Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 20 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Ramazan

RAMAZAN TAKVİMİ

Vücuda afiyet, sıhhattir oruç,

Üstümüze yağan rahmettir oruç

Sekiz gündür bu rahmetten içeriz,

Ekmekten de aziz, nimettir oruç.

Abdil Yıldırım

Abdil YILDIRIM

20.09.2007


Oruç depresyondan uzaklaştırıyor

“Oruç, sabrın yarısıdır”

(Hadis-i şerif)

Eskişehir SSK Hastanesi Başhekim Yardımcısı Psikiyatrist Dr. Hüseyin Ünlü, oruç tutanların depresyon ve psikolojik rahatsızlıklardan uzak kaldıklarını söylüyor.

Dr. Ünlü, orucun sadece belli bir zaman diliminde aç kalmak olmadığını, sabır, affetmek, hareketlerde ölçülü olmak, aşırılıktan kaçınmak, ikramda bulunmak, paylaşmak ve açlığı tatmak gibi ruhsal boyutunun da bulunduğunu söyledi. Oruç tutmanın en büyük özelliğinin sabretmek olduğunu belirten Dr. Hüseyin Ünlü, şunları söylüyor:

“Oruç sabretmektir. Günlük hayatın getirdiği kaygı, öfke, sinirlilik, saldırgan ve kırıcı davranışlar gibi olumsuz stres faktörlerini, orucun sabır özelliği dizginler. Bu olumsuzlukların zararlı etkileri söner. Oruçla huzurlu olan insan depresyon ve psikolojik rahatsızlıklardan uzak kalır. Oruç insanın şefkat ve merhamet duygularını geliştirir. İnsanda temelde zaten var olan ancak günlük hayat arasında üzeri küllenen bu duygular oruçla tekrar hayat bulur. Bunun topluma yansıması sevgi, paylaşım ve yardımlaşma şeklinde olur. Bu ise mutlu insanlar, huzurlu toplum demektir. Ruhuna uygun olarak tutulan oruç, gerek kişisel gerekse toplumsal bazda bizi bayrama ulaştırır.’’

Sabırsızlığın bir ilacı da oruçtur

Ramazan-ı Şerifteki oruç, on beş saat, sahursuz ise yirmi dört saat devam eden bir müddet-i açlığa sabır ve tahammül ve bir riyazettir ve bir idmandır. Demek, beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilâcı da oruçtur.

(Bediüzzaman, Mektubat, s. 391)

20.09.2007


Bediüzzaman’ın İbadet Hayatı

Harpte bile namazını terk etmiyordu

Herşeye Kur’ân ve hadislerin verdiği ağırlık kadar önem ve değer veren Bediüzzaman Hazretlerinin hayatında namazın çok özel bir yeri vardı. Onunla birlikte doğunun kurtuluşu için Ruslara karşı birlikte çarpışan Abdullah Sağcı, onun bu özelliğini anlatırken nasıl bir Sahabe ruhu taşıdığını şu cümlelerle anlatır: “Harpte bile namazını terk etmiyordu. Asker ve talebelerini iki gruba ayırıyordu. Bir grup düşmanla çarşıırken diğer grup namazını geçirmeden edâ ediyordu.” (Son Şahitler, s. 73.)

Kur’ân ve hadiste alabildiğine övülen, çok yönlü ehemmiyetine dikkat çekilen, geçmiş ümmetlere de emredilen namazı, savaşta dahi terk etmeyen, kazaya bırakmayan bu Sahabe ruhlu insanın nazarında namazın apayrı bir yeri vardı. Ruhuna massettiği, hayatında uygulayageldiği ilgili hakikatleri eserlerine de yansıtmıştı. Konuyla ilgili açıklamalarını okuduğumuzda namazın önemi gözümüzde daha da büyür. Bunlarla ilgili özet bilgilerden bazılarını aktaralım:

* Namaz kulun dergâh-ı İlâhîde kendi kusur, acz ve fakrını görüp kemâl-i Rubûbiyetin, kudret-i Samedaniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmesi demektir. (Sözler, s. 45.)

* Namaz hakiki bir vazife-i insaniye, son derece fıtrî, münasip bir yaratılış neticesidir. (Sözler, s. 27.)

* Namaz bütün ibadet nevîlerini içine alan nuranî bir fihriste, bütün mahlukat sınıflarının ibadet renklerine işaret eden kudsî bir haritadır. (Sözler, s. 45, 114.)

* Namaz cisim hanesinin arkadaşları olan kalbin gıdası, ruhun âb-ı hayatı ve latife-i Rabbaniyenin hava-ı nesimini cezb ve celbeder. (Sözler, s. 244. )

* “Namaz ebedü’l-âbâd yolculuğunda ne kadar mühim, değerli, revnektar bir bilet, bir nur-u kabir”dir. (Sözler, s. 35.)

Bu kadar kıymettar ve mühim, ucuz ve az bir masraf ile kazanılan namazın ehemmiyetine dikkat çektiği 21. Söz’de (Sözler, s. 26) ise Bediüzzaman Hazretleri, “Lâakal günün bir saatini ihtiyat akçesi gibi, hakiki istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at” (Sözler, s. 246) tavsiyesinden bulunmayı da gerekli bulur.

Şaban DÖĞEN

20.09.2007


Yakarış

Allah’ım!

İnanıyorum ki, Münker ve Nekir haktır! Öldükten sonra dirilmek haktır! Sen bütün ölenleri dirilteceksin ve huzuruna alacaksın! Huzurunda hesap haktır! Şefaat haktır! Havuz haktır! Sırat haktır! Cennet haktır! Cehennem haktır! Vaadin haktır! Allah’ım! Oysa biz, eyvah ki biz, nefislerimize zulm ettik. Başımızdan birçok günah gelip geçti. Günahlar bizi yaktı, çürüttü, helâk etti. Bizi bağışla Rabbim! Sen mağfiret edicisin. Bize mağfiret buyur! Onları Senden başka hiç kimse bağışlayamaz! Ancak Sen bağışlarsın! Ve ancak Sen bize umut olursun!

Âmîn... Âmîn... Âmîn...

Süleyman KÖSMENE

20.09.2007


Risâle-i Nur’da Nefis

Arkadaş! Nefis, tembellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden, tesettür etmek istiyor. Yani, onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor. Bunun için bir Hâlıkın, bir Mâlikin bulunmamasını temennî eder. Sonra mülâhaza eder. Sonra tasavvur eder. Nihayet, ademini, yok olduğunu itikad etmekle dinden çıkar. Halbuki, kazandığı o hürriyetler, adem-i mes’uliyetler altında ne gibi zehirler, yılanlar, elîm elemler bulunduğunu bilmiş olsa, derhal tevbeyle vazifesine avdet eder.

Mesnevî-i Nuriye, s. 70

***

Arkadaş! Nefsin vücudunda bir körlük vardır. O körlük vücudunda zerre-miskal kaldıkça, hakikat güneşinin görünmesine mâni bir hicap olur. Evet, müşâhedemle sabittir ki, kat’î, yakînî bürhanlarla deliller dolu olan büyük bir kalede, küçük bir taşta bir zafiyet görünürse, o kör olası nefis o kaleyi tamamen inkâr eder, altını üstüne çevirir. İşte nefsin cehaleti, hamakati, bu gibi insafsızca tahribattan anlaşılır.

Mesnevî-i Nuriye, s. 71

***

İ’lem eyyühe’l-aziz!

Evham, şübehat, dalaletin menşe’ ve mahzenlerinden biri: Nefis, kendisini kader ve sıfat-ı İlahiyenin tecelliyat dairesinden hariç addeder. Sonra tecelliyata mazhar olanlardan birisinin mevkiinde kendisini farz eder, onda fena olur. Sonra, başlar, bazı tevillerle o şeyi de Allah’ın mülkünden, tasarrufundan çıkartır. Kendisinin girmiş olduğu şirk-i hafiye girdirir. Ve şirk-i hafiden aldığı bazı halleri o masuma da aksettirir.

Hülasa: Nefs-i emmare, devekuşu gibi aleyhine olan şeyi lehine zanneder. Veya Sofestai gibi münakaşa edenleridir ki, vekilleri birbirini reddeder. Tearuzan, tesakutan kabilinden, “Hiçbirisi de hak değildir” diye hükmeder.

Mesnevî-i Nuriye, s. 153

Derleyen: Baki ÇİMİÇ

20.09.2007


Allah ve Resûlü Ne Dedi?

Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu:

“Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve Allah’ın sizler için yazdığını isteyin. Tâ fecrin beyaz ipliği siyah iplikten size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla beraber siz mescidlerde îtikaf halinde iken kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, sakın bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlara böyle açıklıyor ki, sakınıp korunsunlar.” (Bakara Sûresi: 187)

Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurdu:

“Kim oruçlu birine iftar ettirirse, ona da oruçlu kadar sevap vardır. Oruçlunun da sevabından bir şey eksilmez.”

Derleyen: Erhan AKKAYA

20.09.2007


Bir ömür boyu

Yalana yaklaşma uzak dur daim.

Son nefese kadar bunda ol sâim.

Rabbimin yolunda dil olsun hadim.

Diller oruç tutsun bir ömür boyu.

Nâmahreme bakma tut gözü uzak.

Her neye bakarsan ibret ile bak.

Ahirette olur elbet yüzün ak.

Gözler oruç tutsun bir ömür boyu.

Kulak verme kötüye görürsün zarar.

Hak sözü dinlersen bulursun yarar.

İlâhî nağmeyi kulaklar arar.

Kulak oruç tutsun bir ömür boyu.

Bunlar gibi olsun her bir azamız.

Nefis ve şeytanla vardır gazamız.

Kaybedersek verir Rabbim cezamız.

Hissiyât oruçtur bir ömür boyu.

Suçlar azalıyor bir ay oruçta.

Herkes yarışıyor Rabbe uruçta.

Melekleşir toplum elbet sonuçta.

Cemiyet oruçtur bir ömür boyu.

Allah rızasıdır bütün dâvâmız.

Tüm duygularımız her bir azamız,

Oruçla bilinir ancak mânâmız.

Kâinat oruçtur bir ömür boyu

Mehmet KOVANCI

20.09.2007


RAMAZAN TAKVİMİ

Ramazan oldu sekiz

Pürsevinç kalplerimiz

Sevap binlere çıktı

Allah’ın emrine âmâdeyiz

Nurseven

20.09.2007


MUKABELE

Mukabele, kelime anlamı itibariyle “karşılaştırma, yüzleştirme, karşılıklı yapılan iş, karşılıklı yapılan okuma, camide Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup halka dinletmek, aralarındaki farkı ortaya çıkarmak için metinleri mukayese etme; Ramazan’da hafızların cemaat huzurunda Kur’ân okumaları” anlamlarına gelmektir. Özellikle Ramazan-ı Şerif’te camilerde hafızların okuduğu Kur’ân-ı Kerîm’in cemaat tarafından takip edilmesi olarak algılanan bir uygulamadır.

Edebiyatımızda da mukabele terimi; ‘aralarında tezat ve tekabül bulunan şeyleri bir ibarede bulundurma’ diye tanımlanmıştır.1

“Mukabele”, aynı zamanda, Cebrail’in (a.s) her sene Ramazan ayında gelip Kur’ân’ı, Hz. Peygamber (asm) ile karşılıklı müzakere etmelerini, birbirlerine okumalarını ifade eder. Kur’ân’ın Allah tarafından indirildiği şekilde muhafazası, âyet ve sûrelerin tertibinin doğru olarak tesbiti ve bunun kontrolü için Cebrail (a.s) her sene Ramazan ayında, bir rivayete göre Ramazan ayının her gecesinde, Hz. Peygamber’e (asm) gelirdi. Hz. Peygamber (asm), Kur’ân âyetlerini Cebrail’e (as) okurdu. Buna “arz” denir. Aynı âyetleri, mukayese için, bir de Cebrail (a.s) okurdu ki buna da “mukabele” denir.

Kur’ân, Hz. Peygamber’e (asm) âyet âyet nâzil olduğundan her âyetin yeri, hangi sûrenin neresine yazılacağı Cebrail (a.s) tarafından bildirilirdi. Resûl-i Ekrem de vahiy kâtiplerine bu şekilde yazdırır, hafızlar da buna göre ezberlerdi. Kur’ân böyle özel bir itina ile ezberlenir ve yazılırken; Cebrail (a.s) her senenin Ramazan’ında Resûl-i Ekrem’e gelir, nâzil olan âyetler müdârese ve tekrar arzedilmek sûretiyle takrir edilirdi.2

Hz. Cebrail’in (a.s.) Hz. Peygamber’le (asm) Kur’ân’ı her sene mukabele etmesinin gayesi, Allah’tan Peygambere vahyedilen Kur’ân’ın kendisindekiyle karşılaştırmasıdır. Bu maksat için Hz. Peygamber (asm), ömrünün son yılı içinde Kur’ân’ı, Cebrail’e (as) iki defa arz etti. Cebrail (as) de Kur’ân’ı onunla böylece iki kere mukabele etti.

“Mukabele”, Kur’ân’ın yazılması ve hafızlar tarafından ezberlenmesi dışında her sene tekrarlanan, üçüncü ve önemli bir “koruma garantisi” niteliği taşımaktadır. Bu, “Zikri (Kur’ân’ı) Biz indirdik, onun koruyucusu da elbette Biziz”3 âyetinin Asr-ı Saâdet’te gerçekleşmiş, bugün de devam etmekte olan bir mucizesinden başka bir şey değildir.

Ramazan ayında nazil olan Kur’ân’ın okumasının özellikle Ramazan’da kat kat mükâfatlandırılacağı müjdesi, Müslümanların bu ayda en çok Kur’ân’la meşgul olmalarına sebep olmuştur. Bu sebeple “Kur’ân ayı” olan Ramazan’da cami ve evlerde “mukabeleler” okunur, hatimler yapılır. Bu, köklü bir gelenek halinde günümüze kadar gelmiştir. Bu gelenek bugün de bütün canlılığıyla sürdürülmektedir. Kur’ân okumayı bilsin, bilmesin, Müslümanlar dinlemek sûretiyle huzur bulmakta ve sevap ummaktadır. Okuyan hafızlar, özellikle Kur’ân’ı ezberlemeye çalışan genç Kur’ân kursu öğrencileri de cemaat huzurunda okuyarak egzersiz yapmış olmaktadırlar. Mukabele sûretiyle Kur’ân okuyup dinlemenin başkalarını Kur’ân okumaya teşvik etmesi, okuyan ve dinleyenler üzerinde ruhî bir sükûnet meydana getirmesi, sevap kazandırması gibi bir çok faydası vardır. Ancak para karşılığında okumak ve okutmak caiz değildir.

Osmanlılar zamanında da özellikle ikindi namazından sonra mukabele okunurdu.

Kur’ân, hükümleri öğrenilip anlaşılmak ve tatbik edilmek için gönderilmiştir. Bu bakımdan “mukabele”, okunan âyetlerin kısa açıklaması yapılarak dinleyenleri bilgilendirmek açısından iyi bir fırsattır. Ehil kişiler tarafından belli bir program dahilinde bu uygulanırsa, İslâmî bilgi ve kültür düzeyinin yükselmesine önemli katkıda bulunulabilir.

Dipnotlar:

1- Tâhirü’l-Mevlevî, Edebiyat Lûgatı, 102.

2- Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid Sarih Tercümesi, c.7., s. 316.

3- Hicr Sûresi, 15/9

Halil ELİTOK

20.09.2007


Hazret-i Âişe (ra) (614-678)

Hakkında âyet nazil olacak kadar fazilet sahibi, mü’minlerin annesi, Sıddık-ı Ekber’in ölüm döşeğinde, “Senden daha sevimli servet bırakmıyorum. Seni kaybetmekten daha büyük bir fakirlik ise bilmiyorum” dediği, Habibullahın sevgilisi, Müslüman hanımlara en büyük örnek, çok kısa süren evlilik hayatına çok büyük kazanımlar sığdıran mübarek bir insan. Peygamber Efendimizin (asm) hanımı olduğu için “ümmü’l-mü’minîn” ve Hz. Ebûbekir’in (ra) kızı olduğundan “es-Sıddıka” ünvanlarıyla anılan Hz. Âişe, Peygamber terbiyesi ile büyümüş ve en çok hadis rivayet eden Sahabeler arasında yer almıştır.

Hz. Âişe, Peygamber Efendimize nazlanır ve onu çok kıskanırdı. Peygamberimiz (asm) de onunla sohbet etmekten, sorularına cevap vermekten büyük mutluluk duyardı. Sevgi ve saygı üzerine kurulu bir aile hayatları vardı. Davetlere onunla beraber gider, seyahatlerde onunla sohbet etmekten hoşlanırdı. Zeki, hafızası güçlü, konuşması düzgün ve Kur’ân-ı Kerim ile Peygamberi çok iyi anlardı.

Hz. Aişe, Peygamberimizi çok sever ve emirlerine uymada büyük titizlik gösterirdi. Onunla beraber ibadet eder, gece namazlarını onunla beraber kılardı. Günlerinin çoğunu oruçla geçirirdi.

Peygamber Efendimiz (asm) son nefesini onun yanında verdi ve burada defnedildi. Bunun üzerine on sekiz yaşında dul kaldı. Kur’ân’ın hükmüne uyarak bir daha evlenmedi ve kırk yedi yıl bu şekilde yaşadı. Vefatı büyük üzüntüye sebep oldu (678). Çok güçlü bir hafızaya sahip olması ve Peygamber Efendimizin (asm) her hareketini titizlikle takip etmesinden ötürü verdiği bilgiler çok önemlidir. 2210 hadis rivayet etmiştir. Böylece en çok hadis rivayet edenlerin arasında dördüncü sırada yer alır. Rivayet ettiği hadislerin ilgili konuları da çok önemlidir. Meselâ; Peygamber Efendimizin aile hayatı, günlük hâl ve hareketleri, ahlâkı, Veda haccı, Cahiliye dönemi tarihi, kadınlarla alâkalı hükümler, ibadetler v.s.’dir.

Hz. Aişe, Peygamber Efendimizin vefatından sonra evini ve Medine’yi ilim irfan yuvası haline getirdi. Yıllar boyunca devam eden eğitim-öğretim sayesinde Medine ilim merkezi haline geldi.

20.09.2007


Kâinatın genişlemesi

Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kur’ân-ı Kerim’de kâinatın genişlediğinden şöyle bahsedilir:

“Biz göğü ‘Büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz.” (Zariyat Sûresi: 47) Âyette geçen “gök” kelimesi Kur’ân’ın pek çok yerinde uzay ve kâinat anlamında kullanılır. Burada da bu anlamda kullanılmıştır. Yani Kur’ân’da, kâinatın genişleyici olduğu bildirilmiştir. Bilimin bugün varmış olduğu sonuç da Kur’ân’da bildirilenle aynıdır.

Yüzyılımızın başlarına dek bilim dünyasında hâkim olan tek görüş, “Kâinatın durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği” şeklindeydi. Ancak, günümüz teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar kâinatın bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak “genişlediğini” ortaya koydu.

20.09.2007


İftar Sofrası

Zeytinyağlı biber dolması

Malzemeler:

*1 kg. dolmalık biber, *2 adet soyulmuş domates, *2 su bardağı pirinç, *8-10 kuru soğan, *1 yemek kaşığı kuş üzümü, *1 yemek kaşığı dolmalık fıstık, *2 tatlı kaşığı nane, *2 tatlı kaşığı karabiber, *Yarım demet maydanoz, *1 tatlı kaşığı limon tuzu veya yarım limonun suyu, *1 tatlı kaşığı tarçın, *2 kesme şeker, *1 çay bardağı kaynamış su, *Yarım su bardağı zeytinyağı, *Tuz.

Hazırlanması:

Soğan ve fıstığı, fıstıklar pembeleşene kadar yarım su bardağı yağda kavurun. Pirinci ayıklayıp suyunu süzün ve tencereye ekleyin. Pirinçler tane tane olunca maydanoz hariç diğer tüm malzemeleri ekleyin. Kısık ateşte suyunu çekene kadar pişirin. Doğranmış maydanozu ekleyin, bir kez karıştırıp soğumaya bırakın. Dolmalık biberleri yıkayıp içlerini çıkarın. Hazırladığınız içi, dolmaların üzerinde biraz boşluk kalacak biçimde doldurun. Üzerlerine bir dilim domates kapatın. Dolmaları fazla derin olmayan bir tencereye tek sıra halinde dizin. Yarılarına kadar gelecek biçimde kaynamış su ekleyin. Orta ateşte pirinçler yumuşayana kadar pişirin. Soğutup servis tabağına alın, limon dilimleri ve maydanoz ile süsleyin... Afiyet olsun.

20.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri