Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Onların ileri gelenleri "Haydi yürüyün," diyerek oradan ayrıldılar. "İlâhlarınıza bağlılıkta direnin. Sizden istenen budur.

Sâd Sûresi: 6

10.12.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Dört kimse vardır ki Allah onlara buğzeder. Bunlar, (1) yemin ederek malını satan, (2) kibirli fakir, (3) zinâ eden ihtiyar, (4) zâlim idâreci.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 532

10.12.2007


Açık saçıklık, aile hayatını zehirliyor

Sanemperestliği şiddetle, Kur’ân, men ettiği gibi; sanemperestliğin bir nevî taklidi olan sûretperestliği de men eder. Medeniyet ise, sûretleri kendi mehâsininden sayıp, Kur’ân’a muâraza etmek istemiş. Halbuki gölgeli, gölgesiz sûretler, ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riyâ-i mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki; beşeri zulme ve riyâya ve hevâya, hevesi kamçılayıp teşvik eder. Hem Kur’ân, merhameten, kadınların hürmetini muhâfaza için, hayâ perdesini takmasını emreder; tâ hevesât-ı rezîlenin ayağı altında o şefkat mâdenleri zillet çekmesinler, âlet-i hevesât, ehemmiyetsiz bir metâ hükmüne geçmesinler. Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki, âile hayatı, kadın-erkek mâbeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki, açık saçıklık samimî hürmet ve muhabbeti izâle edip, âilevî hayatı zehirlemiştir. Hususan, sûretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukût-u ruha sebebiyet verdiği, şununla anlaşılır: Nasıl ki, merhûme ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrip eder; öyle de, ölmüş kadınların sûretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan sûretlerine hevesperverâne bakmak, derinden derine, hissiyât-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrip eder.

Sözler, 374

***

Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, koca ve karı mâbeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünkü, açık saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebîye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından daha iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samimî muhabbet ve hürmet-i mütekabile gitmekle beraber, gayet çirkin ve gayet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyet verebilir.

Lem’alar, 24. Lem’a, 3. Hikmet

Lügatçe:

sanemperestlik: Puta

tapıcılık.

sûretperestlik: Görünüşe çok ehemmiyet vermek, sûretlere, resimlere çok düşkün olmak.

zulm-ü mütehaccir:

Taşlaşmış zulüm.

riyâ-i mütecessid: Cesed haline girmiş gösterişlilik.

heves-i mütecessim:

Cisimleşmiş heves.

mâbeyn: Ara, arasında.

izâle: Ortadan kaldırma, yok etme.

sukût-u ruh: Ruhun

alçalışı.

10.12.2007


Bir hatıra defterinde neler bulunur?

Sizin hiç hatıra defteriniz oldu mu? Ya da hatıra defteri tuttunuz mu? Peki hatıra defterlerine neler yazılır?

Benim şimdiye kadar hayatta tek hatıra defterim oldu. Bu defterde kendi başımdan geçenler yer almıyordu. Peki neler vardı?

Hatıralar da, hayale yüklenen ve geçmişte bırakılan gerçekler değil mi?

Hatıralarımı sizinle paylaşmak istiyorum. Benimle hayalen 36 yıl geriye yolculuk edebilir misiniz?

Haydi, buyurun!..

Ülkemizde 12 Mart (1971 askerî muhtırası) dönemi yaşanıyordu. Ben ise, lisede devlet parasız yatılısı olarak okuyordum.

Yıllar önce atılan küfür tohumları, meyvelerini anarşi olarak vermeye başlamıştı. Olayların önü alınamayınca hükûmete muhtıra verilmiş, bir bakıma ülke yönetimine müdahale edilmişti. Mevcut hükûmet istifa ettirilerek yerine hemen bir tarafsız (!) başbakan bulunmuştu. Onun başkanlığında hükûmet kurdurulmuştu. Yeni hükümet ülkede sıkıyönetim ilân ederek olayları bastırmaya çalıştı.

Aramalar ve tutuklamalar...

Sıkıyönetim komutanlarının bildirileri ve arananların listeleri medyada arka arkaya yayınlanmaya başladı.

Arananlar listesinde kendi adımı da duymaz mıyım? Benim ne suçum olabilirdi? Niçin aranıyordum? İsim benzerliği vardı. Ama bunu kime, nasıl anlatabilirdim? Kimliklere bakan askerler bunu nasıl fark edecekti? Ben o aradığınız değilim desem bile uzun zamanım geçebilirdi. Kaldı ki, aynı okulda benim ismimden iki arkadaş daha vardı. Bazan bana gelen mektuplar diğer arkadaşlardan da geçerdi.

Bir gece yarısı askerlerin postal sesleriyle uyandık. Yani uyandırıldık. Pencereden dışarı baktım ki, pansiyonumuzun etrafı belki bir takım askerle sarılmıştı. Pansiyon yukarıdan aşağıya bütün odalar, dolaplar dahil birer birer didik didik arandı. Bereket versin pansiyonda suç unsuru bir şey bulunamamıştı. Tutuklanan kimse olmamıştı. Gece kaçan uykumuzu tekrar aramaya başladık.

İlerleyen günlerde nelerle karşılaşacaktık? Bizim için tedirgin geçen günler başlamıştı.

Okul idarecileri ve öğretmenler de (sıkıyönetimin emriyle olabilir) sık sık arama yapmaya başladılar. Tabiî daha çok okunan kitaplara dikkat edilirdi. Bu arada radyo ve gazetelerde “âyin yaparken yakalanan nurcu” haberleri başı çekiyordu. Dolabımda bulunan risâleleri tedbir olarak eve götürdüm. Bazı risâlelerin kapaklarını içim sızlayarak değiştirdim.

Arkadaşlarla hafta sonlarını iple çekerdik. Fırsatları değerlendirip dershaneye giderdik. Zaman ne çabuk geçerdi. Bizim için saatler değil, dakikalar bile çok kıymetliydi. Dakikaları tam doldurmaya çalışırdık. Okul derslerimiz Cumartesi günleri öğleye kadar devam ederdi. Haftalık dışarı çıkma hakkımız bir buçuk gündü. O dönem böyle geçti. Yaz tatilinde kendime bir okuma programı yaptım. Okuyamadığım günlerin telâfisini yaptım. Tatili bitirip tekrar okula döndüğümde aynı sıkıntıların devam ettiğini gördüm.

Peki ben okulda Risâle-i Nurları nasıl okuyacaktım?

Aklıma bir formül geldi. Kırtasiyeciden boş bir hatıra defteri aldım. Defteri doldurmaya başladım. Hatıra defterim iki bölümden oluştu: Birinci bölüm çoğunlukla risâlelerden seçilen güzel sözlerden oluşuyordu. İkinci bölümü ise namaz tesbihatı teşkil ediyordu.

Defterin iç kapağına Gençlik Rehberi’nden çıkardığım dış kapağını yapıştırdım. O benim gibi gençlere Üstad’dan bir vasiyetti. Bakın orada Üstad Said Nursî ne diyordu:

“BİR TEK GAYEM VARDIR. O da; mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses âlem-i İslâm’ın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedem ile inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum. Bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki bolşevikler olsun.”

İlk sayfaya “Tabiat bir san'at-ı İlâhiyyedir, Sâni olamaz. Bir kitab-ı Rabbânîdir, kâtip olamaz. Bir nakıştır, nakkaş olamaz. Bir defterdir, defterdâr olamaz. Bir kanundur, kudret olamaz.”

Üçüncü serlevham ise, “Ey insan! Düşün!.. Sen alâkülli hâl öleceksin. Biz gidiyoruz. Aldanmakta faide yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar. Sevkiyat var” idi.

Defterin ortalarında “Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz; sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket Hâkimsiz olur?” sözü yer almaktadır.

Risâlelerden seçme sözlerin yer aldığı hatıra defteri yine Üstadın müdafaalarında pervasızca haykırdığı şu cümlelerle bitiyordu: “Başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa ve her gün biri kesilse zındıkaya ve dalâlete teslim-i silah edip, vatan ve millet ve İslâmiyete hıyanet etmem. Hakikat-ı Kur’ân’a feda olan bu başımı zâlimlere eğmem!”

Hatıra defterimizde o günlerde bilhassa yolculuklarda bol bol okuduğumuz A. Karakoç’un yazdığı “Hak Yol İslâm Yazacağız” şiiri de yer almaktadır. Aşağıya bu şiirin başından ve sonundan birer kıta alıyorum.

Kör dünyanın göbeğine,

Hak yol İslâm yazacağız.

Kuşların göz bebeğine,

Hak yol İslâm yazacağız.

Herkes duyacak, bilecek,

Saklanmaz gayri bu gerçek.

Yaprak yaprak, çiçek çiçek,

Hak yol İslâm yazacağız.

Hatıra defterimi yıllarca o günlerin hatırası olarak sakladım. Her baktığımda o günlere hayâlen giderek sevinci ve üzüntüyü birlikte yaşarım. Bazan gözyaşlarımla okuduğum bile olurdu. Bu hatıra defteri sanki benim o zor günlerimde Risâle-i Nurlar’ın küçük bir nümûnesi gibiydi. Bediüzzaman’a uzun yıllar hizmet eden talebelerinin de benzer yollardan gittiklerini daha sonra öğrendim. Meselâ, merhûm Tâhiri Mutlu Ağabeyin “Kırk Ambarı” gibi.

Benim hatıra defterim bir ihtiyaçtan doğmuştu. Defterde yer alan parçalar şüphesiz bir sıra takip etmiyordu. Benim başımdan geçenleri de ifade etmiyordu. Belki bir not defteri idi. Benim ruh dünyamı aydınlatıyordu. Karanlıklar içinde yürüyen bir insanın cep feneri gibiydi. Okuduğum kitaplardan seçilmiş sözlerdi. Kaç defa okudum, bilemiyorum. Çünkü her okudukça rahat bir nefes alıyordum. Bana hava gibi, su gibi geliyordu.

Şimdi ise...

Gerisini size bırakıyorum.

Ahmet ÖZDEMİR

10.12.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

İslâm âlimlerinden Ali Dekkak Hazretlerine sordular:

“Namazda iken, sinekle meşgul olan kimse için ne dersiniz?” Ali Dekkak dedi ki:

“Allah’ın huzurundaki edep, Ayaz’ın, Gazneli Sultan Mahmud’un huzurundaki edepten az olmamalıdır.”

“Ayaz edepsiz miydi?” dediler.

‘’Ayaz, bir gün Gazneli Sultan Mahmud’un hizmetinde bulunurken, birden ayakkabısının burnunu salladı.

Sultan, Ayaz’ın bu haline şaştı. O zamana kadar kendisinden hiçbir zaman edepsizlik görmemişti. Sultan, Ayaz’ın bir özrü olduğunu düşündü. Memurlarından birisine Ayaz’ı takip edip, durumu incelemesini emretti.

Sultanın adamı, Ayaz’ı takip etti. Ayaz bir köşeye çekilip, ayakkabısını çıkardı. İçinden bir akrep düştü. Ayaz, ayakkabısıyla akrebi ezerek,

“Bugün, bana Sultanın huzurunda edebimi bozdurdun. Bugüne kadar sultanın huzurunda bir edepsizliğim görülmemiştir.’’ dedi.

Memur, durumu Sultan’a arz etti. Ayaz geri dönünce Sultan: “Ey Ayaz! Bugün niçin edepsizlik yaptın? Ayağını hareket ettirip durdun?” dedi.

Ayaz özür dileyerek dedi ki:

“Kabahat işlemek hizmetçilerin işidir. Affetmek ise, sultanların şanındandır.”

Sultan Mahmut: “Akrep olayını biliyorum.” deyince Ayaz: “Anlatayım sultanım: Sizin saltanat nimetlerinize kavuşmuş biriyim. Akrep yedi defa ayağımı soktu, dayandım. Ayağımı oynatmadım. Sekizincisinde takadım kalmadı. Ayağımın ucunu yerden kaldırdım.” dedi.

Ali Dekkak der ki:

“Ey kardeşim, dikkat et! Bir sultanın yanında hizmetçinin gösterdiği edebe bak! Bir de makamların en yükseği olan Allah’ın huzurunda ibadet hâlinde olanların göstermeleri gereken edebi düşün!”

Süleyman KÖSMENE

10.12.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri