Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

İlyas'a selâm olsun. İyilik yapan ve iyi kullukta bulunanları işte Biz böyle mükâfatlandırırız.

Saffât Sûresi: 130-131

11.11.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Şerri dokunabilecek kötü adamlara rastladığınızda selâm veriniz. Ki, size karşı olan kötü düşünceleri ve düşmanlıkları dinsin.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 481

11.11.2007


Irkçılık, başkasını yutmakla beslenir

Fikr-i milliyet şu asırda çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zalimleri, bunu İslâmlar içinde menfi bir sûrette uyandırıyorlar, tâ ki parçalayıp onları yutsunlar.

Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var, gafletkârâne bir lezzet var, şeâmetli bir kuvvet var. Onun için, şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara “Fikr-i milliyeti bırakınız” denilmez. Fakat fikr-i milliyet iki kısımdır:

Bir kısmı menfidir, şeâmetlidir, zararlıdır. Başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adâvetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise, muhasamet ve keşmekeşe sebeptir. Onun içindir ki, hadis-i şerifte ferman etmiş: El-İslâmiyyetü cebbeti’l-asabiyyete’l-cahiliyyete.* Ve Kur’ân da ferman etmiş:

“Kâfirler, kalblerine cahiliyet taassubundan ibaret olan o gayreti yerleştirdiklerinde, Allah, Resûlünün ve mü’minlerin üzerine sükûnet ve emniyetini indirdi ve onlara takvâda ve sözlerine bağlılıkta sebat verdi. Zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah ise herşeyi hakkıyla bilir.” (Fetih Sûresi, 48:26.)

İşte şu hadis-i şerif, şu âyet-i kerime, kat’î bir surette menfî bir milliyeti ve fikr-i unsuriyeti kabul etmiyorlar. Çünkü müsbet ve mukaddes İslâmiyet milliyeti ona ihtiyaç bırakmıyor.

Evet, acaba hangi unsur var ki, üç yüz elli milyon vardır? Ve o İslâmiyet yerine o unsuriyet fikri, fikir sahibine o kadar kardeşleri, hem ebedî kardeşleri kazandırsın?

Evet, menfi milliyetin tarihçe pek çok zararları görülmüş. Ezcümle, Emevîler, bir parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâmı küstürdüler, hem kendileri de çok felâketler çektiler.

Hem Avrupa milletleri şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Alman’ın çok şeâmetli ebedî adâvetlerinden başka, Harb-i Umumîdeki hâdisât-ı müthişe dahi, menfî milliyetin nev-î beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.

Hem bizde, iptida-yı Hürriyette, Babil Kalesinin harabiyeti zamanında “tebelbül-ü akvam” tabir edilen teşâub-u akvam ve o teşâub sebebiyle dağılmaları gibi, menfî milliyet fikriyle, başta Rum ve Ermeni olarak pek çok kulüpler namında sebeb-i tefrika-i kulûb, muhtelif mülteciler cemiyetleri teşekkül etti. Ve onlardan şimdiye kadar ecnebîlerin boğazına gidenlerin ve perişan olanların halleri, menfi milliyetin zararını gösterdi.

* Bu ibare, İslâmiyet öncesi câhiliye âdetlerine dönmekten men eden hadislerden iktibas edilmiştir. Bu mevzuda bir çok hadis-i şerif rivâyet edilmiştir. Bunlardan birisi şöyledir: ‘İslâm dini kendinden önceki bâtıl olan fiil, hareket, âdet ve inanışları keser, kaldırır.’ (Buhârî, Ahkâm: 4)

Mektubat, 26. Mektub, 3. Mebhas,

3. Mesele, s. 310

Lügatçe:

şeâmet: Kötülük, uğursuzluk.

muhasamet: Düşmanlık beslemek.

fikr-i unsuriyet: Irkçılık fikri.

İptidâ-yı Hürriyet: Hürriyet inkilâbının başlangıcı.

tebelbül-ü akvam: Muhtelif kavimlerden ibaret bir cemaatin, kısımlara ayrılarak farklı dili konuşmaları.

teşâub-u akvam: Kavimlerin kısımlara, şubelere ayrılması.

sebeb-i tefrika-i kulûb: Kalplerin ayrılış sebebi.

11.11.2007


Tekrar etmek tazeler ve yeniler

Hayatta, bir bilinenler vardır. Bir de yaşananlar! Hafıza bir çok bilgiyi kaydeder ama, akıl o bilgileri yeri geldiği zaman kullanamayabilir, hayata kolayca geçiremeyebilir. Bu yüzdendir ki, birçok insanın hemfikir olduğu gibi, “Bilmek herşey değildir”. Bilmek her şey değildir, doğru, fakat “bilgisiz” de bir şey yapılamaz. Zira insan bilmediğinden korkup ürker. Bilmek muhabbeti doğurur. Muhabbet ise insanın kalbini sürûra iletecek en kuvvetli duygulardan biridir. Kalbi mutmain olan kimse karşılaştığı zorluklarla daha kolay mücadele eder. Öyleyse bilmek hem mutluluk kaynağı, hem de zorluklarla mücadele etmekte en birinci silâhımızdır. Hayata geçirebildiğimiz doğru bilgiler, bizim koruyucu meleklerimizdir.

Zaman zaman bildiğimiz bir bilgiyi unutabilir ya da unutmaya yüz tutabiliriz. Hayatta karşılaştığımız olayların, duyguların, zorlukların tekrar etmesi, kim bilir belki de o unuttuğumuz bilgilerimizi tekrar tazelemek içindir.

Meselâ; “sabır” kavramı, bir zorlukla karşılaştığımızda, isyan etmeksizin, “Bu başıma niçin geldi?” demeyip, büyük bir inanç ve samimiyetle Rabb’imize sığınmak hâlidir. Yapılması gereken, bu sıkıntının gelmesinde bir ihmâlimizin olup olmadığını irdelemek ve aşmanın yollarını aramaktır. Sabrın anlamı içinde aynı zamanda bu da vardır. Bu bilgi hafızamızda kayıtlıdır. Onu hayata geçirme zamanı ise başımıza dert ve sıkıntıların geldiği andır. Sıkıntılarımızın üstesinden bu bilgiyi kullanarak, yani Allah’a sığınarak daha kolay geliriz. Bir kere üstesinden geldiğimiz aynı derdin, tekrar anları ise bilgilerimizin tazelenme zamanlarıdır. Sabır gerektiren hâli tekrar tekrar yaşarken envâi çeşit duygularımız harekete geçer, kalbimiz tazelenir ve bu hâli ruhumuzla yaşarız, ruhumuz hareket kazanıp, yenilenir. Aklımız, kalbimiz, ruhumuz, vücudumuz bir bütündür ve birini etkileyen hâl bir diğerini de etkiler. Öyleyse her biri ayrı ayrı yenilenir.

Yine sadece bu duyguyu temel aldığımızda yinelenen bir şey daha vardır ki, en mühim tazelenme de muhakkak burada gerçekleşir. O da, imanımızdır. Duygularımızı harekete geçirecek haller başımıza geldiğinde bize iki yol açılır. Birincisi sabır, Allah’a dayanmak, O’na güvenmek, kendi iradenden geçip Allah’ın iradesine sığınmak yoludur. İkincisi ise isyan edip “Bu başıma niçin geldi?” deyip, olayın, kader, imtihan boyutuna bakmaksızın, kendi iradene güvenip, benliğini ön plana çıkarmak yolu...

İlkini, sabır yolunu, seçtiğimizde,—ki doğru olan budur ve bu bir bilgi olarak hafızamızda kayıtlı bulunmaktadır—imanımız tazelenir. Çünkü bizler, iman derecemize göre sabır gösterebiliriz. İmanımız yinelendiği/yenilendiği için aklımız, kalbimiz, ruhumuz, vücudumuz hâsılı her azamız iyilik ve mutluluk yönünde tazelenir. Yani yıkıma doğru değil, yapıma, tamire doğru gideriz. Sırtımızı dayayabileceğimiz bir Rabb’i hissederiz ardımızda.

İkinci yolu, isyan yolunu seçip kendimize güvendiğimizde,—ki hafızamızda bu bilginin bizi hüsrana götüreceği ayrıca bir bilgi olarak kayıtlıdır—içimizdeki boşluğu hissederiz ve dayanacak bir nokta bulamama, karanlığa doğru kayıp gitme gibi bunalım duyguları harekete geçer. Böylece, yukarıda bahsettiğimiz azalarımız ve lâtifelerimiz mutsuzluk ve umutsuzluk yönünde yenilenir; yıkıma hüsrana doğru götürür bizi. Her duygumuzu buna kıyas edebiliriz.

Hafızamıza, bilgilerimizi doğru kaydetmeliyiz. Doğru kaydedelim ki önümüze çıkan olaylarda iyi ve güzel olanı seçebilelim. Her şeyin iki yüzü olduğu gibi başımıza gelen olayların da iki yüzü vardır. Tercihlerimiz olacaktır. Doğru bilir isek ve bu doğruları hayata geçirebilir, içselleştirebilirsek doğruyu tercih eder, güzelliğe doğru tazeleniriz.

[email protected]

Filiz GENÇ

11.11.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Câbir bin Abdillah (r.a.) bildiriyor: Buvat gazvesinde idik. Peygamber Efendimiz (a.s.m.), “Yâ Câbir! Abdest alacak bir parça suya bak!” buyurdu. Ben de, “Abdest alacak suyu olan var mı?” diye seslendim.

Kimsede bir damla su kalmamıştı. Ensardan birisi kendisine ait kuru tulumların içinde Resûlullah (a.s.m.) için su soğuturdu. Ona geldim. Ve suyu olup olmadığını sordum. Onda da su kalmamıştı. Ancak kuru tulumlarının birisinin dibinde azıcık bir su vardı ki, eğer o su tulumun kuru kısmına temas edecek olsa idi, tulum o suyu emip bitirirdi. Resûlullaha (a.s.m.) geldim. “Yâ Resûlallah! Eski tulumlarının birinde azıcık su var. Eğer tulumun kuru yerine gelse o su da bitecek!” dedim. Resûlullah (a.s.m.), “Git, o suyu getir!” buyurdu. Gidip tulumu getirdim. Resûlullah (a.s.m.) onu eline aldı. Ne okuduğunu bilemeyeceğim şekilde bir şeyler okudu ve tulumu sıkıştırdı. Sonra onu bana verdi ve “Yâ Câbir! Büyük çanağı getirmeleri için seslen!” buyurdu.

Seslendim. Büyük çanağı getirdiler. Çanağı Resûlullahın (a.s.m.) önüne koydum. Resûlullah (a.s.m.) çanağın içinde mübârek eliyle şöyle işaret buyurdu. Elini yaydı, mübarek parmaklarını ayırdı, elini çanağın dibine koydu.

“Yâ Câbir! Tulumu al da, Bismillah diyerek o az suyu üzerime dök!” buyurdu. Ben de tulumu aldım. Bismillah dedim ve az suyu Resûlullahın (a.s.m.) üzerine döktüm.

Bir de ne göreyim, Resûlullahın (a.s.m.) mübârek parmakları arasında su kaynayıp fışkırıyordu. Büyük çanak su ile dopdolu oldu. Resûlullah (a.s.m.), “Yâ Câbir! Suya ihtiyacı olanlara seslen!” buyurdu. Ben seslendim. Ardından insanlar gelip doyuncaya kadar kana kana su içtiler.

Resûlullah (a.s.m.) elini çanaktan kaldırdığında çanak dopdolu kalmıştı. (Müslim, 8/570.)

Süleyman KÖSMENE

11.11.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri