"Gerçekten" haber verir 15 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Acının balı, krizin tadı!

Burada okuyacaklarınızı, takıntım, husumetim filan olduğundan yazmıyorum.

Bunlar gerçek olduğu için, görüntüler yanıltıcı olduğu için ve biraz da bu mevzuları pek kimse bu şekilde yazmadığı için yazıyorum.

Canı acıyanları sürekli duyduğum için, hamasi palavralara çoktan doyduğum için, elbet sık sık dolduğum için yazıyorum.

Son günlerde “Türkiye” neleri konuşup durdu:

1. Saldırılar, şehitler, karakollar, yetersiz para, golf...

2. Dünyayı sarsan, bizi kuşatan ekonomik kriz ve şirketlerin batması, insanların işsizlik korkusu.

Bana, devlet ve hükümet dışında öyle bir “müessese” söyleyin ki, bu iki konu tam göbeğinde kesişsin.

İpucu vereyim:

1. Hem şehit olan, olmayan binlerce askerin (ve terhisten sonra tanımadığı yedek subayların) maaşlarından ZORUNLU kesilen paralarla kurulmuş, büyümüş, hâlâ o kesintilerle fonlanmakta olsun; onların sosyal GÜVENLİĞİ, onlarla YARDIMLAŞMA için var olduğu varsayılsın...

2. Hem de krizin tadını çıkarsın!

Türkiye sevdası

(Sağolsun, Kuşadası’ndan Galata’ya “iktidar oyunları” üstüne de çok uyarmış bir dost, Mustafa Saraç ısrarla gözüme soktu.)

Cumartesi haberlerinde, “Ordu Yardımlaşma Kurumu” OYAK’ın Genel Müdürü Coşkun Ulusoy’un eski ve yeni demeçleri, “Krizin tadını çıkaran adam” süslemesiyle, “krizin korkusunu, acısını yaşayan” asker ve sivil tüm vatan evlatlarının görüşlerine sunulmuştu.

1. (Haziranda) Krizin ikinci, üçüncü aşamaları olacak. İşler daha da kötüye gidince yurtdışında çok güzel fırsatlar doğacak. Şu an için nakit kral.

2. (Şimdi) Kriz ortamında 5.6 milyar YTL nakit paramız var. Durumun daha da kötüleşeceğini düşünüyoruz. Biz bu işin feryadını izliyoruz. Deniz bitti. Kriz 2009 ve 2010’da da devam edecek.

3. Yurtdışında şirketler alacağız. Portföyümüzü genişleteceğiz ve dünya firması olacağız.

4. Güvenle geleceğe bakıyoruz. Biz Türkiye sevdalısıyız.

“Piyasa”daki bir şirket için de, “yoksul ve yetim çocuklar” arasında yetişmiş olsa bile “krizin, paranın tadını” iyi öğrenmiş bir yönetici için de bunlar kesin “başarı”dır.

“Piyasa”da, biz ne dersek diyelim, “akbaba” olmak işin raconudur; paranı şıkırdatmak, hava basmak, yırtıcılık yapmak, tepeden bakmak... hatta bunları “Türkiye sevdalısıyız” diye cilalamak da.

Ama “ordu” bir “piyasa kurdu” mudur?

“Türk Silahlı Kuvvetleri” bir “piyasa kuvveti” midir?

“Vatan topraklarının nöbetçisi” denen bir kurum bir yanıyla da “Yırtıcı piyasa ideolojisi”nin bekçisi midir?

Peki o zaman...

Onbinlerce mağdur, geçinemeyen asker; ayda 100 YTL’lik bir temel hak verilmediği için kırgın düşen, hallerine azıcık yama yapacak kanunlar Genelkurmay ve Meclis’e takılan, bir yandan da “zengin holding” OYAK’a maaşından para akıtan onbinlerce insan ve ailesi nedir?

Piyasa kuvveti

Herhangi bir “başarılı ve saldırgan, krizin tadını çıkaran, batanların üstünde dans eden, nakit servetiyle şişinen, milyonlarca insana, binlerce zor durumdaki esnafa, işletmeciye nispet yapan” şirketten bahsetmiyoruz.

Yönetiminin hep söylediği gibi, 2001 krizinden de “çok faydalanmış”, onbinlerce insanın işsiz, sefil, umutsuz kaldığı, iflasa sürüklendiği o krizi de “fırsata çevirmiş” olağan bir “piyasa oyuncusu” değil bu.

Yönetimin yarısı emekli ve muvazzaf generallerden oluşan, genel kurul üyelerinin tamamı asker olan, kafadan sabit hasılat kaynağı onbinlerce muvazzaf asker, bir kısım emekli, onbinlerce yedek subay, onca sivil askeri memurun maaşından oluşan “militer bir piyasa aktörü”nden bahsediyoruz.

Büyük bir holdingin militer dokulu olmasından...

Bir ordunun; bir holding yönetimini ve genel kurulunu oluşturmasından bahsediyoruz.

“Devletin her kurumu üstünde vesayet” sahibi olabilenlerin, bu “piyasa holdingi” yönetiminde hiçbir etkisi olmadıklarına inanmamız gerekiyor.

“Fırsatçı piyasa kuvveti”nin “Silahlı kuvvet”le...

“Silahlı kudret”in “Uyanık piyasa kuvveti”yle hiç sarmaş dolaş olmadığına inanmamız gerekiyor.

Helâl olsun Daha kötüsü...

“Mali yetersizlik yüzünden karakollar taşınamadı” diye çok yıldızlı demeç dinler, şehit aileleri ve binlerce askerle birlikte acıyı bal eylemeye uğraşırken...

Asker ve sivil yüz binlerce aile; kriz korkusu, geçim endişesi, maddi bunalım kapısında titrer veya yığılırken...

Çoluk çocuk hepimiz “kamu görevinin kutsallığı” yla 21 yaşında düşen “lider konumundaki personel” astsubaya, tabut tabut dizilen uzmanlara, yurdun dört köşesinin yoksul “er” evlatlarına yanarken...

Birden neşe dolup “Fırsatçı, milyarlarca dolar nakde sahip, milyonlarca insanı yıkan krizlerin tadını çıkaran”... 2001 krizinden beri “başarılı kriz akbabası” olduğunu anlatan “Apoletli piyasa holdingi”ni çılgınca alkışlamamız gerekiyor.

O zaman, baş üstüne:

Helal olsun size, helal olsun!

“Sevdanız Türkiye” sizinle gurur duyuyor!

Yurtta kriz, cihanda kriz!

Mevzubahis olan krizin tadını çıkarmaksa, batanlar ve öylece yatanlar teferruattır!

Yok mu “Ordu Yardımlaşma Kurumu”nun bu kibirli halinden sıkılmış, içi acımış bir genel veya özel kurmay? Vardır elbet!

Sabah, 14.10.2008

Umur Talu

15.10.2008


Millî Güvenlik İlköğretim Okulu

Size ülkemizin en seçkin ilköğretim okulunu tanıtacağım bugün.

Seçkin devletliler yetiştiren bir “ilk okulu”: Ankara’daki Milli Güvenlik İlköğretim Okulu’nu.

1952 yılında “Milli Savunma Akademisi” adı altında kurulan okul bugün Harp Akademileri bünyesinde faaliyet gösteriyor. 1995’ten beri de Ankara-Eskişehir yolu üzerinde bulunan MGK Genel Sekreterliği binasında eğitim-öğretim hayatına devam ediyor.

Altı aylık dönemler halinde eğitim faaliyetlerine devam eden okul, geçen haftalarda diğer okullardan biraz daha geç olarak 65. dönem müdavimleriyle yeni eğitim-öğretim dönemini açtı.

Dünya standartlarında eğitim veren okulumuzun mezunları arasında kimler yok ki:

Valiler, genel müdürler, öğretim görevlileri, holding sahipleri, ünlü gazeteciler, “milli gururumuz” Nasuh Mahruki’nin aralarında olduğu “sivil” toplum temsilcileri, üst düzey askerler.

Liste o kadar parlak ki insanın çocuğunu alıp kaydettiresi geliyor.

Siz bakmayın tüm öğrencilerin yaşını başını almış çok mühim, büyük, kudretli insanlar olduğuna.

Burası sahiden bir ilkokul!

Okulun üst düzey sivil öğrencilerinin, asker öğretmenleri karşısındaki bu çocuksu heyecanını anlamak için okulun 58. dönem mezunlarından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müşaviri Yaşar Ateşsoy’un internete de düşen hatıra defterini okumak yeterli.

Şöyle başlıyor hatıralar:

“Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müşaviri olarak Akademi’ye kabul edildiğimi belirten yazı bana ulaştığından itibaren yaşadığım tarifsiz heyecanı, sadece “kendim”le paylaştım. Eşim ve çocuklarım elbirliğiyle beni “okula hazırlama” telaşına kapılmıştı. Sanki, sabah beni erkenden uyandırıp servise yetiştireceklerdi... Veya birisi elimden tutup okula kadar götürecek, öğretmenlerime teslim edecekti!..”

Burası bir ilkokul demiştim. O yüzden ders aralarında tabii ki elle zil çalınıyor. Beslenme saati var. Yurtiçi ve yurtdışı okul gezileri yapılıyor. Kompozisyon yarışması bile var. Bir tek “Örtmenim” demek yasak. Öğretmenlerinize sivildeki rütbeniz ne olursa olsun rütbeleriyle “Albayım”, “Komutanım” diye sesleniyorsunuz.

Ateşsoy okuldaki ilk gününü anlatmaya, biz de sivillerimizin ruh halini anlamaya devam ediyoruz:

“Ve ‘her kula nasip olmayacak’ bir şekilde, MGK protokol kapısından girerek, Lozan Salonu’na geçiyoruz. Törenin bundan sonraki bölümü burada icra edilecek ve ilk ders de burada verilecek.”

58. dönemin ilk dersini emekli Orgeneral Suat İlhan vermiş. Dersin adı: Türkiye’nin Jeopolitiği.

Neler anlattığını tahmin etmek zor değil. Anlaşılan Ateşsoy’u da çok korkutmuş “dört tarafımız düşmanlarla kaplı” diye bağıran Paşa. “Usul ve erkânı henüz bilmediğimiz ve ‘açılış konuşmaları kapsamında’ algıladığımız için, not tutmaktan çekindim,” diyor anılarında.

AB hedefine kilitlenmiş, güya demokratikleşen bir ülkede devlet adamlarının devam ettiği “ilköğretim okulunun” ders programına bir bakar mısınız. Yine Ateşsoy’un günlüğünden izleyelim:

“Kıbrıs Dersi: AB Uyum Protokolü’nü imzalamamız halinde, devletlerarası hukuka göre Türkiye olarak kesinlikle Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanımış olacağımızı ve bu yeni hukuki durumun gereklerini de yerine getirmemizi icap ettiren bir sürecin başlayacağını... net olarak bilmiyordum.”

“Üçüncü günde yine Türkiye-AB ilişkileri konusuna devam ettik... Türkiye-AB ilişkilerini ve Türkiye’nin AB üyelik sürecini Kâmran İnan’dan dinlemeye hiç birimiz doyamadık.”

“Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Sözde Ermeni Soykırımı meselesi ile ilgili bir konferans verdi. Hikmet Hoca, bu günlerde yaşanan hadiseleri ve Türk Milleti’nin bu şartlara rağmen uyguladığı adaleti, hassasiyeti ve insanlığı, Osmanlı’nın tatbik ettiği iskân politikasını, Ermenilerin Fransız ve İngilizler tarafından nasıl kandırıldığını, isyanları, ayaklanmaları, yabancı kaynaklı belgeleriyle anlattı.”

“TRT’den büyük usta Ertürk Yöntem de, “Özel basın-yayın kuruluşlarının kamuoyu yaratma usul ve prensiplerini anlatıyor...”

“Türkiye’nin Kamu Yönetimi ve Yerel Yönetimler başlığını taşıyor. AÜ’den Prof. Dr. Birgül Güler (Cumhuriyet Mitingleri resmî konuşmacısı –Y.O.) sunumlarını yaptı.”

Görüldüğü gibi dersler fena halde kazık. Anlaşılan, bu dersleri dinleyen bürokrat Ateşsoy da “devlet havasına” kendini bayağı bir kaptırmış:

“Akşam eve girdiğimde, eşim ve çocukların beni karşılayışlarında yeni bir hava gördüm. Hepsi birden “nasıl geçti bakiym?” deyince, bir reklam filmindeki çocuğun muzipliğini hatırladım: “Çok çalışmam gerekiyor, çookk!”

Haklı. Türkiye’de demokrasi için daha çok çalışmamız gerekiyor çookk!

Taraf, 13.10.2008

Yıldıray Oğur

15.10.2008


“Güvenlik gücünden çok şefkat gücüne ihtiyacımız var”

Şehrin etkili bir din adamıyla sohbet ediyoruz.

Devlet görevlisi olduğu için adını saklı tutuyorum: “Buraya yeniden özel tim gönderiyorlarmış. Bizim güvenlik gücünden çok şefkat ve merhamet gücüne ihtiyacımız bulunuyor.”

Aktütün saldırısı, Diyarbakır’da polis otobüsünün kurşunlanması, tabii aynı günlerde Ayvalık’ın Altınova beldesinde gelişen olaylar, yöre halkında tepki, öfke yaratırken, gergin bir ortam oluşturmuştu.

Din adamı yöredeki insanlarla, devlet kurumları arasındaki kopukluğu gösteren ilginç bir örnek anlattı: “Diyanet İşleri Başkanlığı bize cemaate okumamız için hutbeler yolluyor. Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyon yapıldığı günlerde gönderilen hutbede şunları söylememiz isteniyordu: ‘Ordu- millet el ele. Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimiz Kuzey Irak’a operasyona başladı. Onların teröristi yok edeceği inancıyla haklarında hayır duaları ediyoruz. Allah onları muzaffer etsin.’ Biz böyle bir hutbeyi burada okumaya kalksak bir dahaki sefere arkamızda ibadet edecek bir kişi bile bulamayız. Çünkü tepelerine bomba yağdırılan köyleri hedef haline gelen Kuzey Irak’lı Kürtler, bura insanıyla aynı dili konuşan, aynı tarihi yaşayan insanlar. ”

Türkiye’nin batısından bakıldığı zaman anlamakta zorluk çekeceğimiz bir durum var bölgede. Bölgenin çocuğu din adamı şiddet karşıtı bir kişi. PKK’nın eylemlerini hiçbir şekilde onaylamıyor.

Ancak aynı insanın Kürt olduğunu unutmamak gerekiyor. “1000’e yakın Şafi inançlı yurttaşımız vaaz dinlemeye geliyor. Bunların neredeyse tamamı Türkçe’yi doğru dürüst anlamıyor. Bu nedenle de konuştuklarımızın birçoğu boşa gidiyor. Söylediklerimizi dinlemiyorlar bile. Onlara vaazları Kürtçe versek daha ilgili dinlerler. Dil bir halkın canıdır.”

Radikal, 14.10.2008

Oral Çalışlar

15.10.2008


Anayasaya ne oldu, Ulusal Program nerede?

22 Temmuz sonrası hemen gündeme gelen ve toplumun aklı başında kesimlerinin desteğini alan bir anayasa projesi var idi; proje o kadar gündemde idi ki, madde bazında tartışmalar bile başlamış idi.

Sonra ne oldu bilemiyoruz, sanki Türkiye’de ciddi ve kalıcı yapısal siyasi ve ekonomik reformlar mevcut Kenan Evren anayasası ile yapılabilirmiş, sürdürülebilirmiş gibi anayasa tartışmaları bir anda ortadan kalktı.

Aslında anayasa tartışmaları ile beraber ele alınması gereken AB reformları da artık pek konuşulmuyor; zaten 82 Anayasası’nın maddelerini değil ruhunu değiştirmeden AB konusunda da kalıcı ilerleme pek mümkün değil.

Demokratikleşme ve hukuk devleti yolunda sadece AB reformlarıyla da yetinmek hoş değil; AB’nin şimdilik ilişmediği ama demokrasi ve hukuk devleti adına utanç verici maddeler yasalarımızda hala duruyorlar, YÖK yasası hálá yükseköğretimin resmi ideoloji ilkeleri doğrultusunda yapılacağını dikte ediyor ama biz bırakın bu adımları atmayı Ulusal Programı dahi bir takvime bağlayamıyoruz.

Geçen hafta yurtdışında 12 Eylül’le ilgili Ömer Uğur’un ‘Eve dönüş’ filmini izledim ve hálá bu darbenin anayasasıyla yönetiliyor olmaktan bir kez daha büyük utanç duydum.

Emin olunuz, şayet elimde bu anayasayı değiştirecek yetkim olup da kulanmamış olsa idim utancım kat be kat artardı.

Darısı bu utancın TBMM tarafından da paylaşılıp, gereğinin yapılacağı günlere.

Star, 14.10.2008

Eser Karakaş

15.10.2008


Ya yeni hal veya izmihlâl

Finans kapitalin küresel krizi kimleri vurdu bir bakalım..

Liste ABD, İngiltere, Japonya, Singapur, Almanya, Fransa diye gidiyor.

Yani dünyanın “zenginler kulübü” vuruldu ilkin.

Şöyle düşünelim..

Finans kapital dünyada bir saadet zinciriydi.

Kapitalist sistemin, her ülkede kendine entegre olan ve her biri kendi ülkelerinde sırça saraylar inşa eden halkaları var..

Nimetlerden yararlananlar da bu sırça saraylarda yaşayanlar.

Finans kapitalin saadet zinciri dışında kalan dünyada yoksulluk gerilemedi, arttı.

Sovyet bloku çöktükten sonra, başta Rusya’- da yeni sırça saraylar uluslararası finans kapitale eklemlendi.

Rus oligarklar dahil, dünyanın her yerinde parayla oynayan adamlar büyük yara aldı krizden.

Dikkat edin, Türkiye’de “kriz bizi de vuracak” diye ağlayıp sızlayanlar bizim zenginler kulübü değil mi?

* * *

Peki kapitalizmin ruhuna “el Fatiha” diyebilir miyiz?

Henüz değil.

Tetikçi bankalar gitti, ama arkadaki finans ilahları ayaktalar. Ama bundan sonra dünya eskisi gibi olmayacak.

En başta Amerikan ekonomisi yabancılaşacak. Bu yabancılaşma Thomas L. Friedman’a göre hayati ulusal güvenlik kararları hariç Amerika’nın dış politika kararlarını da etkileyecek.

ABD “Dünyanın tek hakimi benim, astığım astık kestiğim kestik” diyemeyecek.

(...)

Merhum Said Nursi’nin “Eski hal muhal; ya yeni hal veya izmihlâl” dediği noktadayız.

Eski hal devam edemez.

Ya yeni hal, ya mahvoluş..

Durum budur.

Yeni Şafak, 14.10.2008

Abdullah Muradoğlu

15.10.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır