Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 07 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Yargı darbesi dörtnala: Bu mahkeme Meclisi de kapatır

Hiç kuşkunuz olmasın, bir darbe sürecinden geçi-yoruz.

Ve gelecekte, Türkiye’nin 2008’deki post post-mo-dern darbesinin tezini yazanlar, Anayasa Mahkemesi’nin 5 Haziran kararına da mutlaka yer verecekler; bu karar, darbenin kilometre taşlarından biri olarak geçecek tarihe.

Buradaki esas mesele üniversiteli kızların başörtüsü hakkı değil artık.

Anayasa Mahkemesi, Meclis’te grubu bulunan dört partiden üçünün oylarıyla kabul edilen Anayasa değişikliklerini iptal etmekle, başörtüsü hakkının önünü kesmekten çok daha kapsamlı bir demokrasi suçu işledi.

Mahkeme, dünkü kararıyla kendi raportörünün Anayasa temelli tavsiyesini de hiçe sayarak, Anayasa’yı ve Meclis’i çiğnedi.

Anayasa değişikliklerinin, Anayasa Mahkemesi’nce sadece şekil yönünden incelenebileceğini hükme bağlayan Anayasa’nın 148. maddesini fiilen hükümsüz saydı.

***

Anayasa Mahkemesi’nin gerek içeriğindeki hukukî zorlama, gerekse alındığı siyasi ortam itibarıyla 2007’deki 367 maskaralığını hatırlatan 5 Haziran kararının meali şudur:

Mahkeme, yasama organı üzerinde, doğrudan yasama işleminin içeriğine ilişkin bir onay mercii gibi çalışmaya başlamıştır ve bu konumuyla, 22 Temmuz 2007’de sandığa yansıyan seçmen iradesiyle oluşmuş mevcut Meclis’in Anayasa’yı değiştirmesine izin vermeyecektir.

Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun Anayasa Mahkemesi’nin dünkü kararını da etkilemeye yönelik muhtırasında “engellenemeyen bir hızla” Meclis’ten geçmesinden şikâyet ettiği 10. ve 42. madde değişikliklerinin iptali, aynı zamanda “Kimse boşuna heveslenmesin. Biz bu Meclis’e yeni bir Anayasa yaptırtmayız” mesajını da içinde taşıyor.

Sandığa giderken seçmene “sivil Anayasa” sözü veren, bu sözle oy toplayan siyasetçiler sözlerini yerine getiremeyeceklerini artık anlamış olmalılar; zira 5 Haziran kararı, bu ülkede egemenliğin milletin değil, kayıtsız şartsız ve kanunsuz bir biçimde devletin olduğunu gayet açıkça gösterdi. ***

Şunu da söyleyenler var:

“Anayasa Mahkemesi, bir başka gücün müdahalesini önlemek için, Anayasa’nın sınırlarını zorlayarak bu kararı almıştır.”

Buna benzer bir sözü, dün ilk olarak eski Meclis Başkanı, hukukçu Hüsamettin Cindoruk’un NTV’deki değerlendirmesinde işittim.

Daha sonra siyasi kulislerde, Mahkeme’nin olası bir darbeyi önleme kaygısıyla hareket ettiğine, bu bakımdan, dünkü kararın aslında 367’nin bir tekrarı olduğuna ilişkin yorumlar yapıldı.

Doğrusu, bu yorumlara tam katılamıyorum.

Anayasa Mahkemesi’nin darbeyi önlemediğini, aksine darbeye omuz verdiğini düşünüyorum.

Yargı darbesinin asıl hedefi olan Ak Parti’nin kapatılması, bundan böyle daha da yüksek bir olasılık bence.

Mahkeme, dünkü kararıyla Meclis’i fiilen kapattıktan sonra...

Taraf, 6 Haziran 2008

Yasemin Çongar

07.06.2008


 

Anayasa Mahkemesi anayasa yapıyor

Anayasa Mahkemesi 367 kararında olduğu gibi, hukukiliği çok tartışılacak bir karara imza attı ve genç kızların üniversiteye türbanla girmesine izin veren düzenlemeyi iptal etti.

Çünkü bütün anayasa hukukçularının fikir birliğiyle kabul ettiği “esastan inceleme yoktur” hükmünü açıkça ihlal etti ve adeta anayasayı yeniden yazdı.

367 kararında da aynısını yapmıştı.

Sonuç itibariyle Türkiye “27 Nisan Süreci” denilen bir dönemden geçmektedir.

Kimi özgürlüklerin genişletilmesinden rahatsız olan güçler devreye girmiş ve hukuk aracılığıyla Türkiye’yi yeniden biçimlendirmeye başlamıştır.

Aradan zaman geçip geriye baktığımızda veya Türkiye’nin yakın tarihi kaleme alındığında kimilerinin yüzü gerçekten çok kızaracaktır.

Mahkemenin, kararı 9’a karşı 2 oy ile almış olması, AK Parti’nin kapatılma davasıyla ilgili çok ciddi bir göstergedir.

Mahkemenin türban kararıyla birlikte AK Parti kararını da verdiğini söylemek bilineni tekrar etmek anlamına gelmektedir.

Evet 28 Şubat döneminde olduğu gibi olağanüstü bir dönemden geçiyoruz.

Siyaset ve siyasetin belirlediği ekonomik düzen yeniden oluşturuluyor.

Gelişmeleri yakından izleyenler, AK Parti’nin kapatılmakla kalmayacağını, yasaklanan isimlere 5 yıl siyaset yasağı getirileceğini açıkça ifade ediyor zaten.

Erdoğan’ın yasaklandığı, Cumhurbaşkanı’nın köşeye sıkıştırıldığı bir atmosferde, AK Parti parçalanıp yeni hareketler kurulmaya çalışılacak.

Bunun işaretleri mevcut.

CHP lideri Baykal’ın gerek Kürtlere, gerek muhafazakârlara yönelik mesajları, AK Parti’siz bir Türkiye seçmenine yönelik hazırlığın ilk adımı olarak değerlendirilmelidir.

Bölgenin en güçlü iki partisinin birden kapatılmasından doğacak rahatsızlık CHP eliyle yatıştırılmak isteniyor.

Ancak yine yakın tarihimiz gösteriyor ki, Türkiye’de halk “tepeden inmeci” yöntemlerle oluşturulmak istenen modellere ilgi duymuyor.

Kendi akışına bırakılsa küçülen büyümeyle, artan işsizlikle, yüksek enflasyonla zayıflayacak siyasi hareketler, zorla yok edilmek istenerek güçlü kalmaları sağlanıyor.

Bu gerçeği 1971’de de, 1980’de de, 1996’da da gördük, yine görmeye devam edeceğiz.

Çünkü eninde sonunda Batı sistemi içinde yer almaya mecburuz ve bunu göstermelik bir demokrasiyle yapamayız.

Kendilerine yüksek öğretim hakkı bile çok görülen genç kızlarımıza üzüntülerimi iletmekten başka bir şey gelmiyor elimden.

Sabah, 6 Haziran 2008

Ergun Babahan

07.06.2008


 

Hukuku öldürmek...

Bizim hukukçular hukuku hiç ciddiye almadıklarından, oynadıkları oyunun tehlikesinin de farkında değiller.

Hukukmuş, yasaymış, anayasaymış hiç aldırmıyorlar, kırıp döküyorlar.

O kadar hukuku unutmuş vaziyetteler ki 12 Eylül’ün o “baskıcı” anayasası bile bunlara yetmiyor.

Delip geçiyorlar.

Fransız Devrimi’nin en yakışıklı ve en genç liderlerinden Saint Just’ün sözünü bildiklerini bile sanmam.

“Devrim,” diyor Saint Just, “silahların değil, yasaların patlamasıdır.”

Bizim yargıçlar da yasaları patlatıyorlar.

Sonucun ne olabileceğine dair en küçük bir kaygı bile taşımıyorlar.

Anayasayı açıkça çiğniyorlar.

Meclis’in yetkilerini gasp ediyorlar.

Milli iradeyi tümden yok sayıyorlar.

Ve, yetmiş milyonluk bir toplumun hayatla ilgili taleplerini dile getirmesini engelleyerek, ülkenin nefes borusunu sıkıyorlar.

Nefessiz bırakıyorlar.

Ankara’daki birkaç hukukçu bütün topluma hükmediyor.

Şimdi bakın, Anayasa Mahkemesi’nin bu kararını “türbanla” ilgili görerek kendi meşrebinize göre sevinir ya da üzülürsünüz.

Ama bu karar “türbanla” ilgili değil.

Bu karar, bu ülkenin geleceğiyle ilgili.

Bundan sonra bu ülkede yapılacak seçimlerin, siyasi partilerin, parti programlarının, parlamentonun, parlamentodaki tartışmaların, halkın isteklerini dile getiren siyasetin hiçbir önemi kalmayacak.

Yetmiş milyon insan toplanıp haykırsanız, sizin istedikleriniz değil Ankara’daki 11 yargıcın istedikleri gerçekle-şecek.

Üstelik de hukuka ve anayasaya aldırmayan, kendini hukuka bağımlı saymayan 11 yargıcın.

Nasıl bir karabasanın içine girdiğimizin farkında mısınız?

Kendi hayatınızla ilgili hiçbir söz hakkinizin kalmadığının farkında mısınız?

Bir anda toplumun 40 yıl önceye döndüğünün farkında mısınız?

On bir kişinin bütün toplumu esir aldığının farkında mısınız?

Bu ülkenin şu anda sıkıştığı köşeden çıkabilmesi, özgürleşebilmesi, gelişebilmesi için hiçbir şey yapamayacaksınız.

Çünkü ülkenin gelişmesini, demokratikleşmesini, özgürleşmesini istemeyen, kendilerini toplumun “başöğretmenleri” sayan, hukuktan ve çağdan uzak bir grubun elindeki yetmiş milyonluk bir rehine grubusunuz.

Yargıçların bilmediği şu:

Yetmiş milyon, 11 kişiye ilanihaye esir olmaz.

Toplumun üstündeki baskıyı ve basıncı çok artırıyorlar.

Aldırmazca, fütursuzca, pervasızca koca toplumu bir cendereye hapsetmeye çalışıyorlar.

Bunu cüppelerine ve arkalarındaki duvara yansıyan daha iri gölgelere güvenerek yapıyorlar.

Açıkça suç işliyorlar.

Ve, “siz bizi yargılayamazsınız” diyorlar, “biz sizi yargılarız.”

Bu ülkede “hukuk” isteyenler yargılanacak.

Hukuku yok edenler yargılayacak.

Bunun yaratacağı güvensizliği düşünebiliyor musunuz?

Hanginizin canı, hanginizin malı güvende artık?

Hukukun olmadığı yerde güven nasıl olsun?

Güvenin olmadığı yerde insanlar nasıl yaşasın, nasıl yatırım yapsın, nasıl iş bulsun?

Öyle bir kördüğümün içine girdik ki buradan ancak parlamentonun, siyasetin, siyasilerin, toplumun çok kararlı hamleleriyle çıkabiliriz.

Kürt meselesinde dün büyük bir açılım yapan CHP’nin hukuk konusundaki tutuculuğunun devamı, “siyasetin” bir bütün olarak davranamayacağını gösteriyor.

O zaman, hukuk ve demokrasi isteyen partiler birleşecek.

Bir çıkış noktası bulacak.

Aksi takdirde patlar bu toplum.

Üstüne kapanan bu çelikten kapağın altında nefes almadan yaşamaya tahammül edemez.

Yasalar infilak eder.

Yargıçların yasalara uymadığı yerde kimse yasalara uymaz.

Bir cehenneme döner ülke.

Bu toplum hukuk için direnmek zorunda.

Hukuksuzluğun hesabını hukukçulardan, hukuk adına sormak zorunda.

Hiç akıllanmıyorlar.

İttihatçılar koca imparatorluğu böyle hukuka aldırmayarak parçaladı.

Elde kalan son parçayı da bunlar darmadağın etmeye uğraşıyorlar.

Kendimizi korumak için hukuka ihtiyacımız var ama hukukçumuz yok.

Yapabileceğimiz tek bir şey kalıyor.

Hepimiz hukukçu olacağız.

Hukuku öğrenecek, her hukuksuzluğu onların yüzüne vuracağız.

Kendimizi kendimiz kurtaracağız.

Hukukçular gemiyi terk etti.

Bundan sonra yolu kendimiz bulacağız.

Taraf, 6 Haziran 2008

Ahmet Altan

07.06.2008


 

Yargıçlar demokrasisine hoş geldiniz!

Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce, yani Anayasa Hukuku ders kitaplarında geçen adıyla ‘tali kurucu iktidar’ca 411 oyla kabul edilen bir anayasa değişikliğini iptal etmesi, kararın bu yönde olabileceğine dair aylar önce yazı yazmış olan beni bile etkiledi.

Taa şubat ayında da yazmıştım, mahkemenin Anayasa’nın 10 ve 42. maddelerinde üniversitede türbanı serbest bırakmak uğruna yapılan değişiklikleri iptal etmesi, demokrasi ve halk iktidarı kavramları açısından çok ama çok tartışmalı bir karar.

Mahkemenin yetkisini aştığını söyleyenler olacaktır, ben o kanıda değilim, mahkeme elinde nihai anlamda bu yetkiyi taşımaktadır, Cumhuriyetin temel ilkelerinin değiştirilmek istenmesini engelleyebilmelidir elbette.

Ama sorun şu ki, yapılan değişiklikler gerçekten Cumhuriyetin temel ilkelerinden birine, laiklik ilkesine aykırı mıydı acaba? Bana göre hayır, değildi. Yapılan değişiklik, Anayasa’da zaten yazılı olan kimi temel hukuk ilkelerinin tekrarından ibaretti ve o zaman da yazdım, esasen türbanı serbest bırakmaya da yeterli değildi.

Fakat maalesef Anayasa Mahkemesi’nin en az yedi yargıcı benim gibi düşünmüyormuş ve bu kararla Meclis’in anayasa değiştirme yetkisini kökünden sakatladılar, hatta fiilen Meclis’in yetkisini kaldırdılar.

Kabul, anayasalar sık değiştirilen metinler olmamalıdır ama değiştirilebilir de olmalıdır.

Meclis’in, yani halk iradesinin yapmak istediği değişiklikleri bundan sonra mahkemeye beğendirmeye çalışacak olması, bizim zaten sakat olan sistemimizi iyice sakatlar, burayı bir ‘Yargıçlar Demokrasisi’ haline getirir. Getirdi bile.

Radikal, 6 Haziran 2008

İsmet Berkan

07.06.2008


 

Para karşılığı ulusalcılık

CHP’nin Kanaltürk’ün sahibi Tuncay Özkan’la imzaladığı sözleşme, basın etiği açısından haklı olarak eleştiriliyor.

Bir siyasi partinin bir yayın organıyla verdiği para karşılığında kendi haberlerini yayınlatmak, partinin adamlarını konuşturmak ve parti politikası doğrultusunda yayın yaptırmak için alenen ve resmen sözleşme imzalaması neresinden bakarsanız bakın tam bir skandal.

Bu hem bir siyasi parti olarak CHP açısından; hem de “bağımsız” olduğunu iddia eden bir basın-yayın organı olarak Kanaltürk açısından; yani hem siyasi ahlak hem de basın ahlakı açısından kabul edilemez bir durum. Ama bu skandalın bir de siyasi yanı var ki, meselenin bu yanına baktığımızda, yaşadığımız dönemde Türkiye’nin, geçmişteki bütün darbe dönemlerinden ne kadar farklı bir yerde olduğunu daha iyi görüyorsunuz.

Geçenlerde Taha Kıvanç, 12 Eylül’ü hemen izleyen günlerde o zamanın önemli gazetelerindeki kimi “duayenler”den ibret-i alem bazı alıntılar yayınladı. Aslına bakılırsa bu durumun; yani basının büyük çoğunluğuyla darbeci güçlere teslim oluşunun, sadece 12 Eylül’e has bir durum olmadığını da biliyoruz.

27 Mayıs’tan başlayarak Türkiye’deki bütün darbeler basının güçlü desteğini aldılar. Tersten söylersek, darbeciler basının ezici çoğunluğunu yanlarına çekmeden, en azından tarafsızlaştırmadan darbeye kalkışmaya cesaret edemediler. Medya, her zaman darbe koşullarının hazırlanmasında en belirleyici faktör oldu. İktidarı indirmek için önce ülkeyi destabilize etmek; toplumsal iklimi değiştirmek; halkı büyük tehlikelerin kapıda olduğuna inandırmak gerekiyordu ve yaşadığımız bütün darbelerde bu psikolojik hazırlık aşaması medya sayesinde başarıldı. Kamuoyunun korkutulması, yanlış enforme edilmesi, manipülasyonu, hep basın aracılığıyla sağlandı. Öcü masallarının senaryoları başka yerlerde kotarıldı belki ama, “anlatıcı” hep medyaydı.

Şimdi baktığımızda ise, darbecilerin o eski günleri çok özlediklerini tahmin etmek zor değil. Zira artık Türkiye sadece birkaç yayın organının borusunun öttüğü bir ülke değil. Hem yazılı hem görsel basında, çok geniş bir yelpazeye yayılmış, kendi içinde farklılaşmış, çok seslilik kazanmış, gelişmiş bir medya dünyası ile karşı karşıyayız.

Bu tablo sayesindedir ki, son on yıldır basın eliyle gerçekleştirilmeye çalışılan her türlü provokasyon denemesi boşa çıkıyor; her türlü manipülatif haber anında yalanlanıp kitlelerin kandırılması önleniyor.

Yalancı çobanların mumu yatsıya kadar bile yanamıyor.

Hatırlayın; Danıştay Baskını’nın ertesi günü, bir kısım basın olayı doğrudan hükümetin üstüne yıkmaya çalışıyor; olay dincilerin laikliğe karşı saldırısı şeklinde sunuluyor ama bu balon başka yayın organları tarafından birkaç günde patlatılıyor. Şemdinli olaylarının iç yüzü, Dağlıca baskınındaki gariplikler yine bu basın tarafından su yüzüne çıkarılıp darbe senaryoları boşa çıkarılıyor. Halk, basındaki bu çeşitlilik sayesinde ABD’de tezgahlanan Hudson Senaryosu’ndan haberdar oluyor. Ergenekon çetesinin ipliği yine özgür basın sayesinde pazara çıkarılıyor. Bir gün bir gazetede “hasta muayene etmeyi reddeden kadın hekim” haberi çıkıyor; ertesi günü bir başka yayın organında haberin yalan olduğu anlaşılıyor. Asılsız içki yasağı haberlerinin ömrü de ancak birkaç gün sürüyor.

Dolayısıyla askeri darbe lehine bir kamuoyu da bir türlü oluşamıyor.

Evet, bugün demokratik rejimin en önemli güvencelerinden biri çeşitlenmiş ve çok sesli bir hal almış bir medyaya sahip oluşumuzdur.

İşte ben, CHP’nin Kanaltürk’ün yayın çizgisini para karşılığı kontrol etmeye çalışmasını bu aczin bir ifadesi olarak görüyor ve o yüzden de bu skandalın ortaya çıkmasına seviniyorum. Anti-demokratik güçlerin doğal destekçileri o kadar azaldı ki, parasını bastırıp televizyon satın almak zorunda kalıyorlar artık.

Ehh, parasıyla televizyonculuk da bu kadar oluyor işte...

Birilerinin geçmişin “biat basını” günlerini ne kadar özlediğini tahmin etmek hiç zor değil.

Bugün, 6 Haziran 2008

Gülay Göktürk

07.06.2008


 

Öngörüsüzlüğün faturasını başörtülü ödüyor

Anayasa Mahkemesi türban düzenlemesini iptal etti, yakında muhtemelen AKP’yi de kapatacak ancak Türkiye demokratik bir ülke olma iddiasını koruyacaksa parlamenter sistem devam edecek. Nitekim AKP lideri Erdoğan sürekli olarak “yola devam” edeceklerini söylüyor. Yani parti kapatılsa, o ve bazı arkadaşları yasaklı ilan edilse bile AKP’li milletvekilleri yeni partilerinde yine TBMM’de çoğunluğu oluşturacak, Erdoğan’ın işaret ettiği bir isimin başbakanlığında yine tek başlarına hükümet kuracaklar. Hatta Erdoğan ve diğer yasaklılar ilk fırsatta, bağımsız olarak yine TBMM’ye ve hatta hükümete girebilecekler.

Kısacası nasıl Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı AKP ve Erdoğan’a karşı sahici alternatifler çıkmasına katkıda bulunamadıysa; hatta tam tersine bunu engellediyse dünkü türban ve yarınki AKP kararlarının da benzer siyasi sonuçlara yol açacak olması kuvvetle muhtemeldir.

Bazıları “gerekirse yeni parti de kapatılır” diyeceklerdir. Doğru, bu ülkede parti kapatılmasına çok alıştık. Ancak muhalefet görevini yargı organlarına havale ederek cumhuriyet, laiklik ve demokrasinin korunamadığını da bir an önce görmek gerekiyor.

Son olarak: AKP-MHP türban düzenlemesinin bu yasağı kaldırmasının hiçbir şekilde mümkün olmadığını; böylelikle sorunun çözülmeyip tam tersine daha da derinleşeceğini ve başörtülü öğrencilerin yine hayal kırıklığına uğrayacağını defalarca yazmış biri olarak iktidar partisinin beceriksizlik ve öngörüsüzlüğünün faturasının bir kez daha esas olarak başörtülü öğrencilere ödetiliyor olması çok üzüntü verici.

Vatan, 6 Haziran 2008

Ruşen Çakır

07.06.2008


 

27 Nisan gibi

Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt, SAREM’in düzenlediği “Ortadoğu” konulu sempozyumda şunları söyledi: “Bağımsız laik demokratik Türkiye’yi ihmal etmek riske girmektir. Türkiye laik ve demokrat yapısıyla İslam dünyasının tek örneğidir. Türkiye’ye birtakım sıfatlar yakıştırılmak isteniyor, Bu tür yaklaşımlar demokrasi kavramı içine konularak Türkiye’ye dayatılmak isteniyor. Yasal kurumlar buna izin vermez. Atatürk Türkiye’sini hiçbir güç değiştiremeyecek. Cumhuriyeti temel ilkelerini hiçbir güç biat ettiremeyecek.”

Bu sözler, Anayasa Mahkemesi’nde Laikliği çok ilgilendiren bir dava görüşülürken ve Başsavcı tarafından “ılımlı İslam” suçlamasına hedef olan Ak Parti’nin kapatılması davası arefesinde söylenmiştir. Ne yazık ki yeni bir 367 ve 27 Nisan vak’asıdır.

Bugün, 6 Haziran 2008

Ahmet Taşgetiren

07.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf

Bütün haberler

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır