"Gerçekten" haber verir 01 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

O da bir şey mi?

Gün boyu Japonya’dan Kanada’ya, Güney Afrika’dan Finlandiya’ya kadar dünya medyasını taradık. Başbakan Erdoğan’ın Davos’taki patlamasının küresel yankılarını ölçmek için.

Biriki istisna dışında tüm ülkelerin gazeteleri, ajansları, haber siteleri Erdoğan’ın çıkışını yansız, objektif ve dürüst biçimde kamuoylarına yansıttılar. O kadar ki İsrail basını bile ihtiyatlı, hatta çekingen bir çizgide durdu. Çünkü, Gazze trajedisinin vicdanlarda onulmaz bir yara açtığını onlar da görüyorlar.

Çünkü İsrail içindeki ve dışındaki Musevi topluluğunda da vicdan sahiplerinin Gazze operasyonuna İsrail’i yerden yere vuran suçlamalarla, yenilir yutulur gibi olmayan ifadelerle isyan ettiklerini onlar da biliyorlar. Birkaçını aktaralım. Fransa’da yaşayan Musevi yazar JeanMoise Braitberg, “Le Monde” gazetesinde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e hitaben bir açık mektup yayınladı. Şöyle diyor:

“Sayın İsrail Cumhurbaşkanı; size bu mektubu Nazi kurbanı Yahudiler’in anısına dikilen Yad Vashem anıtından 1943’te Treblinka toplama kampının gaz odasında can veren büyük dedem Moşe Brajtberg ile çeşitli toplama kamplarında öldürülmüş ailemin diğer üyelerinin adlarının silinmesine yardımcı olmanız için yazıyorum. Çünkü Gazze’de yaşananlar benim gözümde İsrail’in değerini sıfırladı. Sayın Cumhurbaşkanı; sadece tüm Yahudiler’i değil, Nazizm kurbanlarının anısını da temsil ettiği iddiasını taşıyan bir devleti yönetiyorsunuz. Ama İsrail’in bu iddiası benim için artık katlanılmaz hale geldi. Devletiniz Yad Vashem anıtında yakınlarımın adını koruyarak, ailemin anısını Siyonizm’in çelik telleri ardında hapsetmiş ve vicdansızlığının tutsağı yapmış oluyor. Lütfen silin o anıttan akrabalarımın adlarını...”

Yine Fransa’da yaşayan 86 yaşındaki Musevi kökenli akademisyon Andre Nouschi, İsrail’in Paris Büyükelçisi Daniel Shek’e bir mektup gönderdi. Buyurun ondan da birkaç cümle:

“ İsrail’in caniyane politikaları karşısında artık susmam mümkün değil. Yaptıklarınızın Hitler’in Avusturya’da, Çekoslovakya’da, Avrupa’nın diğer ülkelerinde yaptıklarından hiç farkı yok. O nasıl Milletler Cemiyeti’nin kararlarını hiçe saydıysa, siz de Birleşmiş Milletler’in kararlarına omuz silkip geçiyorsunuz. Kadınları, çocukları öldürüyorsunuz. Bana sakın roket saldırılarını, İntifada’yı gerekçe göstermeye kalkmayın; onlar gayrı meşru ve gayrı ahlaki bir sömürgeciliğin sonuçlarından başka bir şey değil. Yahudiler nasıl kendilerine bu kadar acı çektiren cellatları Hitler’i taklit edebilirler? Yöneticilerinizle Nazi Almanyası yöneticileri arasında hiçbir fark kalmadı. Yazıklar olsun İsrail. “

KİM TERÖRİST, KİM YURTSEVER?

Amerikan Yahudi Kongresi’nin eski Başkanı, akademisyen Henri Siegman ise iki hafta önce “London Review of Books”ta yayınladığı “Gerçekleri konuşmak” başlıklı yazısında bakın neler dedi:

“İsrail hükümeti Gazze saldırısına terör örgütü dediği Hamas’ın roket saldırılarının neden olduğuna dünyanın inanmasını istiyor. Siyonist hareket, Yahudi vatanı için mücadelesinde ne kadar terörist ise, Hamas da kendi vatan davasında o kadar terörist. 193040’larda Siyonist hareket partileri stratejik nedenlerle terör eylemlerine başvurdular. Tarihçi Benny Morris’e göre, sivilleri hedef alan ilk saldırıları Irgoun (Menahem Begin’in yönettiği ve 1940’larda Filistin’i kan gölüne çeviren silahlı örgüt) planlayıp uyguladı. Yahudiler ulusal davaları için sivilleri hedef alıp öldürünce yurtsever oluyorlar, Filistinliler aynı şeyi yapınca terörist sayılıyorlar! “

İsrailli tarihçi Ilan Pappe’nin yine “London Review of Books”ta yayınlanan “Gazze cezaevi” başlıklı makalesinden de bir bölüm aktaralım: “ İsrail, Gazze saldırısını terörle mücadelesinin bir parçası göstermeye kalkıyor. Oysa kendisi tüm uluslararası yasaları ve sözleşmeleri çiğniyor. Filistinliler’i ya İsrail devletinde ikinci sınıf yurttaşlık ya da Batı Şeria ve Gazze Şeridi açık hava cezaevlerinde mahkûmluk arasında tercih yapmaya zorluyor. Direnenleri mahkemeye bile çıkarmadan hapsediyor veya öldürüyor.”

Bu vicdanlı Museviler’in söylediklerinin, yazdıklarının yanında Erdoğan’ın en ağır sözleri bile diplomatik üslupla dile getirilmiş eleştiri olarak kalıyor. Zaten İsrail de o yüzden susmayı tercih ediyor.

Sabah, 31.1.2009

Erdal Şafak

01.02.2009


Gazze’den Davos’a

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının tavrını olumlu buluyor biz de taktir ediyoruz. Olması gerekeni yapmıştır. Bundan sonra yapılması gerekenler vardır. İsrail bağımlılığının hayırlı bir sonuç vermediği ortada. Mazlum Filistin halkının haklarını koruyacak bir ülke varsa bu da Türkiye’dir. Filistin Türkiye’nin manevi sorumluluğundadır. Orada sadece Müslümanlar değil, Hıristiyanlar, mazlum ve tarafsız kim varsa herkes, buna Yahudiler de dahildir. Çünkü Mescid-i Aksa, Kudüs sorunsalı orta yerde duruyor.

Bundan sonra yapılması gerekenleri sıralıyoruz.

* İsrail ile yapılmış anlaşmaların tamamı askıya alınmalı.

*Konya’daki tatbikatlara son verilmeli.

*Türkiye ile İsrail arasında işbirliği konuları bir yana bırakılmalı. Türkiye İsrail adına görüşmeler yapmaktan çekilmeli.

*Türkiye onların batıya açılan kapısı. Bu yolla işgal ettiği topraklardan çekilmesi sağlanmalı. İsrail normal sınırlara çekilir Filistin halkının haklarını iade eder ise normal bir devlet olarak ilişkiler sürdürülebilir. İsrail’in ise bunu yapmayacağı ortada.

(...)

*Filistin özellikle Gazze üzerindeki ambargo kaldırılmalı. Gıda, sıhhi malzeme ve yapılanma için gereken destek acilen sağlanmalı.

*İsrail ile doğrudan bağlantılı iş adamları ile yapılmış olan anlaşmalar iptal edilmeli. Sami Ofer gibi.

*Filistin halkı üzerine yağdırılacak herhangi bir bomba olursa bundan böyle asla hiçbir düzlemde görüşme yapılmamalı.

*Davos ile başlayan süreçten sonra geri adım atılmamalı.

*İsrailli yetkililer insan hakları mahkemesine şikâyet edilmeli ve yargılanmaları sağlanmalı.

Millî Gazete, 31.1.2009

Haydar Aksal

01.02.2009


Sühûletle

Medyada yer alan haber ve yorumlardan da anlaşıldığı gibi Başbakan’ın Davos’ta ortaya koyduğu tepki toplumda büyük bir kabul görüyor.

(...)

Davos olayına ilişkin yayınlarda hakim olan yorum “yeni bir tarihin yazıldığı” yönünde.

Demek ki, demek gerekiyor, medyasıyla onunla bununla toplumun böyle bir “tarihi rest”e “ ihtiyacı varmış. Bu davranışın niçin “tarihi rest” olarak nitelendirildiği sorgulanabilir tabii ki: Çünkü sonuç olarak ortada Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren (hani zamanında Kıbrıs’a ilişkin ABD’den postalanan “mektup” filan gibi) bir konu tartışılmıyordu Davos’ta. Sonuç olarak, üçte biri çocuklardan oluşan 1200’e yakın Gazzeli sivilin üzerlerine bomba yağdırılması vahşeti konuşuluyordu. Ama iş –nedense- dönüp dolaşıp Başbakan’ın şahsında Türkiye’nin sadece İsrail’e değil –bu kez Peres’i salonda alkışlayan dinleyicilerin şahsında- yedi düvele karşı kafa tutması olayına dönüşüverdi.

Başbakan’ın tepkisinin “parçalara ayırarak” değerlendirilmesine gelince:

Oturumun moderatörüne ilişkin değerlendirmelere katılmamak imkansız. En başta da Peres’e daha uzun bir sürenin tanınması tabii ki. İkinci olarak moderatörün bir başbakana konuşmasını kesmesi için eliyle dokunarak ikaz da bulunması gerçekten görülmüş bir şey değil. Hele söz konusu kişi bu gibi durumlarda “bedene dokunmanın” hiç mi hiç hoş karşılanmadığı bir ülkenin vatandaşı ise.

Ancak “moderatör”den söz ederken şunu eklemeyi de unutmayalım: Bazı gazetelerimizin dünkü sayılarında ve bazı televizyon ekranlarında bu Amerikalı gazeteciden “Ermeni asıllı moderatör” olarak söz edilerek kendisinin “ne mal olduğu”nun belirtilmeye çalışılması da içine düştüğümüz “politik pathos”un endişe verici önemli bir yönüne işaret etmektedir.

(...)

Başbakan’ın Davos’tan döndükten sonra İstanbul’da katıldığı bir açılışta yaptığı konuşmada konuya ilişkin sarf ettiği bazı sözleri de yerinde bulmadım. Mesela, Çanakkale Savaşı’ndan bahisle Atatürk’e ait olduğu söylenen o ünlü ve baştan sona yanlış sözü (“Size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum”) hatırlatarak böyle bir ecdada sahip olan bu millete ilişkin sıraladığı nitelikler. Oysa ne gereği var şimdi bunların. Siz “Size ölmeyi değil yaşamayı emrediyorum” diyen bir başbakan değil misiniz? Bu hatırlatmayı, fosfor bombaları altında can veren Gazzeli çocukları düşünerek de yapıyorum.

(...)

“Ermeni asıllı moderatör” ile birlikte “tarihi dersini” alan Peres hakkında da bir küçük hatırlatma yapacağım:

Tam hatırlamadığım için açıp baktım. Peres, Mahmut Abbas’la birlikte neredeyse bir yıl önce (13 Kasım 2007) Cumhurbaşkanı Gül’ün daveti üzerine TBMM’de konuşmamışlar mıydı? Üşenmezseniz açın bakın o gün Peres’in Türkiye hakkında neler dediklerine. Peres’in konuşmasında Cahit Sıtkı Tarancı’nın dizelerine yer verdiğini de hatırlıyorsunuzdur herhalde. İsrail Cumhurbaşkanı TBMM’deki sözlerini şöyle tamamlamıştı: “Türkiye, İsrail ve bütün bölge halkları arasındaki dostluk anlaşması çok yaşasın. Tanrı dostluğumuzu daim etsin.”

Bu da şaşırtıcı değil mi? Bir yıl önce TBMM’de şeref konuğu, bir yıl sonra Davos’ta “Sesin çok yüksek çıkıyor.”

Yeni Şafak, 31.1.2009

Kürşat Bumin

01.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır