"Gerçekten" haber verir 21 Ocak 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Ne Encümen’i ya, burası cumhuriyet!

Laf şöyle:

“Encümen-i Dâniş, Osmanlı’da da vardı.”

Olur paşam.

Siz Osmanlı mısınız?

Yasak bir unvan olan “Paşa”yı, sivil ve asker hep birlikte kullanmaya bayıldığınıza göre, öyle olmalısınız.

Aristokratik üstünlüklere, imtiyazlara, zümre egemenliklerine hep birlikte çok önem verdiğiniz için...

Birçoğunuz içinden çıktığı halde, ahaliyi cahil, geri ve çoğu zaman aşağı görmeye meyilli olabildiğiniz için “Saraylı” olmalısınız.

Ama bize durmadan parmağınızı sallayıp “Cumhuriyet” deyip duruyorsunuz.

En sıradan okul kitabının dahi mecburen “Halkın halk için halk tarafından” diye geveleyerek tarif ettiği bir idealin en hakiki, en kararlı, en büyük temsilcisi ve hamisi oluyorsunuz.

Bir elinizde “Sultanlık unvan ve kurumları”; bir elinizle Cumhuriyet adına istediğinizi tokatlıyorsunuz.

Cumhuriyette (ve demokraside), yani en azından bunların insanı insanlığına kavuşturma ideallerinde, böyle “üstün sınıf” raconu var mı?

Yoksa niye kesiyorsunuz?

Akademik, askeri, diplomatik, bürokratik, sermayedar kariyerleriniz, başarılarınız, hizmetleriniz olabilir. Teşekkür ederiz.

Ama ulaştığınız her mertebe, sadece, sizin sandığınız gibi zatıâlilerinizin milleti şereflendirmesi değil, milyonlarca başka çocuğun yoksulluğu, yoksunluğu pahasına, milletin ve ona ait olması gereken devletin, çoğunuzu iyi okutup yetiştirip büyütüp imkânlara, makamlara kavuşturarak şereflendirmesidir.

Edindiğiniz tecrübelerle kitap hazırlamak, siyaset yapmak, makale yazmak, sivil toplum örgütünde çalışmak, muhabbet etmek başka; kendinizi herkesin, her kurumun üstünde “devletin sahibi, milletin efendisi, ahalinin ağası” sayıp “tepeden bakarak” akıl vermek, “uyarı” yapmak başka bir şey.

“Osmanlı’nın Encümen-i Dâniş’i” tarih, edebiyat, sanat, bilim üstüne bir “İlimler Akademisi” diye tasarlanmıştı.

10 küsur yıllık ömrüne hiç olmazsa cilt cilt şunu sıkıştırdı: Tarih-i Cevdet.

Sizden de “faydalı eserler” bekler artık bu bahtı kara millet.

Hiç merak ettiniz mi: Milyonlarca insan ömür boyu sizden emir almak istiyor mu, istemiyor mu!

***

Genel insan hakları

Genelkurmay geçen hafta “Ergenekon” vesilesiyle önemli bir “hukuk uyarısı” yaptı.

İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak dedi ki:

“Temel insan hakları, Anayasa’nın 38’inci maddesinde yer alan ‘Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimsenin suçlu sayılamayacağı’ hükmü...

Masumiyet karinesi...

Adil yargılanma hakkı gibi...

En temel hukuk ilkelerinin ihlal edildiği görülmektedir.”

Buna katılıyorum. Bizzat yargı, Emniyet ve çokça medya bu ilkeleri ihlal ediyor.

Ama ben de Tuğgeneral Gürak ve Genelkurmay’a soruyorum:

“Temel insan hakları”na ve “en temel hukuk ilkeleri”ne çok hassasiyet varsa, Silahlı Kuvvetler içinde bunlar neden “hep ihlal” ediliyor.

Askeri Şûra’nın yargısız kararları bir yana...

Her gün on binlerce “alttaki asker”in, “üst” iki dudak arasında, çoğu zaman keyfi biçimde, “adil yargılama hakkı” olmaksızın günlerce oda ve göz hapislerine mahkûm edilebilmesi, ailesinden koparılması, farklı “sindirme cezaları”na maruz kalabilmesi, işlerini yaparken maddi, manevi çok sayıda “haksızlığa” uğraması, ömürleri boyunca ikinci sınıf muameleye mahkûm olması, “temel insan hakları”nın kolayca ihlal edilebilmesi, kişiliklerinin ve haysiyetlerinin hırpalanması nedir?

Anayasa’nın bir nevi epeyce çiğnenmesi değil midir!

Artık, “Silahlı kuvvet”in başka temel hak, Anayasa maddesişeyleri kolayca çiğneyebilmesinden bahsetmiyorum bile.

Sabah, 20.1.2009

Umur Talu

21.01.2009


Keser döner, sap döner...

Atalarımızın, çok değerli bulduğum, bir deyişi vardır.

“Keser döner /Sap döner/Gün gelir/Hesap döner”, demişler. Ne kadar doğru. Zaten, kültür tarihimizi kurcalarsanız, buna benzer çok deyiş bulursunuz. Burada kastedilen şey; koşullar değiştiği zaman, “farklı” şeylerin yaşanabileceği ve insanların, ayaklarını buna göre, denk almaları gerektiğidir.

İstanbul Üniversitesi’nin; Sayın Necdet Sezer tarafından, görevinden alınan, eski rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun; Ergenekon davasıyla ilgili olarak, gözaltına alınması dolayısıyla yazdığım bir yazıya da, aynı başlığı atmıştım.

Şimdi, YÖK eski Başkanı, Kemal Gürüz’ün; pazar günkü Hürriyet Gazetesi’nde, Ahmet Hakan’a ve Milliyet Gazetesi’nde, Fikret Bila’ya; verdiği beyanatlarla ilgili anımsadığım, bazı olaylar, böyle bir başlık atmama neden oluyor. Aslında; “düşene vurmama”, gibi bir ilkem vardır.

Zaten, biri düşmeye görsün; eskiden onu yere göğe sığdıramayanlar, öyle bir karalamaya girişiyorlar ki; eskiden eleştirenlere, söyleyecek söz kalmıyor. Sayın Alemdaroğlu, rektörlükten alındığı zaman; kendileriyle ilgili, hiçbir şey yazmamış ve yukarda dile getirdiğim ilkemi, dile getirmiştim. Fakat, Ergenekon tutuklaması sonrasında ve ondan da önce; Kocaeli Üniversitesi’nde yapılan, bir “Genç Bakış” toplantısında, öyle şeyler söyledi ki; kulaklarıma inanamadım ve bu konuda, bir şeyler yazmam gerektiğini düşündüm.

Kimileri, “toplumların unutkanlığına”, çok güveniyor. Evet, toplumlar çok unutkandır ama; “söz uçar, yazı kalır”... Ben bu yazıları, “kalsın” diye yazıyorum.

Mensubu olmaktan gurur duyduğum; İstanbul Üniversitesi, Uluslar arası İlişkiler Bölümü; Fakültenin, 1936’da kurulduğu günden itibaren var olan, “Siyasi İlimler Disiplini”nin, 2547 sayılı yasayla birlikte oluşturan, bölümüydü.

Kanun koyucu; her üniversitedeki, “İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültelerine”, yedi bölüm kurarken, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi için, bir istisna tanımış ve İşletme bölümü, İÜ İşletme Fakültesi’ne; Kamu Yönetimi bölümü, İÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne bırakmış ve diğer beş bölümü, (İktisat Maliye, Ekonometri, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri ve Uluslar arası ilişkiler), İktisat Fakültesi’ne bağlamıştı. Bu konudaki, çok değerli katkı ve çabalarından ötürü; Sayın İmren Aykut ve N.Torumtay’ı anmamak, vefasızlık olur).

Daha sonraki yıllarda, İÜ Siyasal Bilimler Fakültesi’ne, Uluslar arası İlişkiler, Maliye ve İşletme bölümleri açıldı. Sayın Alemdaroğlu’nun rektörlüğü sırasında; bir üniversite Senatosu toplantısında, yazılı gündemdeki maddeler görüşüldükten ve insanların yerlerinden kalktıkları sırada; “Bir dakika”, deniliyor ve gündem dışı bir biçimde ve yasada, “Aynı fakültede, aynı adı taşıyan iki bölüm olmaz”, ifadesi; “aynı üniversitede, aynı adı taşıyan iki bölüm olmaz...”, diye okunarak, bizim bölümün kapatılması önerisi, ortaya atılıyor.

Ve insanlar, oy bile veremeden; bölüm, SBF’deki bölüme katılıyor. Bırakın aynı adı taşıyan bölümü; İstanbul Üniversitesi’nde, aynı adı taşıyan, iki fakülte var ve bu tip fakültelerinde; aynı adı taşıyan, sayısız bölüm var. Ama bunu dile getirdiğinizde, “O başka...”, diyorlar. Neyse; her yıl, 100 yabancı ve 100 öğrenci alan; iki yüksek lisans ve bir doktora programı olan, 1000 öğrencili, 21 öğretim üyeli bir bölüm, 10 dakika içinde kapatıldı. Bölüm kapatıldıktan ve bu iş kesinleştikten bir hafta sonra Senato’da yeniden oylanmıştı...

Bir gün sonra; Ankara’da, YÖK’teydik. Başka bir nedenden ötürü, Sayın Gürüz’den randevu almıştık. Ama, bunu da dile getirebileceğimi düşünüyordum. Toplantıdan önce, konuyu açmak istedim. Kesin bir ifadeyle, “o konu bitti, kapandı”, yanıtını aldım. Bu karar, daha bir gün önce alınmıştı. Fakat, hemen o gün öğlenden sonra, YÖK’e fakslanmış ve YÖK yönetim kurulu da, onaylamıştı. (Böyle hız, görülmemiştir...)

Bunun nedenini sorduğumda; “SBF’deki öğretim üyesi sayısı, sizden fazlaymış”, demişlerdi. Oysaki; bizde, 21 öğretim üyesi; SBF’de, sadece 6 öğretim üyesi vardı. Yanlış bilgilendirildiğini söyleyen Sayın Alemdaroğlu, bir toplantıda; “bunu araştıracağım”, demişti ama; bir başka toplantıda, başkalarının duymayacağı bir biçimde, “Sen daha çok beklersin...”, demişti.

Ne diyelim, dünya kimselere kalmıyor. Ama bunu anlayana. İşin aslı, Kemal Alemdaroğlu’nun, bugün bile çözemediğim, kin ve nefreti idi. Kemal Gürüz de, o’na uyuyordu. Peki bu yaptıkları şey, “yasalara aykırı”, mıydı? Hayır, yasalara aykırı değildi. Fakat nasıl bir yasa olduğu, “sadece muhalefette iken anlaşılan” (!); 2547 sayılı yasa, ne denli “hukuka uygunsa”; yapılanlar da, o denli “hukuka uygun” ve adildi.

Adalet, şimdi “İki Kemal’lere”, lazım. Sayın Gürüz’e yapılanlara, inanın, yürekten üzüldüm. Bu işlemler, “yasaldı” ama, insana saygı duymayan, antidemokratik yasalara, uygundu. Ve bir zamanlar, o türden yasaların arkasına sığınanlar; şimdi, benzer yasaların, kurbanı oluyor. Ve “gözleri doluyor”... Atalarımız ne demiş, “... Gün gelir/ Hesap döner”...

Bugün, 20.1.2009

Toktamış Ateş

21.01.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır