Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Eğitim

Yetişkinlere yönelik eğitimlerde nelere dikkat edilmeli?

Öğrenciler, ilk günlerde eğitimciye ve diğer öğrenci arkadaşlarına karşı çekingen olabilirler. Yine eğitimden verim alıp alamayacakları, öğretmen ve ortam ile ilgili düşünceler oluşturabilirler. Eğitimin ilk günlerinde, bu eğitimden yararlanamayacağı kanaatine varan bir öğrenciyi yeniden öğrenmeye teşvik etmek oldukça zor olacaktır. Yetişkinler, sorunlarına çözüm bulabildiği, kendini ifade edebildiği ortamda eğitimcinin beklentisinin üzerinde bir verimle eğitimleri tamamlayabilirler. Bunun için eğitimcinin, yetişkin öğrencilere, çocuklara yönelik eğitimlerdeki gibi davranmaması gerekmektedir. Öğretmen, her ferdin özel ilgi alanlarını, mesleğini, eğitimden beklentilerini öğrenmelidir. Böylece ders dışında öğrencilerle onların ilgi alanlarına uygun konularda konuşabilir, onlara yardımcı olabilir.

Yetişkinlerin fiziksel durumları

öğrenme sürecini etkiler

Yetişkinlerin fiziksel gelişim özelliklerinin dikkate alınması gerekmektedir. 40-45 yaşları arasında kişilerin görme oranlarında düşüş olur. Yaş ilerledikçe yetişkinlerin işitme gücünde azalma meydana gelmektedir. Bununla birlikte ileri yaştaki (45 yaş ve üzeri) yetişkinler, çalışmalara gençler (20-25 yaş) kadar fazla katılamayabilirler. Yaş ilerledikçe beklentilerin farklılık gösterdiğini unutmamalıyız. Bireyin mesleği, eğitime olan ihtiyacı, evli ve çocuklu olması, inançları, gelir durumu, eğitimlere katılıp katılmamasında etkili olabilir. Ayrıca yetişkinlerin eğitimlere katılmasında tek bir sebep olduğunu söyleyemeyiz: Kişisel gelişim, terfi etme, iletişim kurma, çocuklarını eğitme, ek gelir elde etme, meslek sahibi olma, sosyal çevre edinme…

Yetişkin eğitimi ile çocuk

eğitimi birbirinden farklıdır

Yetişkinler için hazırlanan eğitimler ile çocuklara yönelik eğitimler oldukça farklıdır. Çocuklara verilen eğitimlerle, onları hayata hazırlamak, beceri ve kişilik kazandırmak amaçlanmaktadır. Çocuklara önceden hazırlanmış eğitim programları uygulanır, zaman zaman öğrenciler öğrenmeye zorlanabilirler. Çocuklar öğrenmeye hem son derece açık hem de önyargısızdırlar. Bu sebeple çabuk öğrenirler. Zaman sıkıntısı çekmezler ve öğretmenlerini anne-baba olarak görürler. Bütün bu etmenler öğrenmelerini kolaylaştırır. Oysa yetişkinler yaparak ve yaşayarak öğrenmelidir. Öğrenilen becerilerin belirli aralıklarla tekrarlanarak pekiştirilmesi gerekmektedir. Öğretilen konular yapısallaştırılmalıdır. Konular belirli bir düzen içerisinde ve basitten karmaşığa doğru sıralanmalıdır. Eğitime katılan öğrencilerin kaygı düzeyi göz önünde bulundurulmalıdır. Kaygı düzeyi bireyin öğrenmesini, derse katılmasını ya da tekrarları yapmasını engelleyebilir. Yetişkinlerin kendi kendilerine öğrenmeyi tercih edeceklerini ve kendilerini tecrübeleri doğrultusunda değerlendireceklerini unutmamalıyız. Eğitime gelen bireye eğitim amacını kabul ettirmeye çalışmak sonuç vermeyecektir. Çünkü eğitimden neler beklediğinin kararını sadece yetişkinler verebilir.

Eğitim materyallerini

kullanın ve derse katılımı sağlayın

Ders sırasında bilgisayar, tepegöz kullanmak, resim ve slâytlardan yararlanmak eğitimin kalitesini artıracaktır. Eğitimde hangi tekniklerin kullanılacağı öğretmen tarafından belirlenir. Öğrenciler derse başlar başlamaz öğretmenin her söylediğini not alma eğilimindedirler. İlk günlerde öğrencilerin not tutmalarına gerek olup olmadığını belirtin. Sadece önemli yerlerin not alınmasını istiyorsanız, ''burayı not alın'' diyerek öğrencileri uyarın. Yetişkinler verilen eğitimle ilgili daha önce başka kaynaklardan eğitim almış, bu konudaki kitapları okumuş olabilirler. Eğitim sırasında öğrenciler bilgilerini paylaşmak istediklerinde, onların anlattıklarından da yararlanılmalıdır. Çünkü öğrenciler eğitime ne kadar çok katılır ve katkı sağlarlarsa verimlilik o ölçüde artar. Eğitimci, öğrencilerden gelen ilginç soruları, bilmediği konuları not almalı, araştırarak sonraki derslerde öğrencileriyle paylaşmalıdır. Eğitimcilerin her şeyi bilmesi tabiî ki mümkün değildir. Ama sadece ''bilmiyorum'' demek yerine ''bu konuda bilgi sahibi değilim ama araştıracağım'' demek öğrencileri rahatsız etmeyecektir.

Yetişkinlerin eğitimden

beklentileri farklılık gösterebilir

Eğitimin başında yetişkinlere öğrenilecek bilgilerin nerelerde kullanılacağı anlatılır. Aynı zamanda eğitim sonucunda ve eğitim süresince öğrencilere sunulan hizmetlerle ilgili yetişkinler haberdar edilmelidir. Kurs sonunda belge/sertifika verilecek mi, kitap, dergi gibi materyaller verilecek mi, ders notları verilecek mi, eğitim kurumunun kütüphanesi, dinlenme salonu var mı, yetkili kimdir, başka eğitimler de var mıdır vb bilgiler eğitimci tarafından öğrencilerle paylaşılmalıdır. Çünkü öğrenciler merak ettiklerini öncelikle öğretmenlerine sorarlar. Eğitimci her soruyu ''bilmiyorum, müdüre sorun'' şeklinde yönetime sevk ettiğinde bir iletişimsizlik ortaya çıkmaktadır.

Eğitim ortamı dersin verimliliğini etkiler

Yetişkinlerin eğitim ortamıyla ilgili rahatsızlıkları mutlaka dikkate alınmalıdır. Pencere kenarında oturan öğrenci dışarıdan çok ışık geldiğinden şikâyet ediyorsa, klimaya yakın oturan öğrenci üşüdüğünden yakınıyorsa, solak öğrenci not tutamadığını söylüyorsa, sandalyelerde gıcırdama ve gevşeme varsa, tahta parladığı için öğrenciler not tutamıyorsa vb. şikâyetler neredeyse bütün eğitimlerde dile getirilmektedir. Eğitimci bunları önemsemeyebilir ama öğrenci rahatsız olduğu için eğitimlere odaklanamayacak, ister istemez kendi kendine söylenerek, gürültü çıkararak, yer değiştirerek ya da konuşarak dikkati dağıtacaktır.

Yetişkinlerin eğitime ayıracakları zaman sınırlıdır

Eğitimcinin ders saatleri ile ilgili kesin kuralları olmamalıdır. Yetişkinler gün boyunca çalıştıkları iş yerinde yaşadıkları stres sebebiyle teneffüslerin biraz uzatılmasını, dersin erken bitirilmesini ya da biraz daha uzatılmasını isteyebilirler. Yine eğitimci yetişkinlerin derse geç gelmesini kendisine yönelik bir davranış olarak algılamamalıdır. Yetişkinlerin, çocuklar gibi eğitime ayıracak çok zamanları yoktur. Bireylerin geç kalmasının farklı sebepleri olabilir: Ev hanımı işlerini bitirememiş ya da aniden çocuğu hastalanmış olabilir, maddî yetersizlikler, otobüsün zamanında gelmemesi, eğitim kurumunun çok uzak olması, kişinin işvereninden izin alamaması, hastalık, üniversite öğrencisinin okuldaki sınavıyla eğitimin aynı güne denk gelmesi, kursa gelirken yolda meydana gelen olağanüstü durumlar…

Eğitimci dersin başlangıç ve bitiş saatlerini öğrencilere belirtmeli ve mümkünse bu zaman diliminde derste olmalarını istemelidir. Ama kişi işten ancak yarım saat sonra çıkıp gelebiliyorsa, o bireyi idare etmek ve eğitim almasını engellememek gerekir. Öğrenciler kendilerine değer verildiğini hissettiklerinde eğitime daha fazla eğilir ve öğrenmek için gayret ederler. Bir önceki derse gelemeyen öğrenciler boş verilmemeli ve telâfi dersi yapılmalıdır. Bunun için dersten önce, beş-on dakika önceki dersle ilgili telâfi dersi yapmak çok faydalı olacaktır. Gelemeyen öğrenciler konuyu hiç bilmedikleri için sürekli soru sorarak yeni konuların işlenmesini engellerler. Bu durumda diğer öğrenciler sıkılarak, başka şeylerle ilgilenmeye başlayabilirler. Kısa tekrarlar ve telâfi dersleri bu durumu da ortadan kaldırır.

Düşünceleriniz bizim için değerlidir, bize her türlü istek, teklif ve tecrübenizi yazabilirsiniz. Mutlu bir hafta geçirmeniz dileğiyle, sevgiyle kalın…

[email protected]

Mustafa OĞUZ

04.12.2007


Dünya özürlüler günü

Engelleri kaldırmak ancak eğitimle mümkündür

3 Aralık Dünya Özürlüler Günü'nde, bütün engellilerin sorunlarının çözüm bulmasını temenni ediyor, bu konuda yapılan birkaç araştırmaya yer veriyoruz.

*Kimsesiz Çocukları Koruma Derneği'nce yapılan "Türk Halkının Kimsesiz Ve Korunmaya Muhtaç Çocuklara ve Özürlülere Bakışı Kamuoyu Araştırması", vatandaşların beşte ikisinin ülkedeki engelli sayısını bilmediğini ortaya koyuyor. Araştırmaya katılanların üçte biri engellilere yönelik faaliyet yürüten sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını faydalı bulurken, üçte biri ciddî bir çalışma olmadığını, beşte biri iyi niyetli olmakla birlikte engellilere faydası dokunmadığını, yedide biri bu kuruluşlarda görev yapanların sadece kendi çıkarlarını koruduklarını düşünüyor. Engellilerin karşılaştıkları en önemli sorunun ne olduğu yönündeki soruya araştırmaya katılanların yüzde 28,2'si engellilerin hayatlarını kolaylaştıracak fizikî düzenlemelerin yokluğu, yüzde 20,7'si toplum dışına itilmiş olmaları, yüzde 19,3'ü işsizlik olarak cevap veriyor. Türkiye İstatistik Kurumu ile Özürlüler İdaresi tarafından yapılan Türkiye Özürlüler Araştırması ise Türkiye'de 8 milyon 431 bin 937 kişinin engelli olarak hayatını sürdürdüğünü gösteriyor.

*Sağlık Bakanlığı, 3 Aralık Dünya Özürlüler Günü nedeniyle hazırladığı raporda Türkiye'de nüfusun yüzde 12.29'unu oluşturan yaklaşık 8,5 milyon engellinin yaşadığını bildirerek, az gelişen veya gelişmekte olan ülkelerde engelli sayısının hızla arttığını kaydetti. Özürlü raporunda, hiçbir anne-babanın dünyaya getirdiği çocuğunun ömür boyu taşıyacağı bir engelle birlikte doğması ya da yaşamasını arzu etmeyeceğinin altı çizilerek, bir takım ihmaller, tecrübesizlikler, bilgi eksikliği ve elde olmayan sebeplerin, özürlülüğe sahip olma riskini artırdığı vurgulandı. Ancak aileden kalıtsal olarak geçen bazı hastalıklar hariç, diğer sebeplerin çoğunun erken teşhisiyle önlenebildiği veya kontrol altına alınabildiği ifade edildi.

*Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Türkiye Özürlüler Araştırması Temel Göstergeleri:

Ülkemizde son yıllarda okuma- yazma bilmeyen nüfusun azaltılması konusunda ve eğitim düzeyinin yükseltilmesi konusunda oldukça önemli mesafeler kat edilmiştir. Ancak genel nüfusun göstergeleriyle özürlü nüfusun göstergeleri arasında çok büyük uçurumlar vardır. Genel nüfusta okuma yazma bilmeyenlerin oranı yaklaşık % 13' tür. Bu oran özürlülerde yaklaşık % 36, süreğen hastalığı olanlarda yaklaşık % 25'dir. Tamamlanmış eğitim durumuna göre özürlü nüfus oranı verileri de genel nüfusa göre oldukça düşüktür. Özürlülerin yaklaşık % 41'i, süreğen hastalığı olanların yaklaşık % 47.10'u ilkokul mezunudur. İlkokul sonrası eğitim düzeyi ise oldukça düşüktür. Yüksek okula devam eden özürlü oranı % 2.24, süreğen hastalığa sahip olanlarda ise % 4.23'dür. Eğitim düzeyi doğrudan hayat kalitesini etkileyen bir göstergedir. Sağlık, çalışma durumu, gelir ve sosyal hayata katılma düzeyi eğitim düzeyi ile doğru orantılı olarak artar. Özürlü olmak eğitim yaşamına katılmayı engelleyen bir durum olduğu gibi, bu durumun sonucu özürlülüğün yükünü arttırır. Bu kısır döngüyü kırmak özürlüler için gereken özel eğitim hizmetlerinin nitelik ve niceliğini, ulaşılabilirliğini arttırmakta, bunun yanı sıra normal eğitime devam edebilecek özürlülere fırsat eşitliği sağlamakla mümkün olabilecektir. Bunu sağlamanın yolu toplumsal bilincin geliştirilmesi çalışmalarına ek olarak kanunî düzenlemelerle fırsat eşitliğini devlet garantisi altına almaktan geçmektedir.

04.12.2007


Çocuğunuzun kaygısını azaltacak ipuçları nelerdir?

Çocuğunuz aşırı gergin ve huzursuzsa, sizinle ve çevresindeki kişilerle iletişiminde tahammül düzeyi düşmüşse, aşırı duyarlıysa, hemen parlıyor, öfkeleniyorsa, dikkatini toplamakta güçlük yaşıyorsa, (sınavda ya da ders çalışırken), olumsuz olaylardan ve sonuçlardan kolay etkileniyorsa, uykusuzluk, buna bağlı yorgunluk yaşıyorsa, mide ve bağırsak şikâyetleri oluşmuşsa…

Sınav kaygısına etkileri

Öğrenci dikkatini toplamakta güçlük çekebilir. Dikkat sınavın muhtevasına değil, sınavın kendisine ve buna bağlı olarak yaşananlara odaklanır. (Meselâ sınavda dikkatimi toplayamadım. Biri burnunu siliyordu sinir oldum. Soruyu çözemedim, diğer soruları da yapamayacağımı düşündüm, dikkatim dağıldı vb). Zihinsel beceriler zayıflar, bilgilerin hatırlanmasını engeller. Okuduğunu anlama ve düşünceleri organize etmede zorluk yaşanır. Öğrenilen bilgiler transfer edilemez. Dolayısıyla bütün bu yaşananlar öğrencinin performansını olumsuz yönde etkiler. Ayrıca kaygı zaman zaman aile ile genç arasındaki iletişimin kopmasına sebep olur. Bir genç, arkadaş grubuyla ilişkileri ne boyutta olursa olsun, problemleri, sıkıntıları ve sevinçlerinde ailesinin yanında olduğunu hissetmelidir.

Gencin tutum ve davranışlarına yön verirken "Benim gençliğimde..." diye başlayan nutuk ve öğütlerden kaçının. Ona öğüt vermek yerine örnek davranışlarda bulunun. Tabiî ki çatışmalarda gençlerin de üzerine düşen bazı görev ve sorumluluklar vardır.

Gençlere şunları öğütleyebiliriz...

"Gençler bilse, yaşlılar yapabilse" deyişini unutmayınız. Bütün isteklerinizin hemen, tümüyle o anda gerçekleşemeyebileceğini bilin. Her yerde ve her zaman yetişkinlerden öğreneceğiniz bilgi ve deneyimler olduğunu kabul edin! Konuşma ve tartışmalarda kırıcı ve sert olmayın! Engeller ve sorunlar karşısında en büyük destekçinizin anne ve babanız olduğunu unutmayın!''

Motivasyonun sağlanmasında ailenin olumlu rol oynayabilmesinin ilk şartı, genci anlamaktır. Ne denli zor bir dönem yaşadığının farkında olmak ve bunu da gence yansıtmak gerekmektedir. Bu da ancak aile içinde "Olumlu bir iletişim ortamı" kurulmasıyla olur. Olumlu bir iletişim ortamının olduğu ailelerde, aile üyeleri birbirini anlar, olduğu gibi kabul eder, hiçbir şarta bağlı olmaksızın sever ve birbirine güvenirler. Böyle bir ortamda yetişen genç, sevildiğini, kendisine güven duyulduğunu, anlaşıldığını bilir, bu da ona güç verir.

Kamil KAYMAK

04.12.2007


Çocuk ve televizyon

Bir ailenin televizyonu aniden bozulmuştu. Eve gelen tamirci televizyonun kapağını açtığında ne görsün? Devreler arasında bir sürü ekmek kırıntısı... Olayın failini bulmak zor olmaz. Çünkü bu işi becerebilecek tek kişi; evin dört yaşındaki küçük kızıdır. Anne kızını azarlamaya hazırlanırken birden durup olayın sebebini öğrenmeye karar verir. Çünkü minik kız son derece akıllı, uslu bir çocuktur ve o güne kadar evin eşyalarına bir kez olsun zarar vermemiştir. Anne kızının karşısına oturur ve sakince sorar: ''Kızım ekmekleri neden televizyonun ızgarasından içeri attın?'' Minik kız ağlayarak cevap verir: ''Çünkü orada açlıktan ölmek üzere olan Afrikalı çocuklar vardı...''

04.12.2007


Bir çivi yüzünden...

Bir tüccar atına atlayıp, uzak şehirlerin birine gitmiş. Elindeki kıymetli taşları satarak tekrar yaşadığı şehre dönmek istiyormuş. Öğle üzeri bir yerde mola vermiş. Atının bakımını yapan uşak; "Efendim" demiş. "Atınızın sol arka ayağının nalından bir çivi noksan. Çiviyi çakmamı ister misiniz?" Tüccar; "Bir şey olmaz!" demiş. "Vakit kaybetmeme gerek yok nasıl olsa altı saatlik yolum kaldı, gidene kadar da nal düşmez herhalde". İkindi üzeri bir konakta, tekrar dinlenmek için mola vermiş. Atın yemini ve suyunu veren uşak, tüccara; "Efendim!" demiş. "Atınızın sol arka ayağının nalı yok. Ne yapmamı istersiniz?" Tüccar; "Hiç bir şey yapmayın!" demiş. "Şunun şurasında birkaç saatlik yolum kaldı. Vakit kaybetmeden yoluma devam etmem lâzım. Gidene kadar bir şey olmaz." Adam yola çıkmış. Fakat çok geçmeden at aksamaya başlamış. Bu topallama uzun sürmemiş. Sonunda yere düşen atın bir ayağı kırılmış. Adam çaresiz atı bırakmış. Onun yükünü de sırtına alarak, yolun geri kalan kısmını yürüyerek tamamlamak zorunda kalmış. Sonrada; "Aaah, benim akılsız kafam ah!" demiş. Bütün bunlar bir tek çivi yüzünden geldi başıma. Beş dakika bekleyip çiviyi çaktırsaydım, hem saatlerce yürümemiş olacaktım. Hem de at, boşu boşuna ölmeyecekti.

04.12.2007


İş hayatı bütün lise ve üniversitelerden daha zor bir okuldur

İş hayatı inanç talep eder, ciddiyet gerektirir, yürek ister, dürüstçe bencilliktir, hata affetmez ve hayatın tâ kendisidir (William Feater). İş hayatındaki en büyük yetenek, diğerleriyle iyi geçinip, onların yaptıklarında etkili olabilmektir (John Hancock). İşi ofiste bırakmak iyi bir kural gibi gözükebilir, ama daha da iyi olabilir; çünkü başarıyı arzulayan biri, ayakta olduğu her saat yeni fikirler ve programlar üretiyor olmalıdır. İşi çalışma saatlerinden sonra düşünmemek kulağa iyi gelir, fakat fark ettim ki bir kere rahatladıktan sonra arkasından iş sıklıkla gelmez (John H. Peterson). İş hayatını seviyorum çünkü rekabet var; çünkü kelimeler yerine yapılanlar ödüllendirilir. İş hayatını seviyorum, çünkü ciddiyet ister ve bugünün işiyle uğraşırken yarını düşünmeme fırsat vermez. İş hayatını seviyorum, çünkü düzeltmeye değil, yapmaya çalışır; çünkü bencilcedir, ikiyüzlülüğe ve duygusallığa yer yoktur. İş hayatını seviyorum, çünkü hatayı, uyuşukluğu verimsizliği cezalandırıp; elinden gelen her şeyi ortaya koyanları fazlasıyla ödüllendirir… Son olarak, iş hayatını seviyorum, çünkü her gün taze bir maceradır (Robert Hervey Cabell). Spor birçok yönden iş hayatına benzer. Diğerleri kadar iyi ya da daha iyi olmak isterseniz, onlar kadar zinde olmalısınız. Zinde ve yetenekli olduğunuz zaman; iyi oyuncu ile çok iyi oyuncu arasındaki farkı belirleyen ise kararlılıktır (Anthony J. F. O'Reilly).

04.12.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri