"Gerçekten" haber verir 13 Aralık 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Görüş

‘Kurban’ın mânâsı devam ediyor

Mübarek Kurban Bayramı günlerini geride bıraktık ama onun tesbih, tehlil, tahmid ve bilhassa tekbirlerle dolu mânevî atmosferi hâlâ devam ediyor.

O mübarek günler süresince, kurban ibadetinin, “kurbiyet-i İlâhiye”, yani “Allah’a yakın olma” noktasında, hakkımızda mânevî yükselişe vesile olmasını Rabbimizden niyaz etmiştik hep.

İşte bu mânevî terakkî, aslında hayatımızın her bir ânını ve karesini kuşatan veya kuşatması gereken bir kulluk sürecidir.

Rabbimiz bir âyet-i kerimesinde, “Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım”1 buyuruyor. Demek insan bu âleme, Rabbini tanımak, Ona iman ve ibadet etmek için gönderilmiştir.

Yine bir başka âyet-i kerimede “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, takvaya erişesiniz”2 buyrulmaktadır.

Peki nedir takva?

“En büyük mertebe”3 olan takvanın özünde, Rabbimizin rızasını kazanarak O’na mânen yakın olma hâli vardır.

Ve buna da şüphesiz, ibadetle ulaşılır.

En büyük ibadet ise, imandır, marifetullahtır. Yani Rabbimizi, kâinatta tecellî eden isim, sıfat ve fiilleriyle tanımaya, bilmeye çalışmaktır.

Bir keresinde sahabe, Allah Resûlü’ne (asm) sormuştu:

“Ya Resulallah! En faziletli amel hangisidir?” Allah Resûlü (asm) ise:

“Allah’ı bilmektir” buyurdu.

Sahabe yine sordu:

“Ya Resûlallah! İlimden değil amelden soruyoruz.”

Allah Resulü (asm) ise, tekrar:

“En faziletli amel, Allah’ı bilmektir” buyurdu. Sahabe, tekrar “İlimden değil amelden soruyoruz” deyince, bu sefer Allah Resûlü (asm), şu önemli cevabı verdi:

“Allah’ı tanıyarak, bilerek yapılan az bir amel, Onu bilmeden yapılan çok amelden hayırlıdır.”

...

İnsan bir yolcudur. Ve bu yolculuğun bir diğer adı da, marifetullah, yani Rabbimizi tanıma ve bilme basamaklarında mânen ilerleme yolculuğudur. İnsan O'nu tanıdıkça, sevgisini ve yakınlığını da celbedecek, hem dünyada, hem de ahirette nice nurlara ve saadetlere mazhar olacaktır.

Ruhlar âleminden başlayıp Cennete veya Cehenneme doğru uzanan bu ebed yolculuğunun en kritik durağı ise, şüphesiz dünyadır. Zira burada ne ekersek, sonsuz âlemde onu biçeceğiz.

Burada Rabbimizin rızasını, O'nun kurbiyetini, mânevî yakınlığını kazanmalıyız ki, hem dünyada hem de ahirette rahat edelim.

Unutulmamalıdır ki, iman ve ibadetle geçirilen bir dünya hayatı, mü’mine daha ahirete gitmeden bu dünyada dahi mânevî bir Cennet hayatı yaşatmaktadır. Mü’min, dünyada ne kadar sıkıntı içerisinde de olsa, Rabbine olan o imanı sayesinde, her şeyi güzel görür, her şeyden lezzet alır.

...

Kurbanın zihinlerde ve kalplerde uyandırdığı “Rabbe yakınlık” mânâsı, aslında her mü’mince bir ömür boyu hedeflenerek sürdürülmesi gereken marifetullah, yani Allah’ı tanıma/bilme ve bu vesileyle O'na yakın olma (kurbiyet), daha ötesi O'nun yakınlığını (akrebiyet) celbetme sürecidir.

Ve yine unutulmamalıdır ki, Cennetteki maddî lezzetlerden daha lezzetli olan şey, Rabbimizin rızasına, lütfuna, tecellisine ve kurbiyetine (yani O'nun yakınlığına) mazhar olmaktır.4

Yazımızı, eserlerini, doğrudan doğruya Kur’ân’dan aldığı marifetullah nurlarıyla dolduran Bediüzzaman’ın şu veciz sözüyle bitirelim:

“Allah’ı tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır.”5

Dipnotlar:

1- Zâriyât Sûresi, 51:56

2- Bakara Sûresi: 21

3- İşârâtü’l-İ’câz, s. 154

4- İşârâtü’l-İ’câz, s. 195

5- Sözler, s. 145

TAHA OKUYAN

13.12.2008


GECEYE VURAN SES

Gecenin biriydi uyandığımda. Havada bir soğukluk var.

Dört bir yanıma kuvvetli bir üşüme saldı. Kış artık yazdan kalma günleri arkasından bırakmış. Bir kaç gündür okuduğum bir kitap var elimde. Bitirmek üzereyim. Okumaya başladım. Uyandığımdan beri bir ses kulağıma geliyordu. Dikkatimi vermemiş olmalıyım ki kitabın sayfalarının çevirirken bu sese birden kulak kesildim. Yine bahçemizdeki yavru kedilerden birinin sesi. Bu saatte niye miyavlıyor diye düşünürken kitaba çoktan dalıp gitmişim. Ne zaman kitaptan başımı kaldırsam hiç susmamış olan bu ses beni çemberine almaya başlar. Sabah altıya kadar bu çemberin içine girip girip çıktım. Kitabın kahramanıyla yol alırken sayfalarda bu kedi sesi de bize eşlik ediyordu yer yer. Acımak bir görünüyor bir kayboluyordu. Hissedilip hissedilmeme arasında kalırken uyku da baş gösterdi. Gözlerimi kapattığımda kedinin miyavlaması soğuğa karışmıştı. Kulaklarım duyma vazifesini yerine getirmiyordu uykuya daldığımda.

Uyandığımda balkona çıkıp sabaha kadar miyavlayan kediye baktım. Bir kenarda patilerini karnına getirmiş, başını önüne eğmiş uyuyordu. Kapkara, bir kedi. Bu haliyle yuvarlak kara bir topa benziyordu. Anneme “Kedinin sabaha kadar miyavladığını” söyledim. “Annesi iki yavrusunu alıp gitmiş” dedi annem. O anda anne kediyle diğer iki yavrunun olmadığını daha yeni fark ettim. Sabaha kadar miyavlamasının sebebini anlayınca kediye çok acıdım. Annesine de kızdım. Daha süt emiyordu bu yavru kedi. Nasıl bırakırdı? Öğlene kadar balkona çıkıp baktım bu kediye. Hâlâ uyuyordu. Gece bağırdı bağırdı şimdi susmuştu. Anne kediye kızgın olduğum gören kardeşim “Abla, kedinin ayağı sakatlanmış. Yürüyemediği için annesi götürmemiş” dediğinde bütün sebepler ortaya çıktı. Geceye vuran sesi o çaresizliği aklımdan geçti. Yalnızlık ve korku minik kedinin sesinden havaya karışmıştı.

Ekmeğin içini çıkartıp balkondan kedinin önüne atıyordum. Pisi pisi diyor kediyi uyandırmaya çalışıyordum. Kedi başını gömdüğü ayaklarından zar zor kaldırdı. Allah’ım! Bu ne güzel gözler. Yüzüyle beraber bütün bedeni kara olan bu kedinin yeşil gözleri nasılda dikkat çekiyor. Karaya bulaşmış yeşil. Çirkinlikte cazibesini sunan gözler. Kedi ekmek kırıntılarına doğru aksayarak yürürdü. Ekmek yiyişini seyrettim bir süre. Ekmekleri hem yiyor hem de miyavlıyordu.

İkindi vakti anne kedi geldi. Önce etrafa baktı. Yavrusu anneyi görünce o haliyle koştu. Sevdi onu, ağzıyla okşadı anne kedi. Yavrunun annesinin görme sevinci değerli bir eşyasının kaybedip sonra bulan birinin sevincine benziyordu. Ama bu sevinç anne, bahçeden çıkıp gidince ortada kaldı. Yavru arkasında gidemiyordu. Ortada kalan sevinç anne kedi diğer iki yavrusuyla bahçeye geldiğinde yeniden hissedildi. Yavru kedi, kardeşleriyle hasret giderdi. Anne kediye kızgınlığım gitmişti.

FADİME KAYA

13.12.2008


Çalan bir telefon sesi…

Genç adamın gözlerinde mahmurluk. Kim acaba? Bu seher vaktinde! Nazı geçen birisi olacak.

Annesi; hayır çok oldu aramayalı, belki de hiç arayamayacak. Buruk bir üzüntü. Babası? Bu saatte! Zor.

Telefon hâlâ çalıyor. Kalkması lâzım. Belki de acil bir durum. Hayıflanarak telefonun olduğu odaya yöneldi. Telefon susmuştu. Öfkelendi kendisine. Biraz daha erken davranabilirdi.

Kimdi acaba? Bir daha bekledi telefonun çalmasını. Bir umut. Boş bir umut. Telefonda derin bir sükût. Gözlerini ovuşturarak telefonun ekranına baktı. Heyecanlandı. Ezbere bildiği bir numara. Geçmişe yansıyan bir isim. Çok yakın bir dostu. Uzun zamandır görüşmediğini hatırladı. Yakınlık içinde uzaklık kıskacı. Niye aramıştı acaba? Hem de seher vaktinde.

Sakin hareketlerle ekrandaki numarayı çevirdi. “Alo” diye bir ses. Geçmişten ferah bir esinti…

Seherde esen bir bahar yeli.

Hüznü bırak dosta götür beni.

-Alo…

Konuşma uzadıkça uzadı. Uzun bir suskunluğun sessiz çağlaması gibi aktı, aktı. Samimî dileklerle telefonu kapatırken gözleri saate kaydı. Bir saat. Yaklaşık bir saat geçmiş aradan.

Sessiz adımlarla giderek haki renkli bir koltuğa uzandı. Nelerde anlatmıştı dostu. Aklında kalanları resmigeçit yapıyor. Dostunun titreyen sesi hâlâ kulaklarında:

-Bir kızım var, dört yaşında. Bizi nasıl mutlu ediyor bilemezsin.

Mutluluk ve titreyen bir ses… Güçlü bir tezat. Kızım derken belirgin bir titreme almıştı dostunu. Sebebini düşündü. Tek çocuğu. Üstünde titriyor olacak.

Bu akşam mutlaka bekliyorum. Gelmemezlik gibi bir ihtimal sakın düşünme.

-Peki.

Uzun bir konuşmadan aklında kalan ikinci kırıntı.

Uzun zamandır düşünüyor. Boş gitmek olmaz. Küçük kıza da güzel bir hediye almalı. Zihninde bir çok şekil. Küçük kızı sevindirecek bir hediye. Oyuncak bir bebek: Çok basit, biraz daha anlamlı. Bir kolye? Donuk bir hediye, samimiyetten uzak. Off… Oda ammada basık. Bunaldığını hissetti. Temiz bir hava. Aradığını bulmuşçasına kapıya yöneldi. Temiz havayı ciğerlerinde hissediyor. Hâlâ aklında bir soru:

-Ne alsam acaba?

İki tarafı dükkânlarla çevrili yolda yürümeye başladı. Sadece ayakları yerde. Zihni hâlâ küçük kıza alacağı hediyede..

Saat, kurdele, toka, oyuncak yemek takımı…

Düşüncelerini küçük bir kız çocuğunun tatlı sesi böldü:

-Anne ne güzeller değil mi?

Küçük kız ayakkabılarını gösteriyordu. Kırmızı ayakkabılarını. Yeni alındıkları belliydi.

Kırmızı ayakkabılar… Küçük kız çocuğu... Aradığını bulmuşçasına gülümsedi. Bir çift kırmızı ayakkabı.

Bu niyetle birkaç mağazaya girdi. Sonunda aradığını buldu. Tam da küçük kıza göre. Lâleler gibi kırmızı. İçinde bir kıpırtı. Doyasıya koş küçük kız, doyasıya.

Akşama doğru hazırlandı. Paketi eline alarak yola çıktı. Aklına yine bir soru takıldı.

Beğenir mi acaba?

Biraz sonra evi gördü. Dört sene olmuştu gelmeyeli. Kapıyı çaldığında bir ürperti sardı. Bilmediği bir ürperti. Hediye paketine baktı. Doğrusu iyi akıl etmişti. Bir tebessüm yayıldı dudaklarına.

Kapı gıcırtıyla açıldı. İşte karşısında samimî dostu. “Ooo kimler gelmiş” diyen içten bir ses. İki dost hasretle kucaklaştılar. İçeri girdiğinde paket hâlâ elindeydi.

Salona girince şok oldu. Başı döndü. Az kalsın yere yığılıyordu. Küçük kız karşısındaydı. Tekrar tekrar baktı. Küçük kız büyük masumiyetle tekerlekli sandalyenin üzerinde oturuyordu. Tekerli sandalye… Küçük kız... Kırmızı ayakkabılar… Gözleri nemlendi. Elindeki paket! Derin bir tezad.’ Doyasıya koş küçük kız, doyasıya. Ummadığı büyük bir inkıraz. Dostunun titreyen sesi kulaklarında çınladı.

-Bir kızım var, dört yaşında.

Belirgin bir titreyiş. Sebebini düşündü. Tek çocuğu. Üstünde titriyor olacak…

Küçük kıza baktı. Şaşkın gözlerle kendisini izliyordu. Garipsediği belliydi. Bir kaç adımda kızın yanına vardı. Sevgi dolu bir öpücük kondurdu yanaklarına. Sesini hüzün huzmesinden arındırarak sordu:

-Nasılsın şeker kız?

O akşam eve zamanında erken döndü. Buruk bir dost ziyareti. Anlamsız bir hediye paketi. Yanında ki pakete baktı.

Götürüp de geri getirdiği tek hediye…

MEHMET ALİ ERGENEKON

13.12.2008


Dörtlükler

Güneş doğup batmada hiç yorulmadı,

Ay kıskanıp aydınlığım az diye darılmadı,

Her biri görür vazifesini bihakkın,

Denizin suyunu yutup da yer yarılmadı.

Sanma ki zayi olacak her sayfa yaprak,

Kesif ve karanlıktır kusuru örter toprak,

Gençlik baharında idin amma ne fayda,

Ölümü ağlayarak değil gülerek karşıla bak,

Amellerin azında çoğunda değil fayda,

İşlediğin her fiilin, alınır elbet kayda,

Emri hak vaki olur bir gün, biter ömür

İhlâsla işlenmişse bir amel onda var fayda,

Şu iyiliği yaptım şuna buna koştum,

Çok da yoruldum takatsiz düştüm,

Desinler için işledinse bir çok amel,

Müflis tüccar oldun, neden şaştın

Dünya fani kimseye olmaz makar,

Dört elle sarılırsan ona seni yakar,

Bir lezzet tattırır on tokat atar,

Ölçüsüz olursa kalmaz gurur vakar

HASAN YEŞİLKAYA

13.12.2008


Bu ülkeye yazık etmesinler

2002 yılından önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan okumuş olduğu bir şiir yüzünden yargılandı ve mahkûm oldu.

Aldığı bu mahkûmiyet sonrası ‘muhtar bile seçilemez’ denilirken AKP genel başkanı olarak 2002 yılında seçime girdi ve partisi birinci parti oldu, ama başbakan olamadı. Ama hemen yerine ‘emanetçi’ olarak Abdullah Gül bir yıla yakın bir zaman başbakan olarak görev yaptı.

Sonra CHP’nin de desteği ile kanunda değişiklik yapılarak bu engel kalktı. O günleri bir hatırlayalım: Tek başına hükümet olmanın verdiği avantajı kullanarak Avrupa Birliği’ne tam üyelik için gece gündüz koşuyorlar, Avrupa Birliği’nin isteğiyle kanunlarımız uyumlu hale getiriliyor, insan haklarından, özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırmak için uğraşıyorlar vs. En önemlisi de Avrupa Birliği’ne verdikleri önem vs gibi, bir de sürekli ‘referansımız demokrasi’ diyorlar, bu görüntüden sonra sanki içeride ve dışarıda saygınlığımız artıyor, yeri gelince dayatmalara hayır diye biliyoruz, masaya yumruğumuzu vurabiliyoruz, hatta masadan bile kalkabiliyorduk.

Ama son zamanlarda ne olduysa, bu tablo tersine dönmeye başladı. Avrupa Birliği üyeliği bir anlamda rafa kalktı, insan hakları unutuldu, özgürlüklerin önündeki engeller hak getire. İktidar partisi artık yolsuzluklarla, rüşvetle anılır oldu. Haklarında yüzlerce dosya mecliste bekler hale geldi, ne oldu? İktidar artık uzun vadeli düşünemiyor, günü kurtarmaya çalışıyorlar. Peki bu duruma nasıl gelindi? Kraldan çok kralcı oldular da onun için... Kemalistlerden çok, Kemalist oldular, laiklerden çok laikçi oldular, güya takiyye yaptılar ama hiç kimse inanmadı.

İktidar partisi gerçekleri görsün, bu ülkeye yazık etmesinler. Çünkü hepimiz bu geminin içindeyiz.

ADNAN KARAARSLAN

MAiNZ-ALMANYA

13.12.2008


Trenler arkadaşım oldu

Evet mübarek Kurban Bayramını idrak ettik. Ama maalesef ben yine okul yollarında trenlerde iki şehir (Charles Dickens’in “İki Şehrin Hikâyesi” gibi) arasında mekik dokuyorum.

Hava buz gibi, -4 derece. Üşümemek için başörtümüze, kaşkolumuza ve pardösümüze sarıldık düştük yollara. Bursa’da evimizde bayramı yapmak vardı ama kısmet değilmiş.

İki bayramdır arkadaşlarıma çikolata alıp sınıfta dağıtıyorum. Onlar için değişik bir durum. Bazen grup olarak ders çalışırken, kendimle birlikte diğer iki arkadaşa da kahve alıyorum. Şok oluyorlar. Alışmamışlar öyle ‘ikram kültürü’ yok buralarda. Bir şekilde hem İslâm adetlerini hem Türkiye geleneklerini tanıtmamız gerekiyor. Bir bardak kahve bir YTL’ye karşılık geliyor. Sınıfımızda iki başörtülü Müslüman öğrenciyiz. Diğer başörtülü arkadaşım; Fas’lı, çok çalışkan bir kız. Bir de Norveçli kız arkadaş var, o da çok çalışkan. Bizim başarılı olmamız elbette ‘temsil’ adına harika bir olay. Hollandalı arkadaşlar bize hayret ediyorlar; “Bu yüksek notları nasıl alıyorsunuz, bizim dilimizi sonradan öğrendiniz ama bizden iyi not alıyorsunuz?” diyerek. Grubumuzda bir de melez bir arkadaş var, babası İtalyan annesi Hollandalı.

Yirmi İkinci Söz’de Üstad Hz.’leri Peygamberimizin mû'cizelerinden bahsederken mealen: “Demiri de onun için yumuşattık” (10. âyet) ve “Erimiş bakırı ona sel gibi akıttık” (12. âyet) âyetleri işaret ediyorlar ki, telyîn-i hadid en büyük bir nimet-i İlâhiyedir ki, büyük bir peygamberinin fazlını onunla gösteriyor.

Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisân-ı işaretiyle mânen diyor: “Ey benîâdem! Evâmir-i teklifiyeme itaat eden bir abdimin lisânına ve kalbine öyle bir hikmet verdim ki, her şeyi kemâl-i vuzuh ile fasledip hakikatini gösteriyor. Ve eline de öyle bir san’at verdim ki, elinde, balmumu gibi, demiri her şekle çevirir. Halîfelik ve padişahlığına mühim kuvvet elde eder. Mâdem bu mümkündür, veriliyor; hem, ehemmiyetlidir. Hem, hayat-ı ictimâiyenizde ona çok muhtaçsınız. Siz de evâmir-i tekviniyeme itaat etseniz, o hikmet ve o san’at, size de verilebilir; mürûr-u zamanla yetişir ve yanaşabilirsiniz.”

Ayrıca Sünûhat’ta Üstad; “Demir madeninin Avrupa’da çok olduğunu, ihtiyaç san'ata ve merak ilme ve sıkıntı vesait-i sefahete hocalık edip talime başlarlar” diyor.

Avrupa gerçekten çok çalıştı, ivazsız-garazsız. Muvaffak da oldular. Hatta millî gelirlerinin bir kısmını (% 2,5) fakir, az gelişmiş ülkelere değişik şekillerde yardım olarak göndermeye çalıştılar. Bunların içinde en cömerdi de Hollanda’dır. Fakat bazı toplu katliâmlara göz yumdular. (Bosna-Hersek’te, Ruanda’da ve Somali’de.)Yani zülme rıza gösterdiler. Arkasından da büyük küresel krizler akın etmeye başladı. ABD’de büyük otomobil devleri krizin atlatılması için kiliselerde Allah’a yalvarmaya başladılar. Krizden en büyük zararı gören İzlanda’da fok balıklarının kafalarına çekiçlerle, sopalarla vura vura öldürülüyordu. Deniz kan gölüne dönmüştü. Belçikalılar 20. yy. başında 30 milyon nüfuslu Kongo’yu 13 milyona nasıl düşürdüklerini, Fransızlar, Cezayir’de yaptıkları katliâmları ve İngilizlerin; Ortadoğu’da, Hindistan’da ve Avustralya’da (Aborjinlere) yaptıkları unutulmadı, tarihin tozlu sayfalarında yerini koruyor.

Batılılar ister istemez İslâmın tevhid inancına gelecekler, çoğu da gelmeye başladı. Elhamdülillah, Risâle-i Nurlar harikulâde ve müthiş bir şekilde kabul görmeye başladı. Evet, Müslüman İsevilerin sayısı çığ gibi büyüyor. Evet doğum vakti ve sancıları yaklaştı.

"Ümitvar olunuz! Şu istikbal inkilâbatı içinde en gür seda İslâmın sedadı olacaktır” müjdesi tecelli etmek üzere...

H. KÜBRA AKDEMİR

13.12.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır