Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

O gün hiç kimseye haksızlık yapılmaz. Ancak işlediklerinizin karşılığını görürsünüz.

Yâsin Sûresi: 54

16.08.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Biriniz bir kadınla evlenmek istediğinde saçını siyaha boyuyorsa bunu ona haber versin.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 331

16.08.2007


Kâinatta daimî bir temizlik var

“Yeri de döşeyip düzenledik. Biz ne güzel donatıcıyız!” (Zâriyât Sûresi, 51:48.) âyetinin bir nüktesi ve bir İsm-i Azam’ın altı nurundan bir nuru olan Kuddüs isminin bir cilvesi, Şaban-ı Şerifin âhirinde, Eskişehir Hapishanesinde bana göründü. Hem mevcudiyet-i İlâhiyeyi kemal-i zuhurla, hem vahdet-i Rabbaniyeyi kemâl-i vuzuhla gösterdi. Şöyle ki gördüm:

Bu kâinat ve küre-i arz, daim işler ve büyük bir fabrika ve her vakit dolar boşalır bir han, bir misafirhanedir. Halbuki böyle işlek fabrikalar, hanlar ve misafirhaneler müzahrefatla, enkazlarla, süprüntülerle çok kirleniyorlar, bulaşık oluyorlar ve ufunetli maddeler her tarafında terâküm ediyorlar. Eğer pekçok dikkatle bakılmazsa ve tanzif edilmezse ve süpürülüp temizlenmezse, içinde durulmaz; insan onda boğulur.

Halbuki bu fabrika-i kâinat ve misafirhane-i arz o derece pak, temiz ve naziftir ve o kadar kirsiz ve bulaşıksızdır ve ufunetsizdir ki, bir lüzumsuz şey ve bir menfaatsiz madde ve tesadüfi kir bulunmaz, zahirî bulunsa da, çabuk bir istihale makinesine atılır, temizlenir.

Demek bu fabrikaya bakan Zat, çok iyi bakıyor. Ve bu fabrikanın öyle tanzifçi bir Sahibi var ki, o koca fabrikayı ve o büyük sarayı küçük bir oda gibi süpürtür, temizler, tanzim ve tanzif eder. Ve o pek büyük fabrikanın büyüklüğü nisbetinde muzahrafatı ve enkazından kalma kirli maddeleri, süprüntüleri bulunmuyor. Belki büyüklüğü nispetinde temizliğine ve nezafetine dikkat ediliyor.

Bir insan, bir ayda yıkanmazsa ve küçük odasını süpürmezse çok kirlenir, pislenir. Demek bu saray-ı âlemdeki paklık, sâfilik, nuranîlik, temizlik, mütemadiyen hikmetli bir tanziften, bir dikkatli tathirden ileri geliyor. Ve eğer o daimî tathir ve süpürmek ve dikkatle bakmak olmasaydı, bir senede bütün hayvanların yüz bin milletleri arzın yüzünde boğulacaklardı. Ve semâvâtın fezasında tahribe ve mevte mazhar olan kürelerin ve peyklerin, belki yıldızların enkazları, başımızı ve diğer hayvânâtın başlarını, belki küre-i arzın başını, belki dünyamızın başını kıracaklardı, dağlar büyüklüğündeki taşları başımıza yağdıracaklardı. Ve bizi bu vatan-ı dünyevîmizden kaçıracaklardı. Halbuki, eskiden beri o yukarı âlemlerdeki tahrip ve tamirden, medar-ı ibret olarak, yalnız birkaç semâvî taşlar düşmüşse de, hiç kimsenin başını kırmamış.

Hem zeminin yüzünde her sene mevt ve hayatın değişmeleri ve döğüşmeleri yüzünden, yüz binler hayvânat milletlerinin cenazeleri ve iki yüz bin nebâtâtın taifelerinin enkazları, berr ve bahrin yüzlerini fevkalâde öyle kirleteceklerdi ki, zîşuur, o yüzleri değil sevmek, âşık olmak, belki öyle çirkinlikten nefret edip mevte ve ademe kaçacaklardı.

Bir kuş kolayca kanatlarını ve bir kâtip rahatça sayfalarını temizlediği gibi, bu tayyare-i arzın ve bu tuyur-u semâviyenin kanatları ve bu kitab-ı kâinatın sayfaları da öylece temizleniyor, güzelleşiyor ki, âhiretin hadsiz güzelliğini görmeyen ve imanla düşünmeyen insanlar, dünyanın bu temizliğine, bu güzelliğine âşık olurlar, perestiş ederler.

Lem’alar, 30. Lem’a, 1. Nükte, s. 298

Lügatçe:

İsm-i Azam: Diğer isimleri de içinde toplayan Allah’ın en büyük ismi.

Kuddüs: Her türlü kusurdan pak ve münezzeh olan Allah.

ufunet: Kötü, pis ve çürük koku.

terâküm: Birikme, yığılma, toplanma.

tanzif: Temizleme.

tathir: Temizleme.

peyk: Uydu.

berr ve bahr: Kara ve deniz.

tayyare-i arz: Dünya uçağı.

tuyur-u semâviye: Semavî kuşlar; gök cisimleri.

Bediüzzaman Said NURSÎ

16.08.2007


Beşîr

Allah (c.c.), Beşîr’dir, Mübeşşir’dir. Bu isimler, Cenâb-ı Hakkın müjdeleyen, sevindiren, müjdeci gönderen, en küçük bir iyiliği görmezden gelmeyen, taltif eden, ödüllendiren, müjdeleri gerçek olan, vaatlerini hakîki mükâfâtlarla ve Cennetin ikramı ile gerçekleştiren sonsuz müjde sahibi olduğunu bildirir. Her bir peygamber Cenâb-ı Hak tarafından gönderilen birer müjdecidir.1 Her bir Allah kelâmı, Cenâb-ı Hak tarafından nâzil buyurulan birer müjde haberi niteliğindedir.

Kur’ân ölümden başı dönen insanlığa mutlak hayrı, Cenneti, Allah’ın cemâlini, ebedî hayatı ve dâimî saadeti tebşir eder, yani müjdeler. Kâinatta gözümüzle gördüğümüz her şey dünyanın fenâsını ve bâkî âhiretin geleceğini bize müjdeler tarzda tanzim edilmiştir.

Beşîr ismi2 ve bu ismin tef’îl babından ism-i fâil şekli olan Mübeşşir3 ismi Peygamber Efendimiz (a.s.m.) tarafından Cevşenü’l-Kebîr’de zikredilmiştir. Bu isimler Kur’ân’da fiil halinde yer alır.

İlgili âyetlerden bir kaçı şöyledir:

“Rableri onlara, katından bir rahmet, bir rızâ ve içinde kalıcı nimetler bulunan ebedî cennetleri müjdeler. Doğrusu büyük ecir Allah katındadır”4

“Cenâb-ı Hak, Hazret-i İbrâhim (a.s.) için de, ‘Doğrusu o, mü’min kullarımızdandı. Onu sâlihlerden bir peygamber olarak İshak’la müjdeledik’5 buyurur.

“‘Rabbim Allah’tır’ deyip de sonra dosdoğru olanlara, (ölümleri ânında) melekler inerler ve ‘Korkmayınız! Mahzun olmayınız! Size vaat olunan Cennetle müjdeleniniz! Biz dünya hayatında da, âhirette de size dostuz! Gafûr ve Rahîm olan Allah’ın ikramı olarak burada canlarınızın çektiği her şey ve her ne isterseniz var!’ derler.”6

“Îmân edenlere Allah tarafından büyük bir lütuf bulunduğunu müjdele!”7

“Ey Muhammed! Biz seni hak ile müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik!”8

“Mü’min erkek ve kadınları defterleri sağdan verilmiş ve ışıkları önlerinde olarak koştuklarını gördüğün gün onlara, ‘Müjdeler size! Bu gün, içlerinden ırmaklar akan ve orada ebedî kalacağınız Cennetler sizindir!’ denir. İşte büyük kurtuluş budur.”9

İhtiyarlık ve ölüm gibi hayatın acı gerçekleri karşısında Kur’ân’dan başka her şeyin dehşet, vahşet, ümitsizlik ve çâresizlik verdiğini bizzat yaşadığını ve hissettiğini belirten Bedîüzzaman, kendisi için “ihtiyârlığın alâmeti olan beyaz kıllar saçıma düştüğü bir zaman” dediği bir gün, İstanbul’daki Bayezıt Câmiinde hafızları dinlemeye başlar.10

Kur’ân’dan, “İman edenlere müjdele!”11 âyeti kulağına ilişince, rûhunda bir fırtına kopar. Görür ki, Kur’ân büyük bir tesellî, ümit, ricâ, müjde ve nûr kapısı açmıştır. Herkesi korkutan ve ağlatan ölüm, kalpte “îmân” olduğu takdirde, Kur’ân nazarında idam değildir, ayrılık değildir, yok olmak değildir. Tam tersine, ölüm Kur’ân nazarında Cennete, ebedî hayata ve mutlak müjdeye bir çağrıdır.12

Kur’ân’ın yüksek bir ümit ve müjde ile dolu olduğunu her ehl-i insafın hissedebileceğini müjdeleyen Bediüzzaman, böylesine hadsiz bir tesellî ve müjde kaynağı bir kitap göndererek kulları ile muhatap olan Cenâb-ı Hakkın hadsiz şükredilmeye lâyık olduğunu kaydeder.13

“Îmân eden ve salih amel işleyenlere, altlarından ırmaklar akan Cennetler olduğunu müjdele”14 âyetinin tefsirinde, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Allah’ın rızâsını, lütfunu, kurbiyetini, yakınlığını, Cennetini ve saadet-i ebediye gibi tebşîrât ve müjdelerini tebliğle mükellef ve memur15 tutulduğunu beyan eden Bedîüzzaman, Cennetin Cenâb-ı Hakkın fazl-ı kereminden bir hediye olduğunu, amelin ücreti mukabilinde vacip bir hak olmadığını, çünkü hak ve ücretin verilmesinin beşâret ve müjdeyle ifâde edilmeyeceğini, oysa Kur’ân’da Cennetten müjde olarak bahsedildiğini; bundan dolayı yapılan ibâdetlerin Cennet için değil, sırf Allah rızâsı için yapılması gerektiğini kaydeder.16

Bediüzzaman’a göre, mü’minlerin lütuf ile, nûr ile, Cennet ile ve Allah’ın rahmeti ve rızâsı ile tebşîr edilmeleri cemâlî isimlerin tecellîlerindendir.17

Dipnotlar:

1- İsrâ Sûresi: 105; Furkan Sûresi: 56; Ahzab Sûresi: 45; Fetih Sûresi: 8; Sâf Sûresi: 6. 2- Mecmuatü’l-Ahzab, 2: 250. 3- A.g.e., 2: 238. 4- Tevbe Sûresi: 21. 5- Saffât Sûresi: 111-112. 6- Fussilet Sûresi: 30-32. 7- Ahzab Sûresi: 47. 8- Bakara Sûresi: 119. 9- Hadid Sûresi: 12. 10- Lem’alar, s. 289. 11- Bakara Sûresi: 25. 12- Lem’alar, s. 289. 13- A.g.e., s. 292. 14- Bakara Sûresi: 25. 15- İşârâtü’l-İcâz, s. 197. 16- A.g.e., s. 199. 17- A.g.e., s. 66.

16.08.2007


Secdeye götüren nimetler

İsa Aleyhisselam ayakları kötürüm, iki gözü kör ve vücudunda baras hastalığı bulunan bir adamın, bir ağaç altında duâ ettiğini gördü. Adam şöyle duâ ediyordu:

“Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!”

Hazret-i İsa (as) adama yaklaştı:

“Ayakların yürümüyor, gözlerin görmüyor, bedenin hastalıklı. Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini söylüyorsun. Nice zenginlere verilmediği halde sana verilen şey nedir?”

Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana dönen adam:

“Efendi!” dedi. “Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple O’nu tanıyorum. Öyle bir dil vermiş ki, o dille ona şükrediyorum. Hâlbuki dünyanın serveti elinde nice zenginler var ki, kalbinde O'nu tanıma sevinci, dilinde O'na şükretme mutluluğu yoktur. İşte ben bunu düşündükçe şükretmekten kendimi alamıyorum.”

İsa Aleyhisselam:

“Ver şu elini!” diyerek adamın elinden tuttu ve eğilerek görmeyen gözlerinden öptü. Peygamberin dudağının değdiği gözler, anında açıldı.

Karşısındakinin İsa Aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam:

“Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi Peygamber değil misin?” dedi. İsa Peygamber:

“Evet!” dedi ve adamı elinden tutarak kaldırdı. Ayağının yürüdüğünü anlayan adam:

“Ey Allah’ın Nebisi, sendeki bu mucizeler de O’ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O’na şükredeyim.” diyerek tekrar secdeye kapandı ve şöyle dua etti:

“Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki ayak lutfettin. Artık bilemiyorum Sana nasıl şükretmem gerekiyor?”

Çevrede toplanan halk, bu mucizelerinden dolayı İsa Aleyhisselamın elini öpmek istediler.

İsa Aleyhisselam ise:

“Benim değil; secdedeki şu adamın elini öpün!” dedi.

Dediler ki:

“Onu secdeye götüren nimetlere biz baştan beri sahibiz. Ama hiç birimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık.”

İsa Aleyhisselam:

“Öyle ise, tefekkür edin ve düşünün. Düşünen, sahip olduğu nimetin farkına varır. Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır!”

Süleyman KÖSMENE

16.08.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri