"Gerçekten" haber verir 01 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, onları bildirmekten ve onlara uymaktan kâfirler seni alıkoymasınlar. Sen halkı Rabbine kulluk etmeye çağır ve Ona ortak koşanlardan olma.

Kasas Sûresi: 87

01.07.2008


Bir millet, cehaletle hukukunu bilmezse ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder

Suâl: “Ne diyorsun, ‘Vücudu hastalıktan şişerek dolgunlaşmış kimseyi güzel gördün.’ (Arap atasözü) Hâl-i hâzırın eskisi gibi çok fenalığı var, bize zulmeder; hem de zaafta, kuvvetsizlikte eskisine benzer. Demek, târif ettiğin meşrûtiyet daha bize selâm etmemiş; tâ ki, biz de ‘Ehlen ve sehlen’ desek?”

Cevap: Hayır! Aksine, ben bir akarsudan su almak istedim. Bir bulutun çalışıp yağmur indirmesini arzu ettim. Siyah gözlüyü güzel gördüm. Ben hûri gibi güzel, hür bir hürriyeti methettim.

Fakat, sizin dîvâneliğinizden korkmuş, gelememiş. Zulüm, meşrûtiyetin hatâsı değil, belki kafanızdaki cehâletin zulmetindendir. Siz dîvânelikle kısa yolu uzun yapıyorsunuz. Küdân ve Mâmehurân aşîretleri, daha asker gelmeden, alâküllihâl vermeye mecbur olan emvâl-i emîriyeyi hazır etse idiler, şu kadar zulüm olmayacaktı. Evet, bir millet cehâletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.

Siz diyorsunuz: “Şimdiki hükümet eskisi gibi zayıftır.”

Evet; kuvvetsizlikte, dokuz yaşındaki çocuk, doksan yaşındaki ihtiyara benzer. Fakat, o kabre müteveccihen iner, eğilir, girer; şu ise, doğrulur, şebâbe doğru yükselir.

Suâl: “Neden böyle bulanıktır, sâfî olmuyor?”

Cevap: Yüz seneden beri harâba yüz tutan birşey, birden yapılamaz. Size bir misâl söyleyeceğim. Bir bulagbaşı, çok zaman taaffün ve tesemmüm etmiş, içine çok pislik düşmüş, sonra da onu tasfiye için o pislikleri içinden çıkarılırsa ve bir havuz gibi yapılırsa, acaba pınarın suyu bir zaman bulanık olarak gelmeyecek mi? Fakat merak etmeyiniz; âkıbet berrak olacaktır.

Suâl: “Tarif ettiğin meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?”

Cevap: Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş. Zîrâ sizin şu vahşetengiz, cehâletperver husumetefzâ olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehâlet ejderhasından, husûmet kurtlarından bîçare meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesâret edemez. Eğer siz tenbel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tenbellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz. Zîrâ sizinle İstanbul arasındaki mesâfe bir aylıktır; fakat sizinle ehl-i meşrûtiyet arasındaki mesâfe bin aydan fazladır. Zîrâ eski zamanın adamlarına benzersiniz. O nâzik meşrûtiyet, İstanbul havâlisindeki yılanlardan kurtulsa, şu uzun mesâfeden geçmekle, cehâlet gibi müthiş bataklığı, fakr gibi mütevahhiş kıraçları, husûmet gibi gâyet keyşer dağları katetmekle beraber, eşkiyaya rast geçecektir.

Ezcümle, bâzı cezâ-i sezâsını hazmetmeyen, bir kısım da başkasının etini yemekten dişi çıkarılan ve bâzı bir meşhur bektâşi gibi mânâ verenler, yol üzerine çıkıp, gasp ve garet ediyorlar. Daha onların öte tarafında da bir kısım gevezeler vardır; bâzı bahane ile, parça parça etmek istiyorlar. Öyle ise, ona bir yol veyahut bir balon yapınız.

Münâzarât, s. 28

hâl-i hazır: Şimdiki zaman, şimdiki hâl.

zulmet: Karanlık.

ehl-i hamiyet: Karşılıksız fedakârlıkta ileri gidenler.

müstebid: Baskıcı, diktatör.

alâküllihâl: Her halükârda.

emvâl-i emîriye: Devlete ait olan mallar.

şebâb: Geçlik.

bulagbaşı: Kaynak, pınar.

tesemmüm: Zehirlenme.

husumetefzâ: Düşmanlık saçan.

cezâ-i sezâ: Hak edilen ceza.

garet: Yağmalama.

01.07.2008


Sevgi üzerine

Sevgi kelimesi, sözlük anlamı itibariyle tohum, taneli bitkilerin tohumu, çekirdek anlamında kullanılmaktadır.

Kur’ân-ı Kerimin birçok âyetinde bu mânâda kullanılmıştır. “Şüphesiz Allah, tohum ve taneleri çatlatandır…”1 “Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek daneler bitirdik.”2

Bu sözlük anlamına bağlı olarak, sevgi sözü teşbihli bir mânâda kullanılmıştır. Topluluğun ve heyetin çekirdeğine işaret etmektedir. Yani o heyeti oluşturan ana unsura dikkat çekmektedir. Yani onun gönlünün ana unsuruna isabet ettim, gönlünün çekirdeğini yakaladım, kalbimi onun sevgisine ayna yaptım, gönülden sevgi bağlanılan şeye doğru bir bağ ve irtibat kurdum mânâsında kullanılmaktadır. Sevgi işin özünü yakalamaktır. Kabuğunu ve teferruâtını bırakıp özüne bağlanmaktır. En güzeli aramakla birlikte güzel ile yetinebilmektir. Onunla mutlu olup gönül huzuru duyabilmektir.

Sevgi, bir çeşit intisaptır. Bağlanmadır. Mükemmel olana bağlılıktır. Sevilmeyen bir şeye bağlanmak mümkün olmadığı gibi, bağlanılmayan, his bakımından üstün kabul edilmeyen bir şeye de sevgi gösterilmemektedir.

Sevginin dört temel ayağı vardır. Bir şeyi severken, bu dört temelden birine yerleştirerek sevmek mümkün olmaktadır.

Bir şey mükemmelse sevilmektedir. Sevgi için bu yeterlidir. Başka bir sebep aramak gerekmemektedir. Mükemmelliğin derecesine göre sevginin boyutu artmaktadır. Allah sevgisi, peygamber sevgisi bu tür bir sevgidir. İnsan, en çok Allah’ı sevmek durumundadır. Çünkü ondan daha mükemmeli yoktur. Mahlûkat içinde de en çok Peygamberimizi (asm) sevmelidir. Çünkü en mükemmel yaratık odur. En güzel örnek odur. Kişi, canından ve malından daha fazla onu sevmek durumundadır. Bu sevgi aynı zamanda harika bir iman demektir. İmanın kemâli, onu bu tarzda sevmekten geçmektedir.

Sevgi, bir çeşit lezzettir. İnsan lezzet aldığı şeyi sever. Yani lezzet, sevgi sebebidir. Bu lezzet alma, maddî olduğu gibi mânevî de olur. Beş duyu ile alınan lezzetler ve hislerin tatmin olması, huzur bulması, sükûnete kavuşması mânevî lezzetlerdendir. Güzel ve tatlı yiyeceklere olan meyil, hoşa giden bir müziği dinleme arzusu, güzel bir sözü söyleme hissi, ibretli bir manzarayı seyretme, aç ve muhtacı doyurmanın verdiği mutluluk ve sükûnet bir çeşit lezzettir ve sevilir. Sevgi, bir cazibe kanunudur. Bir anafordur. Merkez kuvvetidir. Güneş gibidir. Onun câzibesine kapılanlar, ondan uzaklaşamazlar. Ondan uzaklaşmak, bir çeşit ölümdür. Güneşin çekim gücüne bağlı olan gezegenlerden biri, kendini o çekim gücünden dışarı fırlatsa, derhal ölecektir. Sevginin cazibesinden kurtulan her his ölüme mahkûm olacaktır.

Sevgi, hakikatte iman temeli üzerinde ancak yükselir. İman, sevginin iksiri ve mayasıdır. İnanmadan gösterilen sevgi, süreklilik gösteremez. Çünkü onda bir gösteriş vardır. Devamlılık göstermesi için sevdiği şeyin doğruluğunu benimsemesi gereklidir. Başka türlü gerçek sevgi olmaz. Yüzüne gülücükler dağıtıp, arkasından şimşekli ve yağmurlu havanın ekşi yüzü gibi davranmak sevgi görüntüsü değildir. Sislerin arkasından güneşi göstermek nasıl mümkün olmuyorsa, riyakâr duygunun arkasından berrak güneş gibi sevginin parlak yüzünü göstermek de mümkün olmuyor.

Mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Çünkü, ikisinin arasında bir paralel bağlılık vardır. Bir güç birliği, inanç birliği oluşmuştur. Bu, bir çizgi üstünde omuz omuza gelmektir. İki tane birden on bir kuvvetini elde etmedir. Bir havuzu elde etmek için benliğini o havuz içinde eritmektir. Bir buz parçasından vazgeçip bir havuz kazanmaktır. Bu sûretle bir topluluğun kalbi, birlikteliğin merkezi haline gelmektedir.

İnsanlar, menfaatini de sever. İnsan zayıf yaratılmıştır. Menfaatine karşı daha da zayıftır. Onun için “İnsan iyiliğin kölesidir” denilmiştir. Bazen az bir menfaate şapka çıkarır. Hazır bir lezzete aldanır, gelecekteki büyük bir fırsatı kaçırır. Azıcık hazır lezzeti ilerideki çok lezzete tercih eder. Hazırda olanı gerçek, gelecekteki büyük olanı ise hayal kabul eder. Kendince hakikati hayale tercih eder. Bugün bir lira ücret yerine şu işi yapmaya devam edersen on gün sonra yüz lira ücret verilecek ise, peşin olan bir lirayı alıp on gün sonraki yüz liradan vazgeçmek akıldan çıkan bir davranış değildir.

Menfaat, bazen ölçüleri tahrip etmektedir. Hissi öne çıkarıp aklı ikinci plana itmektir.

Böyle bir durumda Peygamberimizin (asm) sünnetleri birer kutup yıldızı, birer deniz feneri görevi görmektedir. Yolunu şaşıran hislere, hedefi kaybedenlere, hissiyâtına mağlûp olanlara yol göstermektedir. Evlât meyli ve arzusu da bir sevgi sebebidir. Bir çeşit beka ve ebediyet arzusudur. Gözünün nuru, gönlünün süruru, ömrünün varıdır. Hayatının mirasıdır. Hayatının devamını onun hayatı ile sağlama arzu ve isteğidir. Aile hayatının meşakkatini bastıracak, lezzetli bir meşgale haline getirecek olan bir durumdur. Evlâdın gülmeleri, onun sıkıntısını eritecek; onun mutluluğu, yorgunluklarını giderecek bir bahar rüzgârıdır. İman ile hayatlandığı takdirde küçük bir Cennet hayatına dönecektir. Mutlu bir aile hayatı, küçük bir cennettir.

Dipnotlar:

1- En’am Sûresi, 95

2- Kaf Sûresi, 9

Ali SARIKAYA

01.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Gezi Eki Pdf
© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır