"Gerçekten" haber verir 29 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Ergenekon’la “dolmuşa bindirilmediğimizden” emin miyiz?

‘Laikçi şebeke’nin Türkiye’nin başına nasıl belâ olduğunu, önünü nasıl tıkadığını, tarihî yürüyüşünü nasıl engellediğini en ağır dille yazan yazarlardan biriyim. Ama bir insan olarak, bir müslüman olarak, ABD’lilerin güdümündeki Soros tarafından finanse edilen fesat yuvası Cumhuriyetçiler Entitüsü’yle -son derece şikâyetçi olmama rağmen- bu ülkenin ilkel laiklik anlayışını ve uygulamalarını aslâ tartışmaya kalkışmayacak kadar kişilikli, onurlu ve asil bir Türkiye çocuğu olarak, Ergenekon davası konusunda ciddî soru işaretlerim ve şimdiye kadar geliştirilen kutuplaştırıcı, Türkiye’yi tam ortadan ikiye bölücü Ergenekon söylemlerine ve operasyonların yürütülüş ve özellikle de medyada yansıtılış biçimlerine ciddî itirazlarım var. Aptal yerine konulduğumuz ve fenâ hâlde “dolmuşa bindirildiğimiz” hissi var içimde.

Ergenekon davası, neyin ve kimin davası? Türkiye’nin hakîkaten düzlüğe çıkmasını sağlayacak ülkemizin önünü tıkayan urların, virüslerin gerçekten temizlenmesi hikâyesi mi bu; yoksa ABD’nin yaklaşık 50 yıldır kullandığı, ABD’nin çıkarlarını korumak için çalışan ama artık işi bittiğine karar verilen, adına ulusalcı denmesine rağmen bu milletin temel değerleriyle, tarih yapmamızı mümkün kılan İslâmî ruhuyla kavgalı laikçi şebekenin tasfiye edilerek ABD için küresel ölçekte daha kullanışlı başka bir “şebeke”nin ikamesi “operasyon”u mu? İslâm’ın ehlileştirilmesi, sekülerleştirilmesi, bizzat kalenin içerden ve derinlemesine ama çaktırmadan teslim alınarak Türkiye’nin ruhunun, bu kez bu ruhu temsil ettiği düşünülen aktörlere “elma şekerleri verilerek” yok edilmesi çabası mı bütün olup bitenler? Ergenekon “davası”, bütünüyle Türkiye’nin içindeki bir iradenin, fâili meçhul cinayetler, sosyal kutuplaşmalar, hatta türlü iç savaş senaryolarıyla Türkiye’yi yönetilemez hâle getiren, yapay sorunlarla boğuşturan, “laikçilik” yaparak Türkiye’nin tarihte tatil yapan bir ülke konumundan yeniden tarihin yapılmasında kilit rol oynayabilecek bir medeniyet yürüyüşüne soyunmasını akla hayale bile gelmeyecek yöntemlerle önleyen yarım asırlık bir şer şebekesini tasfiye ederek, barış içinde, sağcısı-solcusu, laik olanı ve İslâmî duyarlıkları güçlü olanı ile Türkiye’nin bütün kesimlerini kucaklayabilecek yeni bir Türkiye’nin tesis edilmesi çabasının yollarını açma girişimi mi?

Yoksa, önceden ABD’ye çalışan, milletin burnundan getiren, başbakanlarını astırtan, ev ya da hücre hapislerinde çürüten, başbakanlarını öldürmeye kasteden ucu içerde kökü kesinkes dışarıda iğrenç bir “laikçi şebeke”nin oynadığı rolün, Soğuk Savaş şartlarının nihâyet Türkiye’de bitirilmesine karar veren dünya sisteminin lordu ABD tarafından dünya sisteminin çıkarlarını daha iyi koruyup kollayacak, üstelik de İslâmî kaygıları önceleyen başka bir “ekip”e havale edilmesi operasyonu mu? Eğer böyleyse, yazıklar olsun!

Ayrıca henüz suçları mahkemece kesin olarak ispatlanmayan insanların, istersek hiç sevmeyelim, handiyse bütün televizyonlarda milletin önünde tam anlamıyla şeytanlaştırılması, beni her hâl ve şartta adaletten ve hakkaniyetten yana olan bir Müslüman olarak yeteri kadar tedirgin ediyor.

Benim gerçekten önemsediğim Mümtaz’er Türköne’ye bile “ürpertici” satırlar yazdırtan bir operasyon ve atmosfer, açıkçası beni Ergenekon-sonrası süreç için ürkütüyor: Türköne, Ergenekon iddianamesini okurken, gözünde canlanan manzarayı şöyle tasvir etmiş: “Koskoca bir kaya yerinden oynuyor. Kayanın altını mesken tutmuş haşeratın panik içinde kaçmaya başladığını görüyorsunuz. / Yılanlar, çıyanlar, akrepler, solucanlar panik içinde sağa sola koşuyorlar. Onları koruyan koca kaya kütlesi kalkınca, artık her birini teker teker ayağınızla ezebilirsiniz.” (!) Pes doğrusu!

Bu dil, benim Türköne’den hiçbir zaman beklemeyeceğim kadar ürkütücü ve ürpertici bir dil. Tekrar ediyorum: Türkiye’nin başına belâ olan, Türkiye’yi fenâ hâlde karıştıran bir fitne ve fesat şebekesinin çökertilmesi, elbette ki, takdirle karşılanacak bir cesaret örneğidir.

Ancak her şeye rağmen eğer yeni bir dünya kuruluyor ve Türkiye’ye de orada yeni bir Truva atı rolü biçiliyorsa, fena hâlde dolmuşa bindirildiğimizi ve ayartıcı bir şekilde dolduruşa getirildiğimizi nasıl olur da göremeyiz, göremiyoruz, anlayamıyorum doğrusu.

Eğer bu “hareket”, “Soğuk Savaş artıkları”nın tasfiyesi hareketiyse, bunun anlamı açıkça şudur: Birileri Türkiye’yi, sahibi aynı olan bir dolmuştan indirip başka bir dolmuşa bindiriyor, demektir bu.

Eğer durum gerçekten buysa, Türkiye’de içeri tıkılanlar, gerçek azmettiriciler değil; yalnızca taşeron. Asıl azmettiricinin yakasına esaslı bir şekilde yapışıp ondan hesap soramadığımız sürece, bu operasyonun, “laikçi şebeke”nin, “Uğur Mumcu’yu, Üçok’u, Kışlalı’yı dinciler öldürdü; Danıştay cinayetini, Cumhuriyet gazetesinin bombalanma hâdisesini dinciler yaptı” diyerek, sözümona “dinci” taşeronu suçlamak ve taşeronu bulduktan sonra da “suçluyu bulduk!” diye nârâ atmaktan ne farkı kalıyor ki? Asıl azmettiricinin yakasına yapışamadığımız sürece, Türkiye, kolay kolay düzlüğe çıkamayacak, gerçek anlamda özgürlüğüne kavuşamayacak ve yeniden asil bir tarihî yürüyüşe soyunamayacaktır vesselâm.

Yeni Şafak, 28.7.2008

Yusuf Kaplan

29.07.2008


 

Sorgulama dönemi

ERGENEKON iddianamesi kabul edilir edilmez binlerce sayfa iddianame metni ile boğuşmaya başladık.

İddianamenin nasıl değerlendirileceğini, hukuki tartışmaları, siyasi müdahaleleri olayların nereden gelip nereye gideceğini önümüzdeki süreçte göreceğiz.

Ben bu davanın Türkiye’de devlet içinde devlet gibi davranan, yasaları hiçe sayan derin devlet yapılanmasının ne kadar su yüzüne çıkartacağını merak ediyorum.

Ergenekon adı verilen tasfiye, mafya ayağı ile birlikte klikler arası bir mücadele mi yoksa, soğuk savaş kalıntısı yapılanma ve zihniyetin gerçekten Türkiye Cumhuriyeti devletinden temizlenebileceği bir sürecin ilk adımı mı?

Çünkü bu sadece klikler arası bir tasfiye mücadelesi ise demokratikleşme açısından pek bir değişiklik sağlamayacak demektir. Bir klik gidecek, bir diğeri iktidara hakim olacak. Ama “suç örgütleri ile el ele ilişkiler, koruyucu ağabeyler, ağalar, beyler, paşalar kültürü” devam edecek demektir.

* * *

TAŞIDIKLARI zihniyete ve siyasi çizgilerine tamamen karşıysam da iddianamede düşüncelerin ve onların çeşitli araçlarla ifade edilmiş olmasının suç unsuru olarak değerlendirildiği bölümler dikkat çekici. Eğer Türkiye gerçekten demokratikleşecekse bu, düşünceleri suçlayan her türlü zihniyeti mahkum ederek mümkün olacak. Benim gibi düşünmeyenler sussun yaklaşımıyla demokrasi kültürü yerleşmez.

Şimdi duyar gibiyim. “Bugüne kadar devlet içinde çeteler var diyenler hakkında davalar açıldı, işte bu iddianame her şeyi ortaya koyuyor. Şimdi ifade özgürlüğünü gündeme getirmenin sırası mı?” Evet tam da sırası. Çünkü bu dava aynı zamanda bir zihniyet değişimi davası da olmak zorunda. Devlet içinde, yasaları hiçe sayarak durumdan vazife çıkartan çeteleşmeye son verilecekse, sapla saman karıştırılmamalı. Kamuoyunun muhalefet etme hakkı üzerinde baskı ve korku yaratacak bir araç haline dönüştürülmemeli bu dava.

Türkiye’nin geleceği, hiçbir siyasi hırsa, hesaba ve pazarlığa kurban edilmemeli.

* * *

BU dava kolay bir süreç olmayacak. Önemli olan kamuoyunda oluşan soruların açıkça yanıt bulabilmesi, gerçek ortaya çıkana kadar hiçbir şeyin üstünün örtülmemesi.

Soğuk savaş döneminde Gladio gibi yapılanmalar hakkında en ayrıntılı bilgileri İtalya ve Yunanistan’daki örneklerinden izlemiştik. Bu gizli örgütlenmelerin arkasında Amerikan çıkarlarının bulunduğu, amacın Sovyetler Birliği’ne karşı NATO ittifakının çıkarlarını korumak olduğu ortaya çıkmıştı. CIA baş roldeydi. Türkiye’de baş roldekiler kimlerdi? Sadece birkaç tuhaf kişi mi? Uluslararası suç örgütlerinin, uyuşturucu ve terör bağlantıların ipuçlarını taşıyan bu dava zor bir sorgulama dönemini de başlatıyor.

Kafalar karışık. Düne kadar kamuoyuna doğru olarak benimsetilen uygulamaların bugün iddianamelere konu olan suçlar olarak yorumlanmasını anlamak herkes için kolay değil. Evet, hukuki bir süreç başladı. Ama mahkeme karar verecektir biz susalım demek artık mümkün değil.

Her aşamada yeni sorular tartışılacak çünkü kamuoyunun ikna edilmesi mecburiyeti de var artık.

İlgisiz bir sessizlikle izlenmeyecek bu süreç.

Hürriyet, 28.7.2008

Ferai Tınç

29.07.2008


 

28 Şubat döneminde bir gece...

28 Şubat döneminin en hararetli günleriydi. Kasım 1997 tarihinde oldukça kalabalık bir yazar grubu, Genelkurmay Başkanlığı tarafından düzenlenen “Güneydoğu gezisi”ne davet edilmiştik. Bu ilginç gezide bize dönemin Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak eşlik ediyordu. PKK ile çatışmaların en yoğun olduğu bölgeleri dolaştık. Bizi gezdiren askeri helikopterler bazen PKK ateşinden kurtulmak amacıyla geniş vadilerin içinden alçaktan uçuşlar yaptılar. Gittiğimiz bölgelerde çoğunlukla yerel halkın temsilcileri olarak karşımıza korucular çıktılar. Kendileri de Kürt olan korucular, PKK için “Bunlar Ermeni, Kürt değil” diyen tarifler yapıyorlardı. Tabii gezi boyunca beraber olduğumuz askerlerle “Kürt Sorunu”nu da tartışıyorduk. Onlar bu sorunu “Terörle mücadele” diye tanımlıyorlardı. Siirt Orduevinde bir gece birlikte yemek yedikten sonra, içkiler de içildi.

Geziye katılan üst düzey subaylarla gazeteciler arasında, uzun süren bir sohbet başladı. Sohbet Türkiye’nin temel konularını içeriyordu. Giderek tartışmaya dönüşen bu sohbet sırasında gazetecilerle generaller arasında ilginç diyaloglar yaşandı. Konu o günlerde çok güncel olan Susurluk konusuna da geldi. Tartışmanın sonuna doğru başlayan gerginlik sırasında Tümgeneral Erol Özkasnak, “Susurluk’u da bize mal ediyorsunuz” dedi. Önce bir sessizlik oldu ve ardından neredeyse hepimiz birlikte “O zaman Veli Küçük’ü yargıya teslim edin” çağrısında bulunduk. Gece böyle bitti. Veli Küçük ne yazık ki o zaman yargıya teslim edilmedi. Tersine albaylıktan generalliğe terfi ettirildi. Dönem, 28 Şubat dönemiydi. Askeri vesayetin siyaset üzerinde etkisinin arttığı günlerden geçiyorduk.

***

Bugün geçmişten farklı şeyler oluyor. O dönemde Veli Küçük türü isimlerin terfi ettirilmesini içimize sindiremesek de normal görüyorduk. Şimdi aynı Veli Küçük için, o zamanki olayların devamı olarak yaptıkları nedeniyle “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezası isteniyor. Susurluk’tan farklı neler oluyor diye düşündüğümde işte o ilginç geceyi hatırladım. “Her şey farklı ama değişen bir şey yok” esprisiyle özetlenebilecek bir durumla karşı karşıya olmadığımızı hissettim. Bu sefer, cidden her şey farklı...

Aradan 10 yıla yakın bir zaman geçti. Bu 10 yıl içinde Türkiye çok acı olaylar yaşadı. Çok değerli aydınlarımız faili meçhul cinayetlerde yaşamlarını yitirdiler. ABD, Irak’ı işgal etti. “Kürt Sorunu” daha karmaşık evrensel bir sorun haline geldi. Soruna demokratik ve barışçı bir çözüm üretilemedi. Öte yandan bu dönemde Türkiye Avrupa Birliği üyeliği yolunda etkili adımlar attı. Ekonomisi ve özellikle dış ticareti olağanüstü farklı boyutlar kazandı. AKP, koalisyon krizlerinin ardından tek başına iktidara gelecek oranda oy alarak 2002 ve 2007 seçimlerini kazandı.

***

AKP’nin tek başına iktidara gelmesi veAB sürecinin Türkiye’nin 12 Eylülcü yapılanmasını zorlamaya başlaması, dengeleri sarstı. AB, ordunun siyaset içindeki rolünü eleştiriyor ve normal görevine dönmesi gerektiğini her raporunda vurguluyor. Bu arada milliyetçi-militarist yapının temel malzemelerinden olan “Kıbrıs’ta çözümsüzlük” noktasında da olumlu yönde ilerlemeler kaydedildi. Denktaş iktidarı kaybetti ve çözüm yanlısı Talat, Kıbrıs siyasetinin kökten değişmesinin adımlarını attı. Bugün 1997 Türkiye’sinden çok farklı bir Türkiye, çok farklı bir dünya var. Türkiye’de taşlar yerinden oynuyor. Eski, yavaş yavaş tarihe karışıyor. Bu değişimi doğru anlamak ve ona göre yeni siyasetler geliştirmek gerekiyor. Özellikle solcuların, çürümeye yüz tutmuş eski yapıdan medet ummamaları gerekiyor. Türkiye yeni bir Türkiye haline gelirken, bu gelişme her kesimi de yeniden düzene sokacak, yeniden yapılandıracak, yeniden tanımlayacak dinamizmi içinde taşıyor. Bu gelişmeler sonucunda ne AKP bu noktada durabilir, ne CHP , ne MHP , ne de ÖDP... Bütün siyasi, sosyolojik ve kültürel kimlikler yeniden tanımlanacak. Bu süreçte birçok şey karışacak ama er ya da geç yeniden toparlanacak. Bu sefer gerçekten de her şey farklı... Yarınlara bakan gözler artık eskisi gibi hüzünler ve kırık hayaller değil fırsatlar ve riskler görüyor.

Radikal, 28.7.2008

Oral Çalışlar

29.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır