Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Darbe ile yargı!

Nokta dergisi, bizim mesleğin eski deyişiyle fikr-i takip içinde, daha önce başlattığı haber konusunu deşmeye devam ediyor.

Son sayısının kapağı şöyle:

“Hayret verici ayrıntılarıyla SARIKIZ ve AYIŞIĞI: 2004’te iki darbe atlatmışız! Emekli Oramiral Özden Örnek’in birkaç sayfası yayımlandığında büyük tartışma yaratan günlükleri...”

Ayrıntılı, heyecanlı 50 sayfa!

Bir solukta okunuyor.

2003 ve 2004 yıllarıyla ilgili.

Zamanın bütün genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının isimlerinin geçtiği sayfalar...

Özetine gelince:

Asker, Başbakan Erdoğan hükümetinden memnun değil. Bu yüzden onun yolunu kesmek için sonu darbeye kadar gidebilecek müdahale hazırlıkları yapıyor. Bildiri yayımlamak, hükümete muhtıra vermek gibi seçenekleri tartışıyor.

Bu amaçla kamuoyunun nasıl oluşturulacağı, medya ve üniversiteden nasıl yararlanılacağı, sendikaların hangi yolla harekete geçirileceği, sokağın nasıl hareketlendirileceği gibi konular ele alınıyor, tartışılıyor, hatta kâğıda dökülüyor.

2003 ve 2004’te oluyor bunlar.

Sanal ortamda yayımlanmış olan bu günlükler gerçekten eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Örnek’e mi ait? Emekli komutanın bu soruya yanıtı hayır. Hayatında hiç günlük tutmadığını söylüyor.

O zaman?..

Konuyu kapatacak mıyız?

Sanmıyorum.

Çünkü gazeteci milletinin o dönemde duyduğu, haberleştirdiği, yorumladığı, bir kısmını da kendine sakladığı birçok olay ayrıntılarıyla Nokta’nın haberinde yer alıyor.

Nedir o bildiklerimiz?

Bazıları şöyle özetlenebilir:

(1) Şimdi emekli olan bazı kuvvet komutanlarının özellikle 2003 sonlarına doğru Erdoğan hükümetine karşı yeni bir 28 Şubat başlatmak istedikleri bilinir.

(2) Bunun için o tarihlerde medyayla en üst düzeyde temasa geçtikleri, bazı işadamlarının da nabzını yokladıkları sır değildir.

(3) Ancak, böyle bir girişimi başlatan komutanlar istedikleri sonucu alamazlar. Hükümetin özellikle ekonomi ve Avrupa Birliği ile ilgili politikalarını destekleyen işadamlarından yeni bir 28 Şubat için yeşil ışık yanmaz.

(4) Bu konuda zamanın kuvvet komutanlarının önünde bir engel daha vardır: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök... Özkök Paşa, askerin bir darbeye kadar gidebilecek müdahalesine karşıdır. Ne yapılacaksa, kapalı kapılar arkasında ve anayasal çerçevede içinde kalınarak yapılmasını savunur.

(5) Askeri müdahale konusunun yeniden kızışması, Kıbrıs’la ilgili Annan Planı’yla başlar. Kamuoyunda bu planı destekleyenler, bazı kuvvet komutanlarının karargâhlarında vatan haini olarak görülür. Aralarında bu satırların yazarının da bulunduğu 20 kişilik bir liste 2004 baharında, psikolojik savaş anlayışına uygun olarak sindirme uygulamak için basına sızdırılır.

(6) Kıbrıs’la ilgili en kritik zirvelerin yapıldığı tarihlerde askerin müdahalesi için, bildiri ya da muhtıra yayımlanması için bazı kuvvet komutanları bastırır. Ancak, Genelkurmay Başkanı Özkök buna yanaşmaz. Annan Planı’na karşı olduklarını yine kapalı kapılar arkasında Başbakan Erdoğan’a, Dışişleri Bakanı Gül’e söyler, ancak son sözün hükümete ait olduğunu da belirtir.

(7) Özkök Paşa’nın bu tutumundan özellikle zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’ın, zamanın Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’un ve zamanın KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın çok rahatsız oldukları bilinir. Hayal kırıklığına uğrayan Denktaş’a Özkök Paşa’nın “Anayasal olarak buraya kadar!” diyerek bir demokrasi dersi verdiği de kulislerden basına yansımıştır.

Burada kesiyorum.

Bu yedi noktaya başka noktaları da ayrıntılarıyla ekleyebilecek meslektaşlarım muhakkak vardır.

O yüzden, emekli Oramiral Özden Örnek’in böyle bir günlük tutmadığını varsaysak bile, NOKTA’nın bu yayınına kayıtsız kalınamaz. Çünkü, elli sayfalık bu ‘günlük’ün sayfaları arasında gerçek olan, yaşanmış olan birçok şeyin bulunduğu anlaşılıyor.

2003 ile 2004’te neler oldu?

Gerçekler neyse aydınlansın!

Bunun için vardır yargı...

Milliyet, 31.3.2007

Hasan CEMAL

01.04.2007


 

Darbeler ve amaçları

Ülkemizde 27 Mayıs 1960 ile başlayan askeri darbeler ve müdahaleler tarihi, bir şeyi kesin olarak gösteriyor: Bu darbelerin hiçbiri, ilan edilmiş amaçlarına ulaşmayı sağlamamıştır.

Askeri darbelere destek olan, bu yönde gelişmeleri kışkırtmayı görev sayan sivillerin ise daima basit bir amaçları olmuştur. O da, sistemin koşulları içinde kapamadıkları koltukları “ara rejim” koşullarında kapmaktır.

Son günlerde yine askeri müdahale ya da darbe meselesi çok fazla konuşulmaya başlandı. Bunun kaynağı da tabii ki kimilerinin bu fikri kafalarından tümüyle atamamış olmalarıdır. Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Örnek’e ait olduğu iddia edilen metinler kuşku ve kaygıların ortaya konması için son bahane oldu.

***

* 1960 darbesi başarılı oldu ama üç lideri asılan Demokrat Parti’nin devamı olarak ortaya çıkan Adalet Partisi de kısa sürede tekrar iktidara geldi.

* Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir’in 1962 ve 1963 yıllarındaki iki darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Aydemir ve sağ kolu Fethi Gürcan idam edildi.

* 12 Mart 1971 müdahalesi de “kardeş kavgasını önlemek” diye bir amaç ilan etti, bu arada daha büyük kardeş kavgalarının tohumlarını, güçlü bir şekilde attı.

* 1971’in ardından Türkiye en büyük kaos, en büyük ekonomik ve siyasi kriz dönemlerini yaşadı. Kardeş kavgası fiili bir iç savaşa dönüşme aşamasına geldi.

* 12 Eylül 1980’in amacı bu kaosu durdurmaktı. Durdurdular. Ancak kurmayı amaçladıkları siyasi yapı daha başından çöktü; halk, askerlerin “oy verin” dediği partiye değil sevmedikleri partiye oy verdi, onu iktidara getirdi.

* 12 Eylül’ün tortularının devamı da siyasi İslamın, bölücü hareketlerin güçlenmesi olarak ortaya çıktı.

* 1997’de siyasi İslam, Tansu Çiller’in desteğiyle iktidar olunca “28 Şubat süreci” denilen “postmodern” operasyon uygulandı. Amaç, siyasi İslamı etkisiz kılmaktı. Beş yıl sonra geleneksel siyasi İslamdan türemiş yeni bir parti, AKP tek başına iktidar oldu.

***

Bir askeri müdahale daha olursa sonuçları ne olur? Bu sorunun cevabında “terör önlenir” gibi bir unsurun yer alması mümkün değildir, çünkü terörle mücadelede temel eksen yirmi yıldır askeri yöntemlerdir. Bu konuda askerin elinin tutulduğunu söylemek büyük haksızlık olur.

İşsizlik azalır mı? Ekonomideki aksaklıklar giderilir mi? Avrupa Birliği ile ilişkilerde herkesin istediği yola girilir mi? Kıbrıs sorunu çözülür mü? Ermeni soykırımı meselesi Türkiye’nin başına bela olmaktan çıkar mı? Siyasi cinayetler sona erer, bütün çeteler dağıtılır mı?..

Bu soruların cevaplarını iyi düşünmek gerekiyor. Bunlardan herhangi birine bile “evet” cevabı vermek kolay değil. O zaman herkes iyi düşünsün, askerle oynamayı alışkanlık haline getiren kifayetsiz muhterisler de karanlık köşelerinden çıkmasınlar.

Vatan, 31.3.2007

Okay GÖNENSİN

01.04.2007


 

Verilmiş sadakamız varmış

Bu söz, biliyorum ucuz atlatılan görünmez kazaların ardından söylenir. Nokta Dergisinde emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in günlüklerinde anlatılanlar bir kaza değil, taammüden işlenecek tam iki darbe girişimini atlatmış olduğumuzu gösteriyor. Bir darbe teşebbüsünde bulunanlar çok önceden ortamı hazırlarlar. Yıllar öncesinden başlıyor süreç… 27 Mayıs birkaç yıl öncesinden başlatılmış bir sürecin sonucunda gerçekleşmiş. 12 Eylül de öyle… Yıllar öncesinden bizzat darbecilerin göz yumdukları, yetmiyorsa tırmandırdıkları terör olaylarının akabinde kendilerinin “halk tarafından dört gözle beklendikleri bir ortamı” hazırlamışlar, darbe öyle olmuştu. 28 Şubat’a da “darbe” yerine “süreç” denilmesinin bir sebebi çok uzun ve sistematik bir çalışmayla hazırlanması idi.

Oysa yayınlanan günlüklerde ortaya çıkan şey, darbe niyetinin de girişiminin de iyice sıradanlaşmış olduğu, ortam uygun olsun olmasın, neredeyse belli bir makama gelenin hemen düşünmeye başladığı bir iş haline gelmiş olduğu.

(...)

Komutanlarımızın gündemi tamamen farklı. Onlar bir araya geldikçe maç muhabbeti yapar gibi darbe muhabbeti yapıyorlarmış. Darbe planlaması bir tür eğlence halini almış. Sanki 3. Dünya ülkelerinin meşhur “sabah erken kalkanın yönetime el koyduğu” bir kişisel ihtiras ortamı kaplamış ortalığı. Yani darbe için şartların uygun olması, olmaması hiç önemli değil, değilse zaten hazırlanır. Önemli olan darbe düşüncesinin komutanlarımızın aklına bu kadar kolay, bu kadar keyfi, bu kadar hesapsız ve tabii ki dünyadan kopuk bir yolla geliyor olmasıdır. Günlüğü okurken en çok aklıma gelen soru şu: Komutanlarımız hangi zaman düzeyinde yaşıyorlar? Kesin olan bir şey var: Bunlar ülkenin zamanında yaşamıyorlar, ülkenin tarihinden çok kopuklar. Kendilerine ait bir zaman algıları var. Dünya nereye giderse gitsin onlar kendi zamanlarını, kendi tempolarını yaşıyorlar. O yüzden bu anlayıştan her an bir kaza sadır olabilir. Sadaka vermeyi ihmal etmeyelim.

İmam-Hatip mezunlarının da üniversitelere gidebilmesi önünde hükümetin yasal düzenleme girişimini büyük bir öfkeyle karşılıyorlar. Hilmi Özkök’ün endişeye mahal olmadığını İmam-Hatiplerde diğer liselerde okutulan bütün bilim derslerinin de zaten okutulduğunu hatırlatmasına karşılık sorulan soruya bakın. “Her şeyin yüce yaratıcının iradesinde olduğunu düşünen birisi bilimsel düşüncenin temel şartı olan nedensel zinciri nasıl kabullenebilir?”. Sahi bunlar İmam-Hatip liselerini bu kadar mı tanımıyorlar? Bilimin nedenselci zincirini tanımak ile yaratanın bu işteki iradesini anlamak arasında neden bir çelişki olsun? Hangi İmam-Hatiplinin kafası bu çelişkiye takılmış?

Türkiye’nin bir kuvvet komutanı bırakınız toplumdaki, bizzat devletin kurumlarında verilmekte olan eğitime bu kadar mı yabancı olabilir? Bu bilgi düzeyi karşısında İmam-Hatip liselerindeki eğitimi bırakıp, Harp okullarındaki eğitime bakmamız çok daha elzem olmuyor mu?

Sanırım bu ülkenin bir vatandaşı olarak şunu sormaya hakkımız vardır. Acaba, nasıl bir eğitim veriliyor ki oralarda, ülkenin geri kalan kısmına, zamanına, kültürüne, değerlerine bu kadar yabancılaşabiliyor?

Öyle ya İmam-Hatip liselerinden yetişen insanların bu ülkenin başına bir bela olarak musallat olmasını istemediğimiz için orada verilen müfredatın her dersini, her konusunu, her ünitesini bütün ayrıntılarıyla denetleyebiliyoruz. Çok şükür şu ana kadar da İmam-Hatiplerden bu memlekete bir zarar gelmedi. Ama bu ülkeye kırk yıl içinde her biri Türkiye’yi onyıllarca geri bırakan, bambaşka bir zamanda ve seviyede yaşamaya mahkûm eden tam dört darbe hediye etmiş bir başka kanal daha var. Buralarda yetişip en üst noktaya gelenlerin, bir araya geldiler mi bir anayasa suçu olan darbeyi resmi görevlerinin bir rutini gibi kabullenmiş oldukları görülüyor. Bu noktaya hangi ortamda yetişerek geldiklerini, onlara nasıl bir eğitim verildiğini, bu eğitim sürecinde onlara toplumun diğer insanlarına karşı nasıl duygular aşılandığını sormak gerekmiyor mu? Hepimizin vergileriyle desteklenen bir eğitim süreci toplumun geri kalan kısmına nefret olarak dönüyorsa, anayasa suçu olarak dönüyorsa bundan daha vahim bir sorunumuz yoktur.

Yeni Şafak, 31.3.2007

Yasin AKTAY

01.04.2007


 

Andıç çalındı çünkü...

Baktım andıç çalınmış..

Baktım Hrant Dink cinayetinde Azeri bağlantısı..

Baktım Sauna Çete Davası.. Baktım Danıştay baskını duruşması..

Andıçlar..

Çeteler.. Para-militer örgütler.. Organize terör...

***

Bunlar ne ?

Günün haberleri..

Üstelik devamı da var..

Ne?

Şimdi emekli olmuş..

Eski kuvvet komutanlarının..

Darbe girişimleri..

Ülke değil..

Sanki korku filmi fragmanı mübarek...

***

Bunları duydukça..

Peşine düştüğüm haberi daha da mühimsedim..

Peşine düştüğüm haber?

Hani şu...

Ali Babacan’ın ‘Türkiye’nin AB üyelik sürecinin durduğunun, artık yürümeyeceğinin söylendiği bir zamanda yirmi yedi ülke tarafından ortaya konulan müzakereleri ilerletme iradesini önemli görüyoruz’ dediği haber..

Hani şu...

Alman Dişişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeler’in ‘Türkiye’nin üyelik sürecini yeniden rayına oturttuk’ dediği haber...

AB ile tam üyelik müzekerelerinde..

On ay sonra ikinci başlığın açılması...

İkinci Başlık..

‘Sanayi ve İşletme Politikaları’

(...)

Andıç çalınmış..

Andıçı normal karşılayıp..

Çalınmasını haber olarak kabullenince..

‘Sanayi ve İşletme Politika’ dosyası anlamsızlaşıyor..

Halbuki burada andıç var..

Halbuki burada andıçı çalanlar var..

Çünkü.. Sanayi ve işletme politikaları dünya standartlarından epeyce uzak..

Bu öne çıktıkça, diğer haberler yok olacak..

Bana inanın...

Star, 31.3.2007

Mehmet ALTAN

01.04.2007


 

Cevap bulmak güç

Günlüklerin sahte olması, günlüklerde 2003-2004 kışında ve 2004 Ağustos sonuna kadar yaşandığı öne sürülen kimi olayların da baştan sona yalan olması anlamına gelmiyor.

Günlükteki anlatımlar ve detaylar sahte olabilir ama özellikle 2004 Şubat ayında New York’ta yapılan Kıbrıs görüşmeleri sırasında kimi komutanlardan bazı çıkışlar yapmalarının beklendiği sır değil.

Bu çıkışları planlayanlar kimlerdi, işin ucu tam teşekküllü bir darbeye kadar varır mıydı, tam teşekküllü bir darbe planı da yapıldı mı, yoksa yeni bir 28 Şubat vari olay için ‘sivil’ toplum harekete mi geçirilmek istendi, bu soruların cevaplarını hepsi de hayatta olan tanıklar açıklıkla konuşmadıkça tam olarak öğrenemeyeceğiz.

Gazeteci olarak kulağımıza gelen kimi bilgi kırıntıları o dönemde ‘bir şeyler’in olduğu yönünde. Ama tam olarak ne oldu, kimin rolü neydi, temel etmen Kıbrıs mıydı yoksa AKP iktidarının Kıbrıs’ın çözülmesi ve AB ile müzakerelerin başlaması sonrası iyice perçinlenecek olması endişesi miydi, eğer konu Kıbrıs değil de AKP iktidarının perçinlenmesi meselesiyse o gün olan ‘bir şeyler’in bugün tamamen bitmiş ve tehlike geçmiş sayılıp sayılmayacağı gibi şeyleri bilmiyoruz.

Radikal, 31.3.2007

İsmet BERKAN

01.04.2007


 

Şartlar hazır mı paşam?

Özden Paşa’nın günlükleri Türkiye’nin röntgen filmi gibi. Hatta belki ‘tomografisi gibi’ demek daha doğru olur. Okudukça dehşete düşürüyor ve içinde barındırdığı tarihî ifşaatlarla, Türkiye üzerine daha derin düşünmeye itiyor sizi. Yakın tarihi, siyasi çalkantıları, Türkiye’de darbelere giden süreçleri yeni bir gözle daha okuma ihtiyacı hissediyor insan.

Nokta dergisini hakikaten tebrik etmek lazım. Son yılların en önemli haberciliklerinden birini yaptılar. Günlükleri satır satır okurken tıpkı bir sinema salonundaymışım gibi üzerinden bir hayli zaman geçmiş sahneler canlanıyor gözümün önünde. Yazılanlar sanki Şener Eruygur’un, Özden Örnek’in, Aytaç Yalman’ın kahramanı oldukları Sarıkız darbe planı değil, 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın oluşum hikâyesi. Günlüklerde geçen şu ifadeleri Özden Örnek mi yazıyor, yoksa 12 Eylül’ün 2. Ordu Komutanı Org. Bedrettin Demirel mi, karıştırmamak elde değil: ‘’Bir ihtilal için zeminin hazır olması gerekir, yani halk ihtilali istemelidir. 12 Eylül’de olduğu gibi, ‘Ordu niye duruyor, ne zaman müdahale edecek?’ gibi başlıklar basında yer almalıdır.’’

Bu ifadeleri okuduktan sonra, Türkiye’deki öğrenci hareketlerini kimler tetikleyip organize ediyor, üniversite öğretim üyeleri kimlerden gelen emirle hareket ediyor, şimdi daha iyi anlıyor insan. Meğer işçilerin haklarını korumak için var olan sendikaların, insan haklarını savunmak ve sivil toplumun gelişmesini sağlamak için kurulan derneklerin ipleri kimlerin elindeymiş. Anıları okudukça, toplumu karıştırmak için yapılan eylemlerin kimler tarafından nasıl tetiklendiği konusunda daha net bir bakış açınız oluşuyor. Mesela yine anılardan küçük bir örnek... Özden Örnek Kocaeli Üniversitesi’nin rektörünü arıyor; hükümete çok sert tavır koymalarını istiyor ve mesajı veriyor: “Merak etmeyin, arkanızdayız.” Güvenliği sağlamakla sorumlu bir kuvvet komutanı, siyasetten uzak bir bilim yuvası olması gereken üniversitenin tepe yöneticisine, ortalığı karıştırması talimatını veriyor. Öğrenci olaylarının başladığı, rektörlerin yürüyüp ‘’Ordu göreve’’ pankartının açıldığı o yürüyüşleri hatırlayacaksınız.

Darbe planlaması yapanların şu değerlendirmelerine bir bakar mısınız: ‘’AB’nin bizi istemediği görüşünün yaygınlaşmasını sağlamak, böylelikle hükümetin eline geçmiş olan AB kozunu elinden alarak onları iç siyasete döndürerek bizden korkar hale getirmemiz lazım. Bunu yaparken de daima sert açıklamalardan kaçınmamalı ve onlara gerekirse her şeyi yapabileceğimiz intibaını vermeliyiz. Kıbrıs’ı istediğimiz şekilde çözümsüz olarak bırakmalıyız ve bu arada Kıbrıs muhalefetinin seçimi kazanmasını da önlemeliyiz. Böylece AB’ye ikinci bir darbe vurabileceğiz.’’

Bu AB karşıtlığı nedendir? Mantığını çözmek zor. Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşadığı büyük dönüşümde devrimlerin hepsi Batılılaşma, çağdaş ve muasır medeniyetler seviyesine çıkmak için yapılmamış mıydı? İlk, orta, lise hatta üniversite eğitiminde bize sürekli anlatılan şey bu değil miydi? Hani 28 Şubat’ın merkez üssü Batı Çalışma Grubu’nun adı ‘yönümüz Batı’ mesajını vermek için konulmuştu?

Darbenin şartlarının oluşması için yapılacak hareketleri günlükte şöyle sıralıyor paşalarımız: “Önce basını ele geçirmeye çalışacak, bu nedenle M.Ö.’yü davet edeceğiz. Sonra rektörler ile temas edip öğrencileri sokağa dökecek, sendikalar ile aynı şekilde hareket edip sokaklara afiş astıracağız. Derneklerle temas edip onları hükümet aleyhine teşvik edeceğiz.”

Darbe için en önemli cümle şu: ‘Şartlar hazır mı?’ Türkiye’de işler yoluna girerse, Güneydoğu terörü biter, milli gelir artar, ekonomik refah düzeyimiz ilerlerse; halk, ‘Kurtar bizi paşam!’ der mi? Tabii ki demez. Diyecek şartların her zaman el altında olmasında yarar vardır, doğal olarak..

Zaman, 31.3.2007

Mehmet KAMIŞ

01.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004