"Gerçekten" haber verir 23 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Aile

Evdeki fazla eşya çocuğun ruhsal gelişimini engelliyor

MSAKARYA(CİHAN)- Havaların soğuması ile birlikte çocukların evde geçirdikleri zaman artıyor. Evlerin tıka basa eşya ve objelerle doldurulması çocukların evdeki oyun alanını kısıtlayarak mutsuz ediyor.

“Ona dokunma, şunu çekme, yapma, kıracaksın” gibi sürekli yapılan uyarılar ve azarların çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini olumsuz yönde etkilediğini belirten uzmanlar, evdeki gereksiz eşyaların kaldırılması ve çocukların rahatça oynayabileceği alanlar açılmasını tavsiye ediyor.

Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Uzmanı Şebnem Günay, çocuğun fiziksel ve ruhsal yönden sağlıklı gelişebilmesi için ev ortamının çok önemli olduğunu kaydediyor. Yaz aylarına göre okul öncesi çocukların vakitlerinin neredeyse tamamını evde geçirdiğini belirten Günay, “Ne yazık ki evlerimizi tıka basa eşya, süs ve objelerle dolduruyoruz. Bu durum en çok çocuklarımızı mutsuz ediyor” uyarısında bulunuyor.

Büyükşehirlerde çocukların dana çok evde zaman geçirdiğini ifade eden Günay, bir de evlerin tıka basa doldurulmasının çocukların hareket alanını iyice kısıtladığının altını çiziyor. Bu durumda çocuğun koşabileceği, oynayabileceği yer kalmadığını dile getiren Günay, “Ona dokunma, şunu çekme, yapma, kıracaksın” gibi sürekli yapılan uyarı ve azarlarla çocuğun baskı altında tutulduğunu, bu şekilde çocuğun sürekli tedirgin bir davranış gösterdiğine dikkat çekiyor. Ne yapsa kızılacağı için ruhsal gelişiminin olumsuz etkilenmesinin kaçınılmaz olduğunu anlatan Günay, “Çünkü çocuk neye elini uzatsa azarlanacağını düşünüyor, mutsuz oluyor. Özgüveni gelişmiyor. Ayrıca hereketsiz kalması sebebiyle fiziksel gelişimi de olumsuz etkileniyor. Mümkün olduğunca evde sadece gerekli eşyaları bulundurmalıyız. Evi bu açıdan gözden geçirsek ne kadar gereksiz ve çocukların oyun alanını kısıtlayan eşyalar farkına varabiliriz” diyor.

FAZLA EŞYA EV KAZALARI

RİSKİNİ DE ARTIRIYOR

Evde çok ve gereksiz eşyanın ev kazaları riskini de artırdığını vurgulayan Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Uzmanı Şebnem Günay, çocuğun dokunduğunda üzerine düşebilecek, devrilecek, kırılacak, kesici eşyaların kaldırılmasının hayati önem taşıdığının altını çiziyor. Günay, cam gibi kırılan eşyaların evde çocukların yaralanma hatta ölümle bile sonuçlanabilecek ev kazalarına davetiye çıkardığını belirterek şu tavsiyelerde bulunuyor: “Biz ailelere, evlerine gerektiğinden fazla eşya koymamalarını öneriyoruz. Özellikle kırılabilecek cam objeleri kaldırmalarını öneriyoruz. Çocukları olan ailelerle mobilya alırken kenarları sivri değil oval ürünler tercih etmelerini istiyoruz.”

23.10.2008


Islak saçla yatmak sinüzite davetiye çıkartıyor

İŞ kaybına sebep olan ve yaşam kalitesini düşüren sinüzitin önemli bir bir sebebinin de saçları yıkar yıkamaz yatmak olduğu belirtildi.

Kulak Burun Boğaz Uzmanı Opr. Dr. Mehmet Kale, sinüzitin kafatası içindeki burun boşluğuna açılan hava boşluklarının yüzeyindeki zarın iltihabı şeklinde tanımlanabileceğini söyledi. Sinüzitin önemli bir sebebinin de saçları yıkar yıkamaz yatmak olduğunu belirten Kale, “Saçlar yıkandıktan sonra en az 45 dakika yada 1 saat boyunca yatmamak sinüzitten koruyucu bir etkendir” dedi. Saçlar yıkandıktan sonra havlu ya da saç kurutma makinesiyle iyici kurutulması gerektiğini vurgulayan Kale şu uyarılarda bulundu: “Saç iyice kurutulsa bile yatmak için acele edilmemeli. Kişi yattıktan sonra beden fonksiyonları zayıflar. Vücut ısısı ve bedenin savunması azalır. Bu sebeple saçları yıkayıp özellikle ıslak ya da nemli bir şekilde hemen uykuya dalmak sinüzite davetiye çıkartır. Saçın hafif nemli kalması bile uyku halinde kafa bölgesinde üşümeye sebep olur. Bu sebeple atalarımız ‘Uyuyan kişinin üzerine kar yağmış gibi olur’ demişler ve kişinin üzerini mutlaka mevsime göre kalın ya da ince bir örtü ile örtmüşlerdir.”

Serin havalarda sık görülen üst solunum yolları enfeksiyonları, sigara, havadaki zararlı gazlar, alerjik durumlarında sinüzite yol açabileceğini vurgulayan Kale, sinüzitin belirtilerini ise şöyle sıraladı: “Kulaklarda basınç ve ağrı hissi. Aşağıya eğildiğinde artan baş ağrısı. Koyu sarı-yeşile dönük burun akıntısı. Geniz akıntısı, alın göz çevresinde dolgunluk hissi ve ağrı. Koku ve tat alma duyusunun azalması. Zaman zaman görülen ateş, halsizlik, öksürük, ağız kokusu. Bu belirtiler göründüğünde mutlaka doktora başvurulmalıdır.”

23.10.2008


Okula gitmek istemeyen çocuk ödevini yapmamış olabilir

ÇOCUĞUNUZ sık sık okula gitmek istemiyorsa bunun sebebinin ödevini yapmaması olabileceği belirtildi.

Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Uzmanı Binnur Polat, çocukların okula gitmemek istemesinin en önemli sebebinin ödevini yapmamasından kaynaklandığını belirtti. Zaman zaman çocukların ‘Bu gün okula gitmek istemiyorum’ dediğini hatırlatan Polat, “Anne baba bunun sebebini sorduğunda çocuk suçluluk duygusu sebebiyle ödevini yapmadığını söylemez. Hasta olduğunu söylemek gibi başka bahaneler uydurur” dedi. Ebeveynlerin her gün akşam mutlaka çocuklarının ödevini yapıp yapmadığını kontrol etmelerini isteyen Polat şu uyarılarda bulundu: “Çocuk belki unutkanlıkla, belki televizyon seyretmeye daldığından ödevini yapmamış olabilir. Sabah kalktığında ödevini yapmadığı için öğretmeninden çekinerek okula gitmek istemeyebilir. Bu durum sık tekrarlandığı taktirde ise öğrenci okuldan soğur ve daha büyük sorunlar yaşanmaya başlanır. Veliler bu sebeple mutlaka çocuğunun derslerini yapıp yapmadığını akşamdan sormalı ve ona ödev yapımında yardımcı olmalıdır.”

Polat, velilerin çocuklarına küçük bir not defteri alarak okul çıkışında verilen ödevlerini yazmalarının ödevlerin unutulmamasında etkili bir yöntem olduğunu kaydetti. Ödevini yapan öğrencinin, öğretmenine ödevini göstermek için severek okula gideceğini hatırlatan Polat, “Ödev, öğrenci kadar anne babanın da ödevidir. Sorumluluğu paylaşması ve çocuğuna ödevini yapmasında yardımcı olmalıdır” diye konuştu.

23.10.2008


Yaşamın rengi

Hayata güzel bir iz bırakmak... Bir ışık yakmak tarihe dair. Belki edebiyata, şiire, anılara, yaşanmışlara...

Onca bilmecesi, efsunu, bize gösterdiği binbir cilvesiyle dünyaya dair ya da...

Bir mim koymak... Mevsimlere, güneşe, denize, çiçeğe ve kuşlara... Birşeyler bırakmak dünyaya... Güzel birşeyler söylemek... Sayıları hızla azalan güzel şey söyleyenlere, yeni bir can olmak. Çirkefleşen dünyadan aşka, sevgiye, muhabbete tuyur etmek. Hülâsa, arkamızdan bizi hatırlatacak birşeyler... Görünce yada duyunca bizi hatırlatacak birşeyler. Hoş duygular bunlar.

Belki hiçbir şey önemli değil. Ne insanların hatırlaması isminizi, ne duyumsaması, ne de sizi unutmayanların varlığını bilmeniz. Ama kendiniz için birşeyler yaptığınızı bilmek hissi.. Asıl hoş olan bu galiba.

Hayat iyisi ve kötüsüyle bizi bekliyor. Bir sonraki dakikanın bize neler getireceğinin bilinmezliğiyle aralıyoruz zamanı. Akreple yelkovanı böyle kovalıyoruz. Biz üzüleceğimiz hadiseleri ve sevineceklerimizi yakalama şansıyla devam ediyoruz. Hâdiseler istediğimiz yönde olmazsa isyan edip, isteğimiz yönde olanları el pençe karşılarsak bu birazda ikisini de bize gönderene haksızlık oluyor. Halbuki işler yolunda gidiyorken, normal karşılıyoruz da, aksilikler baş gösterdi mi nerden çıktı havalarına giriyoruz. Bizi mükemmel bir donanımla yaratan Allah, elbette bu donanımlarımızı kullanacağımız hâdiseleri de başımıza verecek. Üzülmek, sevinmek, nefret etmek, beğenmek, kızmak, âşık olmak... Bunlar bizim duygularımız. Bunlar bizim teçhizâtımız. Eğer yaşayacaklarımıza hiçbir tepki vermeyecek şekilde yaratılsaydık, ne olurduk düşündünüz mü? O zaman yaşadığımız hiçbir şeyin önemi olmazdı. Ruhumuzu ruh yapan, bizim canlı olduğumuzu gösteren belirti duygularımız.

Hâl böyleyken, böyle bir yaşamda duygularımızı katarak ortaya koyduğumuz şeyler. Bir kitap, bir resim, bir melodi... Ya da duygularımızla bütünleşerek onların ilham vermesi ve yönlendirmesiyle ortaya koyduğumuz herşey. İnsanın mutluluğu bazen o kadar küçücük birşeyde saklıdır ki şaşarsınız. Küçük bir papatya, bir deniz kabuğu, kuru bir dal, bir çam kozalağı, güneşin huzmeleri, denizin dalgaları, bir esinti, içimizin ürpermesi, bir kar, yağmur tanesi. Bunlar bir çırpıda aklıma geliverenler. Herkes kendine göre duygularını, mutlu olduğu şeyleri sıralayabilir.

İnsan üzüntü ve sevinç ortasında yaşadığı o ince çizgide biraz tahammül, biraz denge, belki biraz da duygularıyla durursa kendine daha yaşanabilir bir hayat kalır. Bu dünya madem kısa bir sermayeyse, içini iyi şeylerle doldurup zenginleştirerek kendimiz için, bizi biz yapan, bizi bu dünyaya hayat sahibi olarak gönderen Yaratıcımız için birşeyler ortaya koyarak uzatamaz mıyız? Bize verilen sermayeyi pespaye bir şekilde harcarsak bu hayat bize zindan olmaz mı?

Beden birlikteliğimizin sağlıklı olması ve akıl-kalp-vicdan-ceset bütünlüğünün bizi gerçek insan yapması dileklerimle...

HAVVA KÜÇÜK KONUR

23.10.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır