Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

EN DEHŞETLİ KÜRESEL FELÂKET

Son zamanlarda yazılı medyada kıyamet mevzuundan daha fazla bahsedilir olması dikkati çekmektedir. Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki, büyük kıyameti herkes göremeyebilir; fakat küçük kıyamet olan ölümünü göremeyen insan olmamış ve şimdiden sonra da olmayacaktır. Bizim asıl ilgi odağımız, “küçük kıyametimiz” olmalıdır.

Bu kıyamet ne zaman kopacak, bunun bize getirdiği sonuçlar ne olacak, onu düşünmeliyiz. İçinde bulunduğumuz çağa “İletişim Çağı” denilmektedir. Çeşitli iletişim araçlarından gelen haber ve bilgi bombardımanı altında, çoğu zaman manevî yaralar aldığımızın farkında olmuyoruz. Yazılı, sözlü, görüntülü medya, gazeteler, dergiler, kitaplar ve birçok eve girmiş olan internet vasıtası ile girdiğimiz iletişimlerde, temyiz (doğruyu yanlıştan ayırt etmek) kabiliyetini ne derecede gösterebiliyoruz? Çağımızın modern iletişim vasıtaları yanında, insanlığın başlangıcından beri mevcut olan “İnsan ve Yaradan arası iletişim” de devam etmektedir. Bu iletişimin başlıca vasıtaları da peygamberler ve onlar vasıtası ile insanlara gönderilen kitaplar ve sahifelerdir. Bu ezelî ve ebedî iletişime karşı tavrımız ve alâkamız nedir? Hangi cins iletişime daha fazla önem vermeliyiz? Geçici ve her an sona ermesi muhtemel dünya hayatımızı maksat olarak alanlara mı, yoksa bundan sonrakine mi? Her şeyi ancak ispatlanırsa kabul edebileceğini söyleyenlere, haşrin, öldükten sonra dirilmenin, Mahkeme-i Kübrânın, cennetin, cehennemin de ispatının yapıldığına, buna dair eserleri arayıp bulup okumaları gerektiğine bu vesile ile dikkati çekelim. İnsanların en kıymetlileri şu veya bu tabiat kanununu (Allah’ın âdetullah kanununu) keşfedenler veya bunları teknolojiye uygulayanlar, ya da bir müddet siyasî iktidar, güç göstererek yaşamış olanlar değil; peygamberler ve onların da en büyüğü olan Hz. Muhammed’dir (asm). O bile dünyada ebedî kalmamışken, bize dünya sonrası âlemde verilecek ebedî hayat için istek ve iştiyakımızı yanlış bir şekilde bu dünyada tatmine çalışmak, boşuna gayret ve çok yönlü, çok büyük bir israf değil midir? Halk dilinde çokça söylendiği gibi: “Dünya, Sultan Süleyman’a bile kalmamıştır.” (yani kendisine Allah tarafından hem peygamberlik ve hem de büyük bir dünya saltanatı verilmiş olan Hz. Süleyman’a); bize de kalmayacaktır. O halde kendimizi her türlü hastalık, tehlike ve musibetlerden korumak için elimizden gelen her şeyi yapalım; fakat bu tedbirlerimizin ne küçük ne de büyük kıyametimizi önlemeye kâfi gelemeyeceği gerçeğini de gözden uzak tutmayarak yaşayalım. Çünkü, Allah’ın dediği olur. Allah isterse her şey olabilir ve bizim tedbirimiz bunu önleyemez. Bu yazının, insana çok büyük dehşet verebilen başlığı, bu hakikata dair verilebilecek bir misaldir.

***

Biliyorum, küresel felâket senaryoları dinlemekten iyice bunalmış bir halde:

“- Bu kadarı da fazla artık!” diyerek bu yazı başlığına tepki göstereceksiniz. Ama ne yapayım, bildiğim bir şeyi söylemeye de mecburum.

Bu sözüm üzerine, bu defa hayret ve dehşetle soracağınızı sanki görüyor gibiyim: “- Okyanusların aside dönüşeceğini mi söylüyorsunuz?”

“- Dönüşecek demiyorum; dönüşebilir, dönüşmesini engellemeye insanların gücü yetmez” diyorum.

Hayalî muhataplarımın bu sözüme de, son zamanlarda dilimize fena halde girip yerleşmiş olan şu tepki cümleciği ile karşılık verebileceğini tahmin ediyorum: “- Hayret bir şey…”

Aslına bakılacak olursa, okyanusların aside dönüşmesinden daha fazla, okyanusların aside dönüşmemesi hayret edilecek bir şeydir!

Nasıl mı? Müsaade edin de izah edeyim: İlköğretim seviyesindeki kadar bile kimya bilenlerin de bildiği gibi, yerküremizi çepeçevre saran havada kütle bakımından yüzde 78 azot, yüzde 21 oksijen, yüzde 1 de argon, neon, karbondioksit ve su buharı, karışım halinde bulunur. Soy gazlar olarak adlandırılan helyum, neon, argon, kripton ve radon haricindeki bütün gazlar gibi, azot gazı da serbest halde ve havadaki diğer gazlarla karışım halindeyken, iki atomlu molekül halinde bulunur. Azot molekülündeki iki azot atomu birbirlerine üçlü bağla bağlıdır; bu onun kararlı bir molekül olmasına, yani kolaylıkla atomlarına bölünüp başka atomlarla bileşik yapmamasına sebep olur. Buna azot elementinin inert (âtıl) olmak özelliği denir.

N2 + 172 000 kal. ? N + N (Çok güç)

Azot molekülü azot atomlarına kolay ayrılmaması bakımından çok kararlı (inert) olmasına rağmen, su beraberinde oksijenle yükseltgenip (oksidasyona uğrayıp) bileşik yapmak bakımından kararsızdır.

N2 + 5/2 02 + H2O ? 2 HNO3 (Çok yavaş)

Bu reaksiyon, çok yavaş olarak meydana gelir. Bu reaksiyon çok yavaş olarak meydana gelmeseydi, atmosferin azot ve oksijeninin tamamı, okyanusların suyu ile birleşerek nitrik asit meydana getirebilirdi. Bu şekilde, en dehşet verici küresel felâket senaryolarından daha dehşetli bir küresel felâket senaryosu olarak okyanuslar, hem asitlik hem de oksitleyicilik özelliği gösterdiğinden çok tahripkâr kuvvetli bir asit olan nitrik asite dönüşür; bu olayda havanın oksijeni ve azotu da tükenebilirdi. Büyük kıyametin kopması hariç, bundan daha büyük bir küresel felâket belki de olamazdı. Hızlı olduğu takdirde böylesine dehşetli bir küresel felâketi netice verecek olan bu kimya reaksiyonunun hiç olmaması da arzu edilemez; okyanus kimyasında hava azotundan canlıların ihtiyacı olan azotlu bileşiklerin teşekkülü için, bu reaksiyon şimdiye kadar olduğu gibi, çok yavaş olarak meydana gelmelidir.

Size tahammül edilemeyecek kadar dehşetli bir filmi seyrettirmek gibi olacak, ama derişik nitrik asitin tahripkâr özelliği hakkında fikir vermesi ve bu felâket senaryosunu bir derece tasavvur kolaylığı olması için, bir tarihte, şehirler arası yollarımızın birinde derişik nitrik asit yüklü bir tankerle bir yolcu otobüsünün çarpışmasında, tankerden yol kenarındaki hendeğe boşalan derişik nitrik asitin, yolcu otobüsünden o hendeğe düşen insanların bedenlerini hiçbir iz kalmayacak şekilde tamamen erittiğini istemeyerek de olsa, hatırlatmak istiyorum.

Bazı dinsiz filozoflar ve bozuk felsefî cereyanlar, insanı ilah (?) gibi göstermeye çalışırlar.

İnsan, kâinatın en mükemmel mahlûku olmasına rağmen, onu tehdit eden tehlikelere karşı aczi nihayetsiz gibidir. Buna dair verilebilecek çok sayıda misallerden biri de, yukarıda genel kimya kitaplarından 2-3 satır halinde naklettiğimiz, azot molekülünün su beraberinde oksijenle yükseltgenip nitrik asit meydana getirmesi reaksiyonunun hızını, şimdiye kadar olduğu gibi, kendine hem zarar vermeyecek hem de fayda verecek şekilde ayarlamaktan ve bu ayarı sabit tutmaktan, insanın âciz oluşudur.

Okyanusların nitrik aside dönüşmesi, ayrıca havadaki bize çok lâzım olan oksijen ve azotun da bu şekilde tükenmesi, bu reaksiyonun hızının çok yavaş olması sebebiyle en büyük bir küresel felâket haline gelmiyorsa, hem kimya bilgisi olarak bunu öğrenip hem de;

“- Bu reaksiyonun hızını ayarlayan ve ayarını bozulmadan devam ettiren ‘Kim’dir?” diye hiç düşünmeyecek miyiz?

Bunu düşünmeyi aykırı gördüğümüz bir “şey” varsa, böyle bir durumda asıl aykırılığın o “şey”in kendisinde mi olduğunu ciddî bir şekilde düşünmemiz icap etmez mi?

Elbette düşünmemiz icap eder. Fakat, bu düşünme faaliyetine girerken, yukarıda bahsedilen mevzu ile alâkalı akla gelebilecek bazı sorularla, daha fazla bilgilenmek ihtiyacı da olabilir. Bu ihtiyacı dile getirenler arasında, başlangıçta peşin ve aceleci bir muhalefetle, düşünmemek için kendine gerekçe arayanlar da olabilir; daha derin ve sağlam bir tefekkür malzemesini elde edebilmek haklı isteğini duyanlar da.. Bu mevzuda hangi sebeple daha geniş bilgi talep edilirse edilsin, daha geniş bilgi talebini karşılamak yerinde olur. Çünkü, “Soru ilmin anahtarıdır”.

Bu mevzuun biraz daha açıklanmasıyla alâkalı olarak, birkaç soru ve cevabı üzerinde kısaca durabiliriz:

1– Azottan, azot bileşikleri başka hangi yollarla meydana gelebilir?

Yukarıda bahsedilen kimyasal yoldan başka, elektriksel, katalitik ve bakteriyolojik yollarla da, azottan azot bileşikleri meydana gelebilir.

Laboratuvarda azot ve oksijen gazlarının karışımı, bir elektrik arkından geçirilerek reaksiyonu başlatabilmek için gerekli aktivasyon enerjisi verilecek olursa, azot ve oksijen birleşerek azot monoksit yaparlar:

N2 + O2 ? 2 NO

Atmosferin üst tabakalarında, yağmurlu havalarda meydana gelen şimşek ve yıldırımların elektriksel arkından bu reaksiyonu başlatabilmek için gerekli aktivasyon enerjisi alınabildiğinden, havadaki azot ve oksijen, şimşek ve yıldırımların yolları üzerinde de aynen yukarıda formülü gösterilen reaksiyondaki gibi birleşirler ve teşekkül eden azot monoksid, havanın oksijeni ile reaksiyona girerek azot dioksid olur:

2 NO + O2 ? 2 NO2

Azot dioksid de, yağmurlu havalarda yağmur suyunda çözünerek çok seyreltik nitrik asit çözeltisini meydana getirir. Bu yağmur suları toprağa düştüğünde, topraktaki maddelerle azot bileşikleri yapar.

Baklagiller familyasına mensup fasulye, nohut, bezelye gibi bitkilerin köklerindeki yumrular içinde yaşayan bir cins bakteri, atmosferdeki azotu, azot bileşiklerine dönüştürür. Bu bakteride bulunan bazı enzimlerin biyolojik katalizör tesirinin bu reaksiyonda rolü olması muhtemeldir. Baklagiller haricindeki bitkiler ise, azot bileşiklerinin suda çözünenlerini topraktan, kökleri vasıtası ile alırlar.

Azot molekülünün, teneffüs ettiğimiz havada olduğu gibi, bazen inert davranıp kolaylıkla reaksiyona girmemesi, bazen de atmosferin üst tabakalarında şimşek ve yıldırımların olduğu yağmurlu havalardaki gibi, inert oluşuna rağmen özel şartlarda reaksiyona girebilmesi, fevkalâde hayatî neticelere yol açmaktadır. Bu misaldeki gibi, kâinatta her şey büyük bir nizam içindedir ve nizamı yapana delâlet ederler. Yağmurun “Rahmet” oluşunun ve ayrıca, bileşiminin sabit olmayışının bir sebebi de budur. Dinî bir kitapta buna işaretle şöyle denilmektedir: “Şimdi bulutlara bak. Yağmurun şıpıltıları mânâsız bir ses olmadığına ve şimşek ile gök gürlemesi boş bir gürültü olmadığına kat’î delil ise; hâlî bir boşlukta o acâibi icâd etmek ve onlardan âb-ı hayat hükmündeki damlaları sağmak ve zemin yüzündeki muhtaç ve müştak zîhayatlara emzirmek gösteriyor ki, o şırıltı, o gürültü gayet mânidar ve hikmettardır ki; bir Rabb-i Kerîmin emriyle müştaklara o yağmur bağırıyor ki, ‘Sizlere müjde, geliyoruz!’ mânâsını ifade ederler.” (Sözler, 20. Pencere).

Azotlu bileşikler çeşitli sebeplerle bozunmaya uğradıklarında da, bileşimlerindeki azot elementel hale geçerek atmosfere döner, böylece tabiattaki “Azot devri” meydana gelir.

2– Tabiatta yukarıda bahsedilenden başka, çok yavaş reaksiyon yok mudur?

Elbette vardır. Kimyadaki elementlerin Periyodik Tablosunda yer alan 109 elementin milyonlarca bileşiğinden bazıları, çok yavaş bir reaksiyonla meydana gelir. Fazla uzağa gitmeden, buna hemen kendi vücud metabolizmamızdaki biokimyasal reaksiyonları misal verebiliriz. İnsandaki solunum faaliyeti, vücuda alınan besinlerin yakılarak enerjiye dönüştürülmesi için gerekli olan oksijenin havadan alınıp, hücrelerdeki yanma olayından sonra, meydana gelen karbondioksitin havaya verilmesidir. “Vücuda alınan gıdaların yakılması” olarak halk diline bile yerleşmiş olan bu olayda, yanma olaylarının çok büyük bir ekseriyetinde olduğu gibi, reaksiyona “yakıcı gaz” olarak havadan aldığımız oksijen girmekte, yanma ürünü olarak ise karbondioksit, solunumla havaya verilmektedir. Yaklaşık beş trilyon vücut hücremizde, gece gündüz devam eden bu “yanma” olaylarında, oksijenin vücudumuza ilk girdiği hücrelerden başlayarak, her bir hücrenin bir “yangın yeri” veya “patlayıcı birer küçük bomba” olmayışının sebebi, bu yanma reaksiyonunun çok yavaş ve kontrollu olmasıdır.

3– Bir reaksiyonun yavaş oluşu hangi sebeplerle açıklanabilir?

Genel olarak, bir reaksiyonun hızına tesir eden faktörler beş tanedir: (a) Moleküllerin yapısı, (b) Maddelerin konsantrasyonu, (c) Maddeler arasındaki yüzeyin büyüklüğü, (d) Sıcaklık, (e) Katalizör.

Azot molekülünün su beraberinde oksidasyonu ile nitrik aside dönüşmesi misalinde, bu reaksiyonun çok yavaş oluşunun en mühim sebebi, ilk faktördür. Azot molekülünün yapısında, birbirlerine üçlü bağla kuvvetli şekilde bağlanmış olan iki azot atomu bulunduğundan, azot molekülünün başka atomlarla kimyasal bağ teşkili ile bileşik yapabilmesi için önce kendi atomlarına bölünebilmesi icap ettiğinden ve birim zamanda azot molekülünün atomlarına bölünmesi reaksiyonundaki aktivasyon enerjisi engelini aşabilen azot atomları az olabileceği için, bu reaksiyonda birim zamanda meydana gelen nitrik asit miktarı da çok az; yani bu yolla nitrik asitin teşekkülü reaksiyonu çok yavaş olur. Ancak, azot molekülünün bu yapısına rağmen, reaksiyon hızına tesir eden faktörlerden meselâ sıcaklığın artması reaksiyon hızını arttırabilir.

Vücut metabolizmamızdaki oksidasyon (yanma) reaksiyonlarının yavaş oluşunun en mühim sebebi ise, biyolojik katalizör olarak vazife yapan enzimlerdir. Bunun yanında diğer faktörlerin de rolü olur.

4– Bir reaksiyon, nasıl hızlı olabilir?

Tabiatta halen devam etmekte olan sebepler nizamında, yukarıda bahsedilen beş faktöre göre, reaksiyona giren maddelerin;

a) Moleküllerinin aktivasyon enerjileri düşükse,

b) Konsantrasyonları yüksek ve eşdeğer miktarda ise,

c) Aralarındaki temas yüzeyleri büyükse,

d) Sıcaklıkları yüksekse,

e) Reaksiyon ortamında pozitif (reaksiyon hızını arttıran) katalizör varsa,

o reaksiyon hızlı olabilir.

İnsanlar, laboratuvarda ve endüstride, bu faktörleri göz önüne alarak ve onlara uyarak bazı kimya reaksiyonlarının hızını arttırabilir veya azaltabilirler. Bunun en tipik misallerinden biri, endüstride amonyağın elementlerinden yüksek verimle elde edilebilmesi için, Haber-Bosch metodunda hem katalizör kullanılıp hem de sıcaklığın 500’C ye yükseltilmesidir. Fakat, yukarıda bahsedilen nitrik asitin, hava azotu, su ve oksijenden meydana gelmesindeki gibi, tabiatta cereyan eden reaksiyonlara insanlar umumiyetle müdahale edip hızlarını değiştiremezler. İnsan bu mevzuda çok nadir bazı haller hariç, çok büyük bir acz içindedir.

5– Bazı reaksiyonların yavaş, bazılarının ise hızlı oluşunun hikmetleri nedir?

Bütün varlık âlemini Yaratan, o âlemin işleyiş nizamını da koymuştur. O nizam işlemektedir. Bunu tabiî, kendiliğinden, tesadüfen, atomlar ve moleküllerin işi olarak görüp asıl hakikatına nüfuz edememek, aslında en büyük bir cehalettir.

6– Tekrar başa dönersek, okyanuslar aside dönüşebilir mi?

Kendimizi ve çevremizi tanımaya ilk başladığımız andan itibaren tabiatta cereyan eden kanunların değişmeden devam etmekte olduğuna bakarak, bu kanunları ezelî, asıl ve değişmez olarak tevehhüm etmek hatasına düşmemeliyiz. Kanun varsa, o kendiliğinden var olmamıştır; o kanunu koyan vardır. Kanun hükmünü icra ediyorsa, bunu kanunun kendisi yapmamaktadır; o kanunun hükmünü icra eden vardır. Misal olarak, Türkiye Cumhuriyeti devletini alırsak, devletimizin kanunlarını koyucu: Türkiye Büyük Millet Meclisi, devletimizin kanunlarını yürüten de İcra Vekilleri Heyetidir (Bakanlar Kurulu). Bütün âlemin hükümranlığını elinde bulunduran Allah, hükümran olduğu âlemde carî kanunları koymuş ve icra etmektedir. Kanunu koyan, onu değiştiremez mi? Daha önde gelen, kanun mudur; yoksa o kanunu koymak selâhiyeti ve kudreti midir?

Yaratıcı’nın yaratmasının hem ibda (hiç yoktan) hem de inşa (mevcut maddelerden) şeklinde olduğuna dair misaller, bilhassa her bahar mevsiminde tekrar tekrar bize gösterilmiyor mu?

Hiç yoktan varlık âlemini yaratan ve ona nizam veren kanunları koyanı, kendi koyduğu kanunların esiri (?) gibi vehmetmek, bunu değiştiremeyeceğini veya yeniden başka bir kanun koyamayacağını (Hâşâ) zannetmek, ona noksan sıfat izafe etmek değil midir? Halbuki O, noksan sıfatlardan münezzehtir ve en mühim zikir kelimelerinden olan “Subhanallah” da bunu ifade eder.

Kur’ân’da, halen içinde yaşadığımız bu dünya için Allah’ın belirlediği ömür müddetinin sonunda bu dünyanın ve kâinatın değişime uğrayacağını bize haber veren çok sayıda âyet vardır. Bunlara “Kıyametle alâkalı âyetler” denilir (73/14, 74/8-10, 81/1-6, 101/1-5, 75/1-15, 77/1-19, 50/20, 54/1-2, 54/46, 7/187, 25/25, 20/105-108, 56/1-10, 27/82-85, 15/85, 31/34, 34/3, 39/67, 40/18, 40/59, 42/17, 43/61, 45/27, 18/47, 18/8, 18/99, 16/61, 16/77, 21/1, 21/104, 21/109-111, 21/96-97, 21/98, 52/1-12, 67/25-27, 69/1-3, 69/13-17, 70/1-3, 70/5-14, 78/1-5, 78/17-20, 79/1-8, 79/34-36, 79/42-46, 84/1-6, 30/12-14, 33/63, 47/18, 55/40, 22/1-2, 22/7).

Bu âyetlerden başka, kıyametten bahseden çok sayıda da hadis vardır. Kıyameti ve kıyameti hatırlatan büyük âfetleri meydana getirmekte Allah için hiçbir güçlük yoktur. Kıyamet mutlaka gelecektir. Allah isterse, her an her şey olabilir. İnsanlar için imkânsızlık çoktur; fakat Allah için imkânsızlık yoktur.

İnsan, aslî vazifesinin idrâki içerisinde, onu Yaratan ve imtihan için bu dünyaya Gönderenin maksadına uygun olarak bu dünyada yaşayabilmeli ve “Allah’a itaat” sırrını kavrayabilmelidir. Bu devirde, genelde “Tabiat kanunları” olarak bahsedilen; “Allah’ın âdetullah kanunları”na itaatle nasıl dünya işlerinde başarı kazanabiliyorsa, âhiret işlerinin başarısı ve ebedî âhiret saadetini kazanabilmek için de, Allah’ın kendisine kitabıyla ve peygamberiyle gönderdiklerine iman ile itaat etmelidir.

İnsanın hakikî ve en büyük başarıyı kazanıp onun mükâfatını alması böyle mümkün olabilir.

Prof. Dr. Mustafa NUTKU

17.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf
© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır