Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Avrupa’dan kopma kararı

4 Aralık 1950’de Roma’da imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), 3 Eylül 1952’de yürürlüğe girdi. Türkiye bu sözleşmeyi 18 Mayıs 1954’te onayladı.

Sözleşmenin 1’inci maddesi, “Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkese bu Sözleşme’nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlükleri tanır” der.

Sözleşmenin 19’uncu maddesi tarafların bu sözleşmeye uyup uymadığını denetlemek için bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni (AİHM) hükme bağlar.

Bu mahkeme insan haklarının korunması açısından çok iyi bildiğiniz gibi büyük öneme sahiptir.

Mahkemenin kararları bağlayıcı nitelik taşır.

Yarın AK Parti’nin kapatılması talebini görüşmeye başlayacak olan Anayasa Mahkemesi dün Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin (TBKP) kapatılması kararını neden yeniden görüşmeyi kabul etmediğine ilişkin kararın gerekçesini yayınladı.

Mahkeme, örgütlenme hakkına ve özellikle siyasi partilere nasıl baktığının ipuçlarını bu kararda gösterdi.

AİHM’nin “yeniden yargılama” talebi 7’ye 4’le reddedildi.

Son dönemde daha özgürlükçü bir bakış kazandığını sandığımız Anayasa Mahkemesi, bu kararıyla Sözleşme’nin 11’inci maddesinde tanımlanan örgütlenme hakkını dar biçimde yorumladığını ortaya koydu.

AİHM siyasi partilerle ilgili kararlarında ısrarla örgütlenme hakkının kısıtlanmasının dar anlamda yorumlanması gereğine işaret etmişti.

Bu parti ise henüz faaliyetlerine başlamadan adında “Komünist” olduğu gerekçesiyle kapatılmıştı.

AİHM, TBKP ile ilgili kararında “TBKP’nin henüz faaliyetlerine başlamadan alınan, derhal ve kalıcı olarak kapatılması türünden aşırı sert bir tedbirin yanı sıra, parti liderlerinin başka herhangi bir siyasi sorumluluk üstlenmekten men edilmiş olması, güdülen amaçla orantılı değildir ve dolayısıyla demokratik bir toplumda gereksizdir. Dolayısıyla, bu tedbir AİHS’nin 11. Maddesi’ni ihlal etmiştir” demişti.

Anayasa Mahkemesi bu hükmü dikkate almadı ve kapatmakta ısrar etti.

Ocak 2008’de alınan kararın gerekçesi dün yayınlandı.

Bu hüküm Anayasa Mahkemesi’nin Avrupa içtihadıyla arasına mesafe koyduğunu göstermesi açısından çok önemli.

Kararın çoğunluk oyları, AK Parti davası açısından bir işaret fişeği şeklinde yorumlanabilir.

Karara karşı çıkan 4 üye, Başkan Haşim Kılıç ile üyeler Sacit Adalı, Fulya Kantarcıoğlu ve Zehra Ayla Perktaş.

AİHM kararlarının başka bir delil gerektirmeden doğrudan doğruya yeniden yargılama nedeni olduğunu hatırlatan Kılıç ve Adalı’nın şu uyarısını akılda tutmak gerekir:

“Anayasa Mahkemesi’nin yargılamanın yenilenmesi istemini, anayasa ve yasalarda yapılan değişiklikleri göz ardı ederek reddetmiş olması temel hak ve hürriyetlere sağlanan güvenceyi etkisizleştiren bir uygulamaya yol açmaktadır.”

Sabah, 23.3.2008

Ergun Babahan

24.03.2008


 

Turpun büyüğü heybede, farkında mısınız?

İlhan Selçuk, Doğu Perinçek ve Kemal Alemdaroğlu’nun gözaltına alınmasıyla Ergenekon Soruşturması son derece ilginç bir aşamaya geldi…

“Ulusalcı” Ergenekon çetesinin en önemli fonksiyonu darbeye zemin hazırlamak için örgütlenmiş olmasıydı…

Gözaltına alınan simalar da “ulusalcı” çizgideler; yıllardır darbe yanlısı tavırlarıyla ön planda olan isimler…

* * *

Üçlünün gözaltına alınma şekli tartışılıyor, ki gerçekten de sorunlu bir resimdir, bu…

Hadiseyi sadece biçimsel planda ele alanların konumu da problemli:

Bir haftadır Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na toz kondurmayanlar şimdi çıkmış son göz altı işlemini başlatan cumhuriyet savcısına yükleniyorlar…

Bakınız, gözaltıların şeklen sorunlu olması, Ergenekon çetesi gerçeğinin üzerini örtemez!

Cumhuriyet ve Hürriyet gazeteleri başta olmak üzere Egemen Medya bugüne kadar Ergenekon gündemini özenle hasıraltı etmeye çalıştı…

İlhan Selçuk veya onu korumaya çabalayan Hürriyet kaptanı E.Ö.’nün Ergenekon çetesinin aleyhine tek bir sözcüklerinin olmaması tesadüf müdür?

Bu vahim gerçeği hiç kimse göz ardı etmesin…

* * *

Gözaltına alınan üçlüye bakıp “Ergenekon soruşturmasının suyu mu çıkıyor?” diye soranlar var…

Tersine, son dönemde yaşadıklarımız soruşturmanın arzın merkezine doğru ilerlemekte olduğunu gösteriyor…

Ankara’da darbeci örgütlenmelerin arka planını bu millete göstermeye niyetli ve kararlı bir büyük irade olduğu için…

Susurluk günlerinde hakkında tek bir adli işlem yapıl(a)mayan Veli Küçüklerin üzerine gidildiği bir süreç yaşıyoruz…

Bu demektir ki, turpun büyüğü pardon Veli’nin “büyükleri” de heybede…

Er ya da geç, onlara da sıra gelecek...

* * *

(...)

Ulusalcı ve Darbeci Ergenekon çetesine nefes aldırmak isteyenler var!

Bu çete buzdağının görünen kısmıdır…

“Gayrı nizami harp” yöntemiyle faaliyet gösteren darbeci yapılanma, Eski Statüko’nun/28 Şubat’çı çizginin kalıntıları olarak yeniden gücü ele geçirmek amacıyla kafasını kaldırmaya çabalıyor…

Perdenin arkasında işbu resmin tamamı ortaya çıkmış durumda!

Ergenekon çetesinin son iki yıldaki provokasyonlarla birebir bağlantılı olduğu gerçeği bugüne kadar belli ölçüde kamuoyunun gözleri önüne serildi…

Ancak, Statüko kalıntılarının genelde yargıyı kontrol ediyor olması nedeniyle çetenin ardındaki asıl güç, ulaştığı ana nokta işaretlenemedi…

Dikkat ediniz, arzın merkezine ulaşılamadığından ya da magma tabakasının bilinmediğinden söz etmiyorum.

Hadiseye şu örnek üzerinden bakabilirsiniz…

Danıştay tetikçisi “Ulusalcı Alparslan” müebbet hapse mahkum oldu; ancak ilgili mahkeme kesinleşen Danıştay-Ergenekon bağlantısının üzerine gitmedi, böylelikle cinayetin büyük resim ölçeğinde aydınlatılmasının önüne (şimdilik) geçilmiş oldu…

Söz konusu bağlantıyı, Yargıtay Başsavcısı’nın da itina ile es geçtiğini hatırlayınız.

* * *

İlhan Selçuk gözaltına alınmadan önceki yazısında iddianameden haberdar edildiğini söyleyenlere karşı ağzını bozmuştu…

Cumhuriyet’in ve Hürriyet’in kapatma davasından haberdar edildiğine kuşku yok…

CHP’nin haberdar edildiğine de bahse girerim…

Bunlar, iddianame tartışmasındaki küçük bağlantılar…

Ben asıl bağlantıyı işaretleyeceğim…

İlhan Selçuk serbest bırakılsa dahi, Danıştay-Ergenekon ilişkisi bağlamındaki çarpıcı husus kuşku uyandırmaya devam edecektir:

İlhan Bey, gazetesinin bombalanması olayının üzerine ısrarla gitmeyen; Ergenekon çetesi hakkında olumsuz tek laf bile etmeyen bir simadır!

Final sorusuna gelince…

Göz altılara büyük tepki göstererek protesto gösterisi yapan Cumhuriyet okurları,

Yeni Şafak, 23.3.2008

Tamer Korkmaz

24.03.2008


 

Bilmeyenler için 9 Mart Cuntası ve İlhan Selçuk...

İlhan Selçuk saygın bir isim mi? Her şeyden önce bu sorunun doğru cevabını vermemiz gerekir. Eğer “evet saygın bir isimdi” diyecek olursanız, hemen karşınıza 9 Mart Cuntası ile çıkarlar.

Yeni kuşaklar bu cuntanın Türkiye’de bir Baas rejimi tesis etmeye çalıştığını bilmezler. Baas rejimi, tıpkı bugünkü Suriye ile devrilen Irak rejimi, Saddam rejimi gibi bir rejimi ifade eder. 9 Mart Cuntası yarısı asker yarısı sivil bir konsey tarafından yönetilen bir ülke öngörüyorlardı. İlhan Selçuk eski bir cuntacıdır. Eğer cuntacılar saygın adamsa İlhan Selçuk da saygın olmalı!

Arkadaşları Doğan Avcıoğlu, Cemal Reşit Eyüpoğlu, Mümtaz Soysal ve İlhami Soysal’dı. Bunlarla birlikte Yön hareketini başlattı. Yön hareketinin yayınladığı yön bildirisi, ki bu bir manifestoydu ve Yön Dergisi’nin sahibi Doğan Avcıoğlu idi, imza koyanlar arasında bugün Bugün Gazetesi’nde çalışan Can Aksın da vardı. Selçuk ve arkadaşları ordu içindeki genç subaylarla birlikte 9 Mart 1971 günü darbe yapmayı planlamışlardı.

Bu darbenin hazırlıkları yapılırken İlhan Selçuk’un Cumhuriyet Gazetesi’ndeki odası karargah olarak kullanılmıştı! Cuntanın adına Madanoğlu Cuntası deniliyordu. Bugün de Cumhuriyet Gazetesi’nin AK Parti hükümetini devirmek için karargah olarak kullanıldığı iddiaları var. Ne ilginç değil mi, Dünya değişiyor ama cuntacı cuntacılığından hiçbir zaman vazgeçmiyor.

9 Mart Cuntası’nı 12 Martçılar önledi. Zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur saf değiştirince Cemal Madanoğlu Cuntası başarısız oldu. Eğer 9 Mart Cuntası başarılı olmuş olsaydı 27 Mayıs’ın devamı olacaktı. İlhan Selçuk Ziverbey Köşkü’nde sorgulandı. Belki de işkence gördü. Cumhuriyet’in solcu ve komünist gazete olarak anılması İlhan Selçuk ile birliktedir. Ondan önce Cumhuriyet solda sol, sağda sağcı yazarların yazdığı bir gazeteydi.

Mahir Kaynak işte bu cuntanın içine sızmış bir ajandı. Kaynak, İlhan Selçuk ile beraber “darbeciler” birbirlerinin ev ve işyerlerinde toplantılar yapmaktaydı. Bunlardan biri de Cumhuriyet Gazetesi’nde yapılmıştı. O dönemde sadece İlhan Selçuk değil Cumhuriyet’in tüm çalışanlarının cuntanın içinde olduğu ifade ediliyordu Sol çevreler 12 Mart Muhtırası’nı kendi darbeleri sanmış olsalar da birkaç gün sonra 9 Martçılar’ın tasfiye edildiği anlaşılmıştı. Yeni kuşaklar bu dönemi pek bilmez.

Onun için öğrenmek isteyenlere bir tavsiyem var. Hasan Cemal’in -ki Cemal Cumhuriyet’in yayın yönetmenliğini de yapmıştır İlhan Selçuk’un muhalefetine rağmen- “Cumhuriyeti çok sevmiştim” kitabını okuyun. Ve görün Cumhuriyet denilen gazete neymiş, İlhan Selçuk denilen yazar neymiş!

Bugün, 23.3.2008

Nuh Gönültaş

24.03.2008


 

İttihat ve Terakki’nin sonu mu?

Ankara, AK Parti iktidarını hazmedemedi. Osmanlı’nın alışkanlıklarını sürdüren bir sistemde ‘tebaa’ iktidar olamazdı.

Ta baştan beri bu hazımsızlığın her türlü ölçüsüz narasını duyageldik...

Darbe tehditleri ayyuka çıktı... Çeteler cirit atmaya başladı... Ergenekon ortalarda her gün şiddetini artırarak fütursuzca salınmaya koyuldu.

Çünkü meşru ve demokratik bir iktidar değişimi, eski refleksi derinden rahatsız eder olmuştu.

***

Ben bu sürecin başlangıcının...

Ayışığı ve Sarıkız darbe aranışlarıyla başlayıp...

Hrant Dink cinayeti ile doruğa çıktığına inanıyorum.

Aradaki ürkütücü gelişmeleri saymaya gerek yok.

Ne olup bittiği...

Nasıl olduğu, belki de en iyi Nokta Dergisi’nin son dönemindeki yayınlardan anlaşılabilirdi.

‘Darbe ihbarı’ yapan Nokta, askeri mahkeme kararı ile arandı.

Dergi arandı ve baskılara direnemeyerek kapatıldı.

O vahim süreçte iktidar ve Ak Parti çok sessiz kaldı.

Sivil demokratik bir reflekse de rastlanmadı.

Üstelik ‘darbe yapacağı’ söylenenler değil, dergi yönetimi yargılanmaya başlandı.

***

Dün, mahkeme haberlerine dayalı olarak son gelişmelerini anımsattığım Hrant Dink cinayetine giden süreç ise bence çıldırmış eski zihniyetin aklını yitirme noktasıydı.

O sürecin zeminini ise Ak Parti’nin hala kaldırmadığı 301. madde oluşturdu.

Türkiye’yi kanlı bir arenaya çevirmek isteyenler o madde etrafında kan dansı yaptılar.

Rahiplere olan saldırılar...

Malatya’daki o korkunç katliam...

***

Oyunu kurallarına göre oynamayan...

Halk desteğiyle geleni, şiddetle göndermeye kalkan bir gözü dönmüşlük...

Azgın ittihatçılık işi çığırından çıkarmaya başladı.

Üstelik dünya konjonktürü burada istikrar ararken...

Tatsız... Zor... Ve tehlikeli bir sürece geldik.

***

Bu karmaşadan çıkabileceksek...

Hoyratlıkla değil, hukuksal bir sürece saygı ile çıkabileceğiz.

Ergenekon gibi çok ciddi bir iddianın peşini kovalarken hoyratlığa ne gerek var ki?

Üstelik özene...

Üstelik ilkeye...

Hakka, hukuka, demokrasiye ve çifte standarda imkán vermeyen bir samimiyete iktidar açısından çok daha fazla ihtiyaç duyulurken.

Neden mi ihtiyaç duyuluyor?

Çünkü İttihat ve Terakki bunların hiç birini takmayan bir şiddetten geliyor.

O yanlış kulvara girince, kimse kökleşmiş İttihat ve Terakki zihniyeti ile baş edemez.

Haklı ile haksızı karıştırmadan, bu tırmanan süreçten sükûnetle nasıl çıkılır?

Şu an için en önemli soru bu.

***

Bir asırlık İttihat ve Terakki geleneğinde oyun çok.

Ama onun da başa çıkamayacağı rakip, halk iradesi, evrensel hukuk, gerçek bir demokrasi.

Ve bu ilkelere taraf olmuş bir siyasal irade.

Bu temel pusuladan her şaşan yanlış davranış, Ergenekon’u güçlendirir.

Halk iradesine karşı bir kalkışma düzenleyene hukukun yaptırımı, hiç bir özel gayrete ihtiyaç bırakmayacak kadar ağırdır zaten.

İşin özünü...

Ve ciddiyetini gölgede bıraktıracak garipliklere de, alaturkalıklara da yer olmayan çok kritik bir aşamada Türkiye...

İttihatçılık bitiyor.

Son raundu elinden geldiğince sert oynamak isteyecek.

Buna karşılık, ancak evrensel hukuka ve demokrasiye ciddiyetle tutunmak Türkiye’yi bir kargaşadan kurtarır.

Star, 23.3.2008

Mehmet Altan

24.03.2008


 

Fikri (kurdu) takip

Dişi Kurt’la elleri ve ayakları kesilip bataklığa atılan Yavru Türk birleşmiş de, Türkler YENİDEN öyle türemişler.

ERGENEKON DESTANI’nın aslı bu! Ama Türkler (nerdeyse naturalarına ihanet ederek Müslümanlaşınca) beğenmiyorlar Bu Efsane’yi. Revizyondan geçirip yenisini imal ediyorlar.

Burda Dişi Kurt’la birleşilmiyor da, dağların arasındaki gizli geçidi göstermesinden faydalanılıyor.

Hayatımız: Revizyon. Asimilasyon. Atmasyon. Modifikasyon. Okazyon yani.

TA başından beri böyle. Efsanelerimizden beri.

Hürriyet gazetesi evvelsi gün internet sitesini inletti “Saygı Öztürk’ün özel röportajı”,

“Özel röportajı Saygı Öztürk’ün” diye diye.

Hani benim dünkü yazımda nasiplendiğim Esrarengiz Bay Kurdoğlu, pardon Esrarengiz Bay Tuncay Güney olayı!

Baktım cumartesi günü ne sitelerinde, ne gazetelerinde TIK yok bu konu üstüne.

Keyifleri bilir.

Efsanelerini dahi tavsiye tezgâhlarından geçirmeyi şiar edinmiş 1 Millet’in Büyük Gazetesi’nden NE bekliyorsunuz?

Baktım Yeni Şafak baş sayfanın çeyreğinden girmiş: Şaban Arslan görüşmüş Tuncay Güney’le. (Uğur Dündar’la ana haberlerde de varmış ayrıca.)

‘Bir Numara!’ ‘Amanin yakarlar/Numara!’ diye bi şeyler tutturmuş Tuncay Güney.

Ve fakat konuşamıyor açık seçik. Bu cümleyi açıkseçik söylemektense imtina etmiyor: ‘Adını söylersem beni öldürürler.’

BU ARADA 1 Numara’nın (kutsal) adı benim kulağıma DAHİ geldi. BU Sağır Sultan’ın dahi 1 Numara’nın adını duyduğu anlamına geliyor ki-

Ama ipuçlamadan da ortalığı (ki, işi bu herhalde) Tuncay Güney durmuyor. Durunamıyor. Eski Dışişleri Bakanı, Büyük Yahudi Henry Kissinger’ın geçen yılki 55. Bilderberg toplantısına 1 Numara için gelmiş bulunduğunu faş ediyor.

Böylece her nevi oluşum/gelişim/gelişemiyeşim/komplo bataklığının SİYONİZM ayağı, sağolsun Tuncay Güney sayesinde ferah fücur tamamlanıyor.

Zira şu an Kanada’da bir sinagogta DİN GÖREVLİSİ olarak çalışıyor. Haham olamamış yani: Belki mumları yakıp söndürüyordur.

Babası Sabetayistmiş. “Ben doğuştan Museviyim” diyor. Sonradan olsaydı sinagogta yerleri silebilirdi ancak, zaten.

Samanyolu TV’de DORUKTAKİLER adlı siyaset programını yapmadan, hayır! kendisinden ÇETEDEN İYİ ELEMAN KÂĞIDI istememişler.

Yalnızca Müslüman olduğuna dair bir yazı istemişler!

Ben mesela ilk defa duyuyorum ‘Müslüman’ olduğuna dair yazı hadisesini.

Benden istense nerden alınır kat’i surette bilemiyorum. Ama işte Becerikli Bay RipleyTuncaybey, Müftülüğe gidip 130 dolara alıveriyor- üstünde MÜSLÜMAN OLMUŞTUR yazılı kâğıdı.

Bu 130 doları Müftülük nasıl saptıyor? Bu meblağ’ın ‘Friday the 13th’i (şu an ülkemizin içinde yaşamlandığı) hatırlatan bir yanı da var. Buyrun bakalım.

Bu kâğıt üstüne, Samanyolu’nda programına (DORUKTAKİLER) başlayabiliyor Tüncay Güney.

Ayrıca Akşam gazetesinde ‘gazetecilik’ de yapmış. Orda da ‘Ulusalcıdır. Çetecidir’, kâğıtları mı istendi acaba? Yoksa Ergenekon soruşturması esnasında (çok büyük bir haksızlığa uğrayarak) gözaltına alınıp bırakılıveren Güler Kömürcü filan- bir referans mektubu mu kaleme alındı?

Böylesi, bir anda karşımıza Toronto’da bir sinagogda Din Görevlisi olarak çıkı çıkıveren, program yapıcısı/gazeteci Becerikli Bay Tuncayların işlerini/güçlerini/ilişkilerini nasıl kurduğu bizi tamamen aşan hakikatlerdir pek tabii ki.

Ve Müftülükte 130 dolara ‘Müslüman Olmuştur’ kâğıdı almaktan az biraz daha komplike, açıklamalara gebedir.

2001’de polise verdiği ifadede JİTEM’in kurucusu (olarak bilinen) Tuğgeneral Veli Küçük’ün PKK’ya ve Kuzey Irak Kürtleri’ne silah sattığını iddia etmişliği de var Tuncay Güneybeylerin.

Yani şapkasının altında pek çok tavşan- Aa! mutlu Paskalyalar bu arada!

Ama dönüp dolaşıp lafı Doğu Perinçek’e getirmeyi başarıyor. Sıkıştığı zamanlarda “Sana tavsiyem bu soruyu Doğu Bey’e sor. Çok yere ulaşırsın,” demeyi DE vazife biliyor mesela.

Daha sarih olmayı becerdiği anlar da var. “Türkiye’de tesbihin ipi koptu, taş dağıldı. Doğu Perinçek’in gözaltına alınması çok ilginç. Doğu abi çok şey biliyor çünkü. Bu kişiler çok güçlü, kendilerini mutlaka savunurlar. Örümcek ağı gibi tüm Türkiye’yi sarmışlar. Başetmek çok güç. Hedef AK Parti’nin bir şekilde gitmesidir” dediği zamanlardaki gibi.

Bu sabah telefonda konuştuğum çok BilgiJames 1 Köşeci (Bilgican’dan da bilgili anlamında) “Her an her şey olabilir” dedi. (Göz kırpmış da olabilir, göremedim pek tabii ki.)

E, bana kalırsa ‘Top yuvarlaktır’ kadar SIFIR bir laf. Türkiye’de ‘Her an her şey olabilir’ deyip de, neler olacağını bir bir bilip de, bunları söylememeyi Vatani ve Profesyonel Vazife addeden gazeteciler kazanıyor, benim gördüğüm kadarıyla. Onlar ‘James İş Başında’ kalıyorlar.

Ben de göre göre BU kadarını görebiliyorum, ne acıklı! Oysa

o ‘Zekisin! Şifreleri çözebilirsin’ diye ‘positive reinforcement’ bile yapmıştı. Ne kadar pekiştirilsem, bu karışıklığın içinden BU kadar çıkabiliyorum.

‘Meslekten’ olmamama verin. Yapbozun tamamı BüyükAğbiKasalar’da saklı.

Radikal, 23.3.2008

Perihan Mağden

24.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri