İlâhî çağrı: Ezan
Bir evin damından seslendi Bilâl, bütün cihana…
Allahü ekber, Allahü ekber.
Eşhedü en lâ ilâhe illallah,
Eşhedü en lâ ilâhe illallah.
Eşhedü enne Muhammede’r-Resûlullah,
Eşhedü enne Muhammede’r-Resûlullah.
Yani Allah’ın büyüklüğünü, O’ndan başka ilâh, O’ndan başka ibadete lâyık Rab olamayacağını; Hz. Muhammed’in (asm), Allah’ın Resûlü olduğunu ilân etti kâinata Medine semalarından.
Ezanla, insanları İslâm’a ve namaza çağırdı Bilâl…
Dalga dalga yayıldı bu ses semâvâta, zemine…
Dâveti duyan Muhammed (asm) sevdalısı gönüller, koştular Nebî-i Zîşan’ın kutlu mescidine.
***
Cefalı Mekke günlerinden sonra, safalı Medine döneminin başlamasıyla, cemaat ruhu teşekkül eder oldu sahabelerde.
Medine’de Mescid-i Nebevî’nin inşaatı tamamlandı. Müslümanlar bir araya gelerek, cemaatle namaz kılmaya başladılar. Onları mescide çağırmak, daha doğrusu; vakti geldiğinde namaz kılmaya dâvet etmek için bir yol bulunmalıydı. Gerçi, sokaklarda “Es-salâh, es-salâh” ve benzeri şekillerde bağrışılsa da bu yeterli olmuyordu.
Sevgili Resûl’ün buna, arkadaşlarıyla bir usul aradığı sırada Abdullah b. Zeyd b. Sa’lebe ve Hz. Ömer’in (ra) aynı şekilde gördükleri rüya, hüsn-ü kabule mazhar olarak, düşünülen en güzel davet şekli oldu.
Namaz Mekke döneminde farz kılındığı hâlde, Peygamberimizin Medine’ye gelişine kadar namaz vakitlerini bildirecek bir vasıta düşünülmemiş, belki de cemaatle kılınmadığı için buna ihtiyaç duyulmamıştı.
Yıl, hicrî altı yüz yirmi üç. Hicretin birinci yılı.
Peygamber Efendimiz (asm), Habeşli Bilâl’e “oku” buyurdular.
Bilâl, Neccaroğullarından bir kadına ait yüksekçe bir evin damına çıkarak Müslümanlığın bir nişanı, alemi hâline gelen ezanı okudu; “Hayye ales-salâh”la insanları Allah’a ibadet etmeye yani namaza davet ederken, “Hayye alel felâh”la da; kurtuluşa, selâmete, ahiret mutluluğuna çağırdı bütün beşeri.
Haydi salâha, haydi felâha…
Dünya durdukça durarak Cenâb-ı Hakk’ın tevhidini ve Resûlünün risâletini bütün kâinata ilân edecek olan ezan, semâvâtta yankılandı Hz. Bilâl’in yanık sesiyle…
***
Gerçek kurtuluşun ancak namazla olabileceğini ilân eden ezan, Şeâir-i İslâmiye’dir, yani bütün Müslümanları ilgilendiren ve hepsinin hissedar olduğu bir meseledir. Dinî hükmü “müekked sünnet” olmakla birlikte, bir bölgede hiç okunmamasına karşı dinen vebal bulunduğu için, “vâcip” veya “farz-ı kifaye” ağırlığında olduğu kabul edilmektedir. Böyle olunca “İslâm’ın alemi, açık bir işareti olan ezanın faydası, yalnız namaz vakitlerini bildirmektir” denilmez ve öyle düşünmek hatadır. Belki bu faydalar ezanın hikmetlerinden biri olabilir.
“Meselâ, biri dese, ‘Ezanın hikmeti, Müslümanları namaza çağırmaktır. Şu hâlde bir tüfek atmak kâfidir.’ Halbuki, o divane bilmez ki, binler maslahat-ı ezâniye (ezanın faydaları) içinde o bir maslahattır. Tüfek sesi o maslahatı verse, acaba nev-i beşer namına, yahut o şehir ahâlisi namına, hilkat-i kâinatın (kainatın yaratılışının) netice-i uzmâsı (en büyük neticesi) ve nev-i beşerin netice-i hilkati olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlâhiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak?”1
Ezanda büyük bir sevap var. Bununla ilgili olarak Peygamber Efendimiz (asm) “İnsanlar eğer ezan okumak ile birinci safın üstünlüğünü bilselerdi, sonra bunları yapma imkânı bulamasalar aralarında kura çekerlerdi”2 buyurmuştur.
Peygamberimiz (asm) “Ezanı işittiğiniz zaman, müezzine icabet edin”3 buyurmaktadır. Yani müezzinle beraber ezanın lâhutî sözlerini tekrarlayın diyor Peygamber Efendimiz (asm). Ezan bittiği zaman da “vesile” duâsını okumak sünnettir.
“Ezan sesini işitince vesile duâsını okuyan hiçbir kimse yoktur ki, kıyamet günü bana, onun için şefaat etmek vâcip olmasın”4 buyuran Hz. Peygamberimiz (asm), bize, büyük bir ümidin daha kapısını aralamaktadır. Bir başka hadis-i şeriflerinde ise: “Ezan ve kamet arasında yapılan duâ reddolunmaz”5 buyurmaktadır.
Eh, davet Ondan; icabet, Ona tâbî olanlardan…
Dipnotlar:
1- Said Nursî, Mektubat, s.317. 2- Prof Vehbe Zuhaylî, İslâm Fıkhı Ansiklopedisi 1 :416. (Buhari, Mülim) 3- Buharî, Ezan,7. 4- İbni Mace, Ezan,4. 5- Tirmizî, Taharet,158.
|