Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Sivil Toplum

Anayasayı millet yapar

Anayasa, doğuşta “sivil”dir, sivil olmalıdır. Zira esas olan anayasayı halkın yapmasıdır. Anayasa toplumu teşkil eden bireylerin, kendi haklarından, özgürlüklerini diğer bireyler adına kısıtlamayı kabul etmesidir. Ortaya bir “ANA” yasa çıkarmakta, bununla toplumun bazı işlerini görmek üzere bir devlet ortaya çıkarmakta, bu devletin işleri yapmak için kendi parasından bir kısmını vergi olarak ödemeyi kabul etmekte ve buna benzer doğuştan haklarını sınırlamakta kendine görevler kabul etmektedir.

Anayasayı devlet yapmaz. Ancak halkın görev verdiği “anayasayı hazırlama” işini devlet yapabilir. Nihai olarak bu hazırlanan anayasayı kabul edip etmeme ve sonradan değiştirme yetkisi halka aittir.

Ülkemizde birkaç askeri darbe yapılmış, eski anayasalar lağvedilmiş ve devleti ele geçiren cuntalar tarafından anayasalar hazırlanmış, halk ve sivil toplum kuruluşları bilgilendirilmemiş, halk ve sivil toplum kuruluşları tartışamamış ve bu haliyle sözüm ona halkın oyuna sunulmuştur. ‘Hayır’ demenin nerdeyse yasak olduğu, aleyhte yazan gazetelerin kapatıldığı, yazarlara ceza verildiği bir ortamda halkın “evet” demesi sağlanmıştır. Devletin başına geçen askerlerin istediği gibi hazırlanmış ve özgürlüklerin kısıtlandığı, halk iktidarının önlenmeye çalışıldığı bir anayasa elbette sivil anayasa olarak addedilemezdi ve addedilmedi.

Halkımız kendisinin yaptığı bir anayasaya ekmek – su kadar ihtiyaç hissetmektedir. Kendi ihtiyaçlarını, özgürlüklerini, kısıtlamalarını kendisi belirlemek istemektedir ve bu onun hakkıdır.

Halk isterse devletsiz de yaşayabilir. Devlet önceden var değildir. Sonradan halkın kurmasıyla ortaya çıkmıştır ve halkın güvenliği, sağlığı, halkın iyiliği için vardır. Bireye karşı devleti koruyan bir anayasa sivil sayılamaz. Halkın kabul etmediği bir anayasa “ana” yasa da olamaz.

Anayasa ve diğer yasalarla “mukaddes devlet” anlayışının hâkim kılınması, devlet memurları ve bazı devlet organlarının fetiş haline getirilmesi, sosyal ve hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmaz. En basit memura bile dokunulmadığı fakat en basit memurun bile her vatandaşa dokunabildiği bir devlet anlayışı anayasada olmaz, adalet duygusunu yıpratır, halkın devlete olan güvenini yok eder.

Devletin rejimi olmaz. Devlet her rejime aynı uzaklıkta olmalıdır. Kendisini oluşturan halkın bireylerinin ayrı dinler, ayrı mezhepler, ayrı ideolojileri olan devletin bir rejimi dayatması “laik, sosyal ve hukuk devleti” olan demokratik bir cumhuriyete yakışmaz.

Yeni hazırlanacak sivil anayasanın “efradını cami ağyarını mani” olması gerekir. Yani bir anayasada olması gerekenler olmalı ve olmaması gerekenler de olmamalıdır. Eski anayasalarımızda basit bir kanunla düzenlenmesi gereken bahisler anayasaya girmiş, anayasayı içinden çıkılamaz hale getirmiştir. Anayasayı yapan halk olduğuna göre ileride istediği zaman değiştirme hakkı da onda olduğuna göre “değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek” maddelerin varlığı anayasanın sosyal sözleşme ruhuna aykırıdır. Kişilerin kendi haklarından önceden vazgeçmeleri hukukça korunan bir olgu değildir.

Temennim şudur ki, sivil anayasa sloganıyla yola çıkılmışken, “filancalar ne der” kaygılarıyla “dağ fare doğurdu” deyimi gibi özgürlüklerimizin önündeki yasakların muhafaza edildiği bir anayasa çıkmaz. Son seçim ve referandum örneklerinden anlaşıldığı gibi Millet demokrasiye ve kendi haklarına sahip çıkmaya alışmışken gerçek bir sivil anayasa hazırlanır ve milletçe kabul edilir.

Özgür bir Türkiye için sivil bir anayasanın kabulü ve sivil bir anlayışın hakim kılınması dileğiyle..

[email protected]

Halil DOĞAN

05.11.2007


AİHM’de yargıç bilmecesi

Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) “yargıç adayları” sunması konusunda zaman daralıyor. En geç Kasım ayının ortalarına kadar aday listesinin sunulmaması halinde, Rıza Türmen’in görev süresi dört ay daha uzayacak. Nisan ayına kadar Türkiye listeyi yine sunmaz ve bu süre zarfında Rusya AİHM’in çalışmalarını hızlandıracak 14’üncü protokolü onaylarsa, Rıza Türmen üç yıl daha görevinde kalacak. Ancak Türmen’in Türk Hükümeti tarafından yeniden aday gösterilmemesinden sonra hükümeti eleştiren açıklamalar yapması sebebiyle, AİHM’de “tarafsızlığını yitirdi ve Türkiye dâvâlarıyla ilgili yargıçlığı tartışmalı hale geldi” yorumları yapılıyor.

Ekim başında Türkiye tarafından sunulan üç kişilik aday listesi, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) tarafından geri gönderilmişti. Gerekçe olarak da adaylar arasındaki “seviye” farkı gösterilmiş ve bir adayın diğer adaylara nazaran “yüksek yeteneğe sahip olduğu” belirtilerek AKPM’ye tek bir adayın dayatıldığı, “seçme şansının olmadığı” kaydedilmişti. AKPM, Türkiye’nin sunduğu listede yer alan Prof. Dr. Ruşen Ergeç, Prof. Dr. Mustafa Erdoğan ve Prof. Dr. Arzu Oğuz arasında sadece Ergeç’in “AİHM yargıcı olabilme yeteneği” bulunduğunu belirterek diğer adayların listeye “süsleme” olarak konulduğu eleştirisini getirmişti.

Türkiye Strasbourg’a henüz yeni bir liste sunmadı. Konsey çevreleri, yeni bir listenin en geç Kasım ortalarına kadar sunulma gerektiğini kaydediyorlar. Aksi taktirde Türmen’in görev süresinin önce dört ay, daha sonra ise üç yıl uzama ihtimali bulunuyor. Türmen’in Mart ayından beri kendisini listeye koymayan Türk hükümetine yönelik çeşitli demeçlerle “tepki göstermesi” sebebiyle yargıçlığını “tarafsız yapamayacağı” ileri sürüldü. Mahkemede taraflardan birinin davacı ve diğerinin ise Türk Hükümeti olduğunu belirten AİHM çevreleri, mahkemenin iç tüzüğünün 3’üncü maddesine göre yargıçların, AİHM’de tarafsız olarak görev yapacakları yönünde ant içtiklerini belirttiler. Yine aynı tüzüğün 28’inci maddesine göre ise yargıçların AİHM’deki dâvâların taraflarından birine karşı, yazılı, sözlü yada medya aracılığıyla açık bir şekilde tavır aldıklarında tarafsızlığını ve objektifliğini yitireceği belirtiliyor. İç tüzük, bu durumda yargıçların ilgili ülkelerin dâvâlarına giremeyeceklerini kaydediyor. Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ıncı maddesi de yargıçların “tarafsız” olmaları gerektiğini belirtiyor.

05.11.2007


AB, Türkiye’nin ‘2007 Karnesini’ 6 Kasım’da açıklıyor

Türkiye’nin son bir yılda AB yolunda kaydettiği ilerleme ve eksikliklerinin değerlendirildiği 2007 İlerleme Raporu, yarın açıklanıyor. Avrupa Komisyonu, AB genişlemesine ilişkin yeni Strateji Belgesi ile aday ülkelere ilişkin yıllık İlerleme Raporlarını yayınlayacak. Komisyonun genişleme stratejisinin anlatılacağı belgede ayrıca aday ülkeler Türkiye, Hırvatistan ve Makedonya ile potansiyel adaylar Arnavutluk, Bosna, Karadağ, Sırbıstan ve Kosova’nın son 12 ayda performansları özet olarak değerlendirilecek .

İlerleme Raporlarında her aday ve potansiyel adayın son bir yılda AB yolunda kaydettiği ilerleme ve eksikliklere ayrıntılı biçimde yer verilecek. Komisyon ayrıca her ülke için gözden geçirilmiş Katılım Ortalıkları için AB Konseyi’ne yönelik önerilerini de açıklayacak. Bu önerilerde yapılması istenen reformlar sıralanacak. Son olarak da Komisyon, adaylar ve potansiyel adayların reform çabalarına desteklemek amacıyla sağlanması öngörülen malî yardımları içeren Malî Çerçeveyi de yayınlayacak. 2007 İlerleme Raporu, Hrant Dink’in öldürülmesi ve Malatya’daki cinayetler, Genelkurmay’ın 27 Nisan Bildirisi, PKK’nın Türk ordusuna yönelik kanlı saldırıları gibi Türkiye’de son 12 ayda damgasını vuran gelişmelere yer veriliyor. Bu çerçevede raporda PKK eylemleri kınanıyor.

Avrupa Komisyonunca Salı günü açıklanacak Türkiye İlerleme Raporu’nda Genelkurmay bildirisi ve yaşanan anayasa ve siyasi krize rağmen “demokratik standartlara” tamamen uygun cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin yapıldığına işaret edilecek. TBMM’de bütün siyasî görüşlerinin büyük ölçüde temsil edildiği belirtileceği raporda “Artık reformlara yeni bir ivme kazandırma zamanının geldiği” mesajı veriliyor. Raporda DTP milletvekillerinin TBMM’ye girmesi olumlu karşılanan gelişmeler arasında yer alıyor.

Raporda Türk Hükümeti’nin demokrasinin geliştirilmesi ve bireysel özgürlüklerin arttırılması amacını taşıyan anayasal reformları gündeminin en üst sırasına almasından duyulan memnuniyet dile getirilirken ifade özgürlüğü açısından “kritik” olarak görülen TCK’nın 301. maddenin ele alınmamasının yarattığı hayal kırıklığı yansıtılacak. 301. maddesinin değiştirilmesi ve din özgürlüğü açısından önemsenen Vakıflar Yasası’nın benimsenmesinin “aciliyeti”ne vurgu yapıldığı raporda Ruhban Okulu’nun henüz açılmamasına da dikkat çekiliyor. Avrupa Komisyonu, önceki raporlarında olduğu gibi 2007 raporunda da sivil-asker ilişkilerine değiniyor. Bu çerçevede Komisyon, sivil-asker ilişkilerinde demokrasi üstünlüğünün güvence altına alınması beklentisini ifade ediliyor.

Yargı sisteminin iyileştirilmesi çağrılarının da yapıldığı İlerleme Raporunda Türkiye, limanlarını Rumlar açmaması sebebiyle de eleştiriliyor.

05.11.2007


Haftanın 301 kurbanları

1 Haziran 2005’den bu yana 100’den fazla kişi 301. maddeden yargılanırken, sadece Temmuz-Eylül 2007 döneminde 301. maddeden yargılananların sayısı 22’ye ulaştı. Bugüne kadar 301’in “ağına takılanlar” arasında suikaste uğrayan AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink ve Nobel Ödüllü yazar Orhan Pamuk’un yanı sıra çok sayıda gazeteci, yazar ve akademisyen bulunuyor.

Bu haftanın “301” kurbanları ise gazeteci Hacı Boğatekin, yayıncı Ahmet Önal ve yazar Murat Coşkun. Boğatekin, Gerger Fırat Gazetesi’nde yayınlanan “Türkiye Yanlış Yaptı” başlıklı yazısı; Önal ve Coşkun ise “Acının Dili Kadın” adlı kitap sebebiyle yargıç karşısına çıkacak.

05.11.2007


Kanun yapım sürecinde sivil toplum

Yasama Derneği, Kasım ayı içerisinde TBMM’de kanun yapım sürecine sivil toplumun katılımına ilişkin bir panel düzenleyacak.

Panele milletvekillerinin yanı sıra bakanlıklar, Başbakanlık ve TBMM’de görev yapan yasama bürokratları, akademisyenler ve STK temsilcileri dâvet edilecek.

Sunum ve tartışma konuları şunlar olacak:

1. Parlamenter Demokrasilerde Kanun Yapım Sürecine Sivil Toplumun Katılımı.

2. Avrupa Parlamentolarında Kanun Yapım Sürecine Sivil toplumun katılımı

3. Kanun tasarılarının hazırlanması aşamasında sivil toplumun katılımı.

4. TBMM’de kanun yapım sürecine sivil toplum katılımı.

5. Örnek bir STK katılımı.

05.11.2007


Uluslararası İslâmofobya Konferansı

İslâm Dünyası STK’ları Birliği (İDSB) 8-9 Aralık 2007 tarihinde İstanbul Grand Cevahir Hotel’de Uluslararası İslâmofobya Konferansı düzenliyor.

İDSB yetkilileri konferansın amacını kısaca şu şekilde ifade ediyorlar: “Müslümanlara ve İslâma karşı hakaret ve yanlış uygulamaların artmasında önemli bir faktör olan İslâmofobyanın teorik ve pratik yönleriyle, konunun uzmanları ve muhatapları tarafından etraflıca değerlendirilmesi, İslâmofobik olay, yayın ve politikaların giderek arttığı son günlerde zaruret kazanmıştır. Kasıtlı, sistemli veya münferit yayın ve tavırlarla dünya toplumlarındaki İslâmofobyanın şiddetlenmesine katkıda bulunan çevrelere karşı hukukî, siyasî ve bilimsel yollarla mücadele etmek ve insanlığın geleceği için zorunlu hâle gelmiştir.

İster basit bir hakaret, ister sıradan bir ırkçılık veya ayrımcılık, ister daha şiddetli bir hal alsın, İslâmofobya, bir insan hakları ihlâlidir ve toplumsal bütünlüğe ve dünya barışına karşı açık bir tehdittir.

Özellikle 11 Eylülden sonra Batı’daki birçok Müslüman toplum hatta İslâm ülkelerindeki mütedeyyin insanlar çapı gittikçe genişleyen bir düşman çevreyle, hakaretlerle, çeşitli baskı ve karalama kampanyaları ile karşı karşıya kalmıştır. İslâmofobya, artık lokal bir problem olmaktan çıkmış, iletişim vasıtaları ve küreselleşmenin tesiri ile küresel bir fenomen hâline gelmiştir.

Güvenlik endişeleri ve teröre karşı savaş sebebiyle İslâmofobya mazur görülemez. İslâmofobik yayın, tavır ve politikaların terör ve güvenlikle ilişkilendirilmesi sadece bir aldatmacadan ibarettir.

İslâm Dünyası STK’ları Birliği (İDSB), İslâmofobya fenomeninin bütün yönleriyle ele alınacağı ve İslâmofobya ile mücadele yollarının tartışılıp araştırılacağı, çözüm yollarına yönelik sivil inisiyatiflerce hazırlanan somut projelerin değerlendirileceği, 8-9 Aralık 2007 tarihinde İstanbul Grand Cevahir Kongre Merkezi’nde uluslararası bir konferans düzenlemektedir.

İslâm Konferansı Teşkilâtı (İKT) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nun açılış konuşması yapacağı bu konferansla, konunun hem akademik camiadan hem de sivil toplum kesimden uzmanlarını, medya mensuplarını, parlamenterleri ve uluslararası örgütlerin temsilcilerini bir araya getirmek; konuya siyasî, sosyal, ekonomik açılımlar kazandırmak; İslâmofobyanın sebep ve sonuçlarını, fâil ve muhataplarını, çözüm yollarını irdelemek amaçlanmaktadır.”

05.11.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri