde meslekî eğitime tabi tutulur” hükmü bulunduğunu anımsattı.

Bu hüküm doğrultusunda, sözleşmeli öğretmenler, kamu görevinin gerektirdiği bilgi ve becerilerin kazandırılması, Türk Millî Eğitim sisteminin genel amaç ve temel ilkeleri, millî eğitim mevzuatı ile öğretim yöntemleri, tutum ve davranışları ve benzeri yönlerden yetiştirilmeleri amacıyla mesleki eğitime alınacaklar.

Sözleşmeli öğretmenler, kadrolu aday öğretmenlerle birlikte eğitime alınabilecekler. Kadrolu öğretmen bulunmadığı durumlarda ise yalnızca sözleşmeli öğretmenler için de eğitim programları düzenlenebilecek. Hizmetiçi Eğitim Dairesi Başkanlığı’nca düzenlenen hizmet içi eğitim faaliyetlerine de istemeleri halinde katılabilecekler.

/ ANKARA

02.03.2007


 

ÖNDER, YÖK’ü ciddiye almıyor

YÖK’ÜN ‘Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi’ Raporuna dair bir basın açıklaması yapan ÖNDER İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği Başkanı Yusuf Ziyaeddin Sula, “YÖK, eğitim sistemimiz için lüzumlu bir kurum değildir. Eğitim için değil eğitimsizlik için çalışmaktadır. Dolayısı ile ciddiye almıyoruz” dedi.

ÖNDER Başkanı Sula, sözkonusu raporun aylar önce Başbakanlık, tüm bakanlıklar, sivil toplum örgütleri ve üniversitelere de gönderildiğini ve bu kurumlar tarafından da ciddiye alınmadığını ifade ettiği açıklamasında, “Bu da YÖK konusunda bizim gibi düşünenlerin sayıca çok olduğunu göstermektedir” dedi.

YÖK’ün kadın düşmanı olduğunu ve cinsiyet ayrımı yaparak, kıyafet bahanesiyle kız öğrencilerin eğitimlerinin önüne set koyduğunu belirten Sula, farklı katsayı uygulamasını da ‘YÖK’ün terazisi bozuk’ ifadeleriyle hatırlattı.

Raporda, imam hatiplerden bahsedilen bölümün konuyla ilgili kurum ve sivil toplum örgütlerinden bilgi alınmamasını da eleştiren Sula açıklamasında, “YÖK yönetimi ve üyeleri, imam hatip konusunda bir analiz ve öneri ortaya koyacakları zaman, bilim adamı vasıflarının gereği olarak, konuyu öncelikle bu camia ile tartışmayı, konuşmayı, dinlemeyi bilmeliydiler. YÖK bu hali ile ciddî değildir, siyasî komplolar peşindedir, bilim etiğinden uzaktır, hürriyet karşıtıdır” ifadelerinde bulundu.

Sula açıklamasında, sözkonusu kurumun yerine adil, eğitim dünyasının önünü açan, darbe ürünü değil sivil inisiyatifin oluşturduğu hür müesseselerin kurulması beklentisinde olduklarını da aktardı.

YENİ ASYA / İSTANBUL

02.03.2007


 

Soba yanarken uyumak güvenli değil

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, sobadan sızan karbonmonoksit gazının kokusuz, renksiz ve öldürücü bir zehir olduğunu belirterek, “Soba yanarken uyunuyorsa, asla güvende olunamaz” dedi.

Sobadan sızan karbonmonoksit zehirlenmelerinin, sık görülen ve çoğunlukla ölümle sonuçlanan bir durum olduğunu belirten Prof. Dr. Özlü, zehirlenen kişinin, bu gazı soluduğunda önce hiçbir şey fark etmediğini ve karbonmonoksitin kısa sürede kandaki oksijenin yerini alarak ölüme sebep olabildiğini söyledi.

/ TRABZON

02.03.2007


 

“Karşı atak çabası var”

“Sivil Toplum ve Siyaset” başlıklı panelde konuşan Prof. Dr. Ömer Çaha, 2002’de ilan edilen Ulusal Program ile birlikte toplum-devlet ilişkilerinde yeni bir döneme girildiğini belirtirken, bu sürece karşı 28 Şubat’takinden daha sinsi bir atak oluşturulmaya çalışıldığı uyarısında bulundu.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, Sivil Toplum Dergisi’nin katkılarıyla düzenlediği “Sivil Toplum ve Siyaset” başlıklı panelde konuşan Fatih Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ömer Çaha, 1950’den sonra Türkiye’nin toplum-devlet ilişkileri açısından ciddi sarsıntılar geçirmekle birlikte çok köklü değişiklikler yaşamadığını ifade etti. Sözkonusu dönemde zihniyet açısından yeni paradigma denebilecek değişim olmadığını anlatan Prof. Dr. Çaha, “1980 sonrası dönem ise kültürel ve zihniyet değişimi açısından çok önemli bir dönemdi. Bu dönemde en çok yükselen değerler özgürlük ve sivil değerler oldu” dedi.

MEDYA DA CİDDÎ KATKI SAĞLADI

Kutsal devlet anlayışının sorgulandığı 83-93 dönemine medyanın da katkı sağladığını söyleyen Çaha, “Türkiye’deki kadar antidemokratik medya bulamazsınız başka bir yerde. Ama 80 sonrası dönemde medya ciddi katkı sağlamıştır bu sürece ve aşkın devleti sorgulamaya başlamıştır” dedi.

Her yeni gelişmenin reaksiyonunu beraberinde getirdiğine de değinen Çaha, “Türkiye’de de böyle. 80 sonrası on senelik döneme karşı gelişen reaksiyon, devletçi elitin reaksiyonuydu. Bunun başını Demirel çekmiştir” şeklinde konuştu.

Devletin, insan haklarını sistemin merkezine yerleştirdiği Ulusal Program’ın ilan tarihi olan 2002’den bu yana bir karşı atağın oluşturulmaya çalışıldığını söyleyen Çaha, bu karşı atağın çok daha sinsi, topluma maledilen, bilinçli bir atak olduğunu vurguladı ve “Bu dönemde stk ların nereye meyledeceği çok önemli bir rol taşımaktadır” dedi. Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen panelin bir diğer konuşmacısı ise Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden Doç. Dr. Burhanettin Duran’dı.

GERİDE 'KAYIP ON YIL' KALDI

Türkiye’nin siyaset algılarından birisinin, kökleri Osmanlıya dayanan güçlü devlet anlayışını yansıtan vesayetçi anlayış olduğunu söyleyen Doç. Dr. Duran, “Bu yaklaşım dört başlıkta incelenebilir. Siyasal paranoyalar üretimi, amaç odaklı meşruiyet, patronaj ve cemaatçilik, metafiziksel siyaset anlayışı. Bunlar aslında siyaset karşıtlığı içeriyor” dedi. 28 Şubat sürecinde siyaset karşıtlığının yeniden üretildiğini ifade eden Duran, bu dönemde özgürlüklerin hızla herşeyin güvenlikleştirildiği bir sürece savrulduğunu, bu yüzden geride kalan on yılın ‘kayıp bir on yıl’ olduğunu vurguladı.

Güvenlik tehditleri etrafında şekillenen siyasetin Türk halkı tarafından benimsenmediğini konuşmasında dile getiren Duran, “Bu yolu tercih eden siyasetçilerin önemli bir kısmının 2002’de tasfiye edilmesi bunun bir göstergesidir” dedi.

Konuşmasında, AB sürecinin bir yandan demokratikleştirici bir manivela işlevi görürken, diğer yandan ciddi bölünmeler doğurduğunu da anlatan Duran, seçilmişlerin elini güçlendirecek bir sivil toplumun gelişmesi temennisiyle konuşmasını noktaladı.

Naciye KAYNAK / İSTANBUL

02.03.2007


 

Çocukları Karagöz uyaracak

Bursa Valiliğince yürütülen, “Sağlıklı Gelecek, Maddeye Değil Sevgiye Bağlıdır” projesi kapsamında, çocuklar kötü alışkanlıklar ve zararlarını Hacivatlı-Karagözlü gölge oyunu sayesinde öğrenecek.

Valiliğin koordinasyonunda, Bursa Devlet Tiyatrosu’nca projeye özel olarak hazırlanan “Yazıcı-İnternet kafe” adlı gölge oyununda, Bursa’nın simgelerinden olan Karagöz ve Hacivat, kötü alışkanlıklara karşı çocukların dikkatli olmalarını istiyor. Oyunda, uykuya dalınca rüyasında 2007 yılında yaşadığını gören Karagöz, açtığı internet kafede çocukları ve gençleri, sigara, uyuşturucu, içki gibi zararlı alışkanlıklara karşı uyarıyor. Oyunun yönetmeni Mustafa Mutlu, sağduyunun sembolü olan Karagöz’ün çocuklar tarafından çok sevilen bir karakter olduğunu, bu sebeple çocuklara kötü alışkanlıklarla ilgili vermek istedikleri mesajlarda Karagöz’den yararlandıklarını söyledi. Oyunda yeni neslin hem Karagöz’ü öğrenmelerini hem de Karagöz aracılığıyla kötü alışkanlıklar ve zararları hakkında bilgi sahibi olmalarını hedeflediklerini ifade eden Mutlu, şöyle konuştu:

“Eğlenirken de gülerken de bir şeyler öğrenilebilir. Bunun en kolay yolu tiyatro. Bursa ve ilçelerindeki çeşitli sahnelerde oynayacağız bu oyunu. Bursa’nın köylerine de turne yapacağız. Karagöz ve Hacivat kötü alışkanlıklara savaş açtı. Bu savaşta çocukların bilgilendirilmesi çok önemli. Çünkü ağaç yaşken eğilir.”

“Yazıcı” oyununda çocuklara hitap eden internet kafe, “rap müzik” gibi unsurlara yer verdiklerini belirten Yazıcı, “Çocuklara bir şeyler öğretmek isterken onların bildiği noktalardan hareket etmeye çalıştık” dedi. Bursa Devlet Tiyatrosu Müdürü Ömer Naci Topçu da, Bursa Devlet Tiyatrosu’nun bu yılki çocuk oyununun Karagöz üzerine yapıldığını, Karagöz karakterinin bu sezon “Yazıcı-İnternet Kafe” ve “Salıncak” olmak üzere iki ayrı oyunla seyirciyle buluşacağını kaydetti. Karagöz’ün Türkiye’nin geleneksel bir değeri, aynı zamanda Bursa’nın simgelerinden biri olduğunu anlatan Topçu, çocukların gölge oyunu aracılığıyla kötü alışkanlıkların zararlarını daha kolay öğrenebileceklerini düşünerek oyunu hazırladıklarını bildirdi.

“OYUNU KÖY KAHVELERİNE KADAR SOKACAĞIZ”

Proje yöneticisi Bursa Vali Yardımcısı Halis Arslan da oyunda, geleceğin teminatı olan çocukları kötü alışkanlıklardan korumak için çok güzel mesajlar bulunduğunu belirterek, şunları söyledi: “Bu oyunu köy kahvelerine kadar sokacağız. Karagöz gösterisi gençlerimizi kötü alışkanlıklara karşı korumak için yürüttüğümüz bir dizi faaliyetin parçası. Karagöz toplumun sağduyusu, kültürümüzün parçası. Biraz nüktedan ve düşündüren ögeler taşıyor. İnsanlara mesajlarımızı tiyatro aracılığıyla vermek daha büyük bir etki yapıyor. Çocukların bu oyunu aileleriyle birlikte izlemelerini istiyoruz.”

02.03.2007


 

Annelere “etnik” ayrımcılık

İngiltere’de yapılan bir araştırma, küçük yaşta çocukları olan annelerin, iş hayatında, engelliler ve etnik kökenlilerden daha fazla ayrımcılığa maruz kaldıklarını ortaya koydu.

Sonuçların bugün yayımlanan ve İngiliz toplumundaki eşitsizlikler hakkındaki “Adalet ve Özgürlük” adlı hükümet araştırmasına göre, çocuğu 11 yaşından küçük olan bir annenin, bir erkeğe göre yüzde 45 daha az iş bulma şansına sahip olduğu ortaya çıktı.

Pakistan ya da Bangladeş kökenli kadınların ayrımcılıktan en çok nasibi alanların başında geldiği belirtilen araştırmada, bu çalışma için 122 iş bulma ajansının görüşünün alındığı, bunlardan yüzde 70’inin, işverenlerden “hamile kadınlar, hatta çocuk sahibi olma yaşındaki kadınların işe alınmasını engelleme talebi” geldiğini söylediği belirtildi.

İngiliz İnsan Hakları ve Eşitlik Komisyonu Başkanı Trevor Phillips ise kadınların ve engellilerin İngiliz toplumunda çoğunluğu oluşturduğunu belirterek, kadınların işsizliğinin maliyetinin yılda 28 milyar sterlin olduğunu söyledi.

02.03.2007


 

“Dazlak”lıktan kurtuldular

Erzurum’un “Dazlak” köyünün adı, köy sakinlerinin yaşadığı bazı problemler sebebiyle “Çamlıyayla” olarak değiştirildi.

Narman ilçesine bağlı 300 nüfuslu Çamlıyayla köyü Muhtarı Uğur Akay, Dazlak köyü adını duyanların kendilerini Alman ya da “saçlarını kazıtan insanlar” olarak algıladığını ifade etti. Bu yüzden bazı sorunlar da yaşadıklarını anlatan Akay, köyün ismini değiştirmek zorunda kaldıklarını söyledi.

“Dazlak” adı yüzünden trajikomik olaylar yaşadıklarını dile getiren Akay, “Köyümüzün adını söylediğimizde bizimle dalga geçiyorlardı. Dazlak adı yüzünden alay konusu olmuştuk” dedi.

İnsanların dalga geçmemesi için Dazlak köyünden olduklarını söylemediklerini belirten Akay, şunları kaydetti: “Köyümüzün adını bilmeyenler, yabancı köylerden olanlar bizimle dalga geçiyordu. Hatta köyümüzün erkeklerine kız verilmiyordu. Dazlak köyü adını duyanlar bizleri Alman zannederek kız vermek istemiyordu. Kimlik dahi gösteremiyorduk. Ayrıca köyümüzün askerdeki gençleri ile ‘dazlak mısınız?’ diye alay ediyorlarmış.”

02.03.2007


 

İstanbul uzmanı rehber yetiştirilecek

Kültür ve Turizm Bakanlığı, “2010 Avrupa Kültür Başkenti” uygulamaları kapsamında, “İstanbul Kültür-Turizm Rehberliği, Rehberlikte Uzmanlaşma Eğitimi” düzenleyecek.

“İstanbul Kültür-Turizm Rehberliği, Rehberlikte Uzmanlaşma Eğitimi”, İstanbul Ticaret Odası’nın iş birliği ile gerçekleştirilecek.

“2010 Avrupa Kültür Başkenti” uygulamaları kapsamında, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan belgeli bütün profesyonel turist rehberlerinin başvurusuna açık olan eğitimden, 100 rehber

yararlanabilecek. Bu eğitimler için müracaat eden profesyonel turist rehberleri, bakanlıkça oluşturulan komisyonca belirlenerek, 50’şer kişilik iki ayrı gurup halinde eğitime tabi tutulacak.

Rehberlikte uzmanlaşma eğitimleri, 15 gün teorik ve pratik eğitim, 1 gün de sınav olmak üzere toplam 16 gün sürecek. Eğitim programının sonunda yapılacak sınavda başarılı olan profesyonel turist rehberlerine, “İstanbul Kültür-Turizm Rehberliği, Rehberlikte Uzmanlaşma Eğitimi Başarı Belgesi” verilecek.

02.03.2007


 

Siyahîlere “zenci” demek yasak

ABD’nin New York şehri Belediye Meclisi, siyahiler için son derece rahatsız edici “nigger” (negro-zenci) kelimesinin kullanımının yasaklanmasını istedi.

New York Belediye Meclisi’nin oybirliğiyle aldığı ve yasal yaptırım değeri bulunmayan “sembolik yasak”, “N ile başlayan kelime”nin (ABD’de nigger kelimesini yazmak ya da telâffuz etmekten kaçınmak amacıyla kullanılan siyasî ifade) özellikle bizzat siyahî gençler tarafından rap şarkılarında giderek artan bir şekilde kullanımına engel olmayı amaçlıyor. Danışman Leroy Comrie tarafından hazırlanan önergede, “New York Belediye Meclisi mensuplarının, N ile başlayan kelimenin şehirde kullanımına sembolik bir yasak getirerek, sessiz kalmayacakları ve kültürel cehalet içindeki çocuklarını seyretmekle yetinmeyecekleri” belirtildi. ABD’de üç ay önce Seinfeld dizisinin eski aktörü Michael Richards’ın, bir skeç sırasında bir izleyiciye bu kelime ile hakaret etmesi skandal olarak değerlendirilmişti.

02.03.2007


 

Yerçekimsiz ortamda uçacak

“Zamanın Kısa Tarihi” kitabıyla milyonlara ulaşan ünlü İngiliz fizik teorisyeni ve evrenbilimci Stephan Hawking, yakında kısa bir uçma tecrübesi yaşayacak.

Sinir sistemine zarar veren Amyotrofik lateral skleroz (ALS) hastalığı sebebiyle neredeyse bütün vücudu felç olan ünlü bilimci, 26 Nisanda özel bir kuruluşun düzenlediği “sıfır yerçekimi” uçuşuna katılacak. Merkezi Florida’da olan uzay turizmi ve eğlence şirketi Sıfır Yerçekimi Kuruluşu’nun düzenlediği uçuş, Kennedy Uzay Üssü’nden başlayıp, yine burada sona erecek. Hawking, yaptığı açıklamada, “Bütün hayatım boyunca yerçekimi ve kara delikler üzerine çalışmış bir insan olarak, ağırlıksızlık ve sıfır yerçekimi ortamını birebir yaşayacak olmam nedeniyle çok heyecanlıyım” dedi.

02.03.2007


 

“Parasıyla değil mi?” diyenlere tedbir

Çin’de, 80’lerden beri uygulanan tek çocuk sınırlamasını cezaları ödeyerek delen ünlüler ve zenginler için yeni yasal düzenlemeler yapılacak.

Pekin News gazetesinin haberine göre, yasağı “ceza ödemeyi göze alarak” ihlâl edenler için “çifte ceza” ve çeşitli yaptırımlar uygulamaya başlanmasının planlandığı belirtildi. Ulusal Nüfus ve Aile Planlaması Komisyonu’ndan üst düzey bir yetkili, “Ünlülerin ve zenginlerin büyük çoğunluğunun 2 çocukları olduğunun tesbit edildiğini, bunların yüzde 10’unun 3 çocuk sahibi olduğunu” kaydetti.

02.03.2007


 

“Çok eşlilik suç olmasın”

Kırgızistan Adalet Bakanı Marat Kayıpov, ülkede çok eşliliğin suç sayılmasını eleştirerek, konuyla ilgili yeni bir kanun üzerinde çalıştıklarını açıkladı.

Kayıpov, birden fazla kadınla evlenmenin suç olmaması gerektiğini savunarak “Çok eşlilik topluma zararlı değil” dedi. Birden fazla kadınla evlenmenin cezaî bir yaptırımı olmaması gerektiğini düşündüğünü anlatan Kayıpov, şöyle konuştu: “Ceza kanununa göre, birden fazla kadınla evlenmenin 2 yıl hapis cezası var. Hapis cezası alan kişinin ailesi bu durumda mağdur oluyor ve maddî manevi pek çok sıkıntıyla karşılaşıyor. Birden fazla kadınla evlenmek, topluma zararlı bir davranış değil. Bu konuda verilen cezayı da haklı bulmuyoruz.”

Toplantıda konuşan Kırgızistan Müslüman Bayanlar Derneği Başkanı Frontbek Camal de Marat Kayıpov’un fikirlerini destekleyerek, “Eğer birden fazla eş alma serbest bırakılacaksa; bu şeriat kurallarına uygun olmalıdır. Erkek eşlerine adaletle davranıp geçimlerini sağlayabilecekse çokeşlilik neden olmasın” diye konuştu.

02.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004