"Gerçekten" haber verir 02 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

TSK devlet içinde devlet mi?

SIPRI (Stockholm International Peace Research Institute) adlı kuruluşun raporlarına göre Türkiye, satın alma paritesine göre yapılan sıralamada silahlanma harcamalarında dünyanın 14. ülkesi. İsrail ise 2008’de askerî harcamalar için 56 milyar şekel yani 13,5 milyar dolar ayırmış ki, bu rakam 2009 bütçesine çok yakın. İsrail’in kuruluşundan beri Türkiye-İsrail arasında istihbarat ve silahlanma alanlarında yoğun bir işbirliği olduğunu biliyoruz. Türkiye ile İsrail arasındaki askerî alışverişin boyutlarını ise bilmiyoruz. Ama asıl, Türkiye’de silahlanmaya ayrılan bütçe nedir, Türkiye’de silah sektörü kimlerin elindedir, Türkiye’nin hangi tür silahlara ihtiyacı olduğuna kimler ve nasıl karar verirler, kimler nereden ne tür alımlar yaparlar, aracılık yapan kurumlar hangileridir, nasıl lobi yaparlar, kaç lira komisyon alırlar gibi konuları bilmiyoruz. Çünkü bu konular bir çeşit devlet sırrıdır ve üzerinde konuşmak büyük bir tabudur. Üstelik konuyu tabu haline getirenler sadece askerler değil siviller de.

ASKER-SİVİL MAAŞLARI FARKLI

Bildiğimiz bazı şeyler elbette var. Örneğin 2009 yılı Milli Savunma Bakanlığı (MSB) bütçesi 2008’e göre yüzde 9,1’lik artış göstererek yaklaşık 14,532 milyar TL’ye bağlandı.

Bütçe görüşmeleri yapılırken, Savunma Bakanı Vecdi Gönül, kameraların salondan çıktığını sanmış ve müşteşarı Korgeneral Ahmet Turmuş’un kulağına eğilerek “... Güneydoğu’da bir operasyon göstersek bütçeyi çoktan kurtarırız” demişti. CHP Muğla Milletvekili Ali Aslan da gayet yerinde bir şekilde “Bütçeyi şişirmek için kaç hayalî operasyon yaptınız? Gönül’ün bu sözleri, bölücü terör örgütünün neden bir türlü bitirilemediğinin kanıtı mıdır?” diye sormuştu. Elbette bakan sözlerini inkâr etmiş, savunma bakanlığı bütçesi kabul edilmiş, konu da kapanıp gitmişti. Bu bütçenin 6 milyar 175 milyon TL’si personel gideri. Ancak Adalet veya Sağlık Bakanlığı’nın personel harcamalarının çok üstünde olan bu harcamaların nasıl dağıldığını bilmiyoruz çünkü 28 Şubat 1997 müdahalesinden beri valilerin, müsteşarların, genel müdürlerin, profesörlerin maaşları komuoyuna açıklanırken subayların maaşları, ek ödemeleri ve tazminatları karşılaştırmalı tablolarda yer almıyor. MSB bütçesinin 7 milyar 324 milyon TL’si ise “mal ve hizmet alımları” gideri. Ancak miktarını hiçbir zaman öğrenemediğimiz bütçe dışı kaynaklarla birlikte “mal ve hizmet alımı” diye tabir edilen silah, teçhizat ve askerî teknoloji alımları için ne kadar harcandığını bilmiyoruz.

BÜTÇE DIŞI FONLAR

Bütçe dışı kaynaklardan en önemlisi 1989’da oluşturulan Savunma Sanayii Destekleme Fonu (SSDF) Fonun gelirleri, gelir ve kurumlar vergisi, at yarışları, hafif ateşli silahlar, akaryakıt, alkol ve tütün mamülleri ile tüm şans oyunlarından elde edilen gelirlerin bir kısmından kesilen paralardan oluşuyor.

Öte yandan, yine miktarını tam olarak bilemediğimiz NATO fonları var.

Türkiye’nin silahlanma harcamaları 1985’te kuruluş bir devlet tekeli olan Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM) tarafından yapılıyor. Neyin tedarik edileceğine karar veren ise Savunma Sanayii İcra Komitesi. Komite, başbakanın başkanlığında, Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanının iştirakiyle oluşuyor. Görevi kuvvet komutanlıklarınca tespit edilen, genelkurmay Başkanlığı tarafından uygun bulunan “Stratejik Hedef Planı” doğrultusunda temin edilecek silah, araç ve gereçlerin tedarikine ilişkin kararları almak. Stratejik Hedef Planı en son 2002 yılında açıklanmıştı. SSM’nin arama motorundaki detaylı harcama bilgileri de 2002 senesinde durmakta.

TSK ‘DEVLET

İÇİNDE DEVLET’ Mİ?

Peki, konuyu kamuoyu tartışmıyor da Meclis tartışabilir mu dersiniz? Hayır, bu konuda Meclis’te de hiçbir tartışma olmaz. Peki, tartışılmıyor da denetleniyor mu dersiniz, cevabımız yine “maalesef hayır’ olacak. Çünkü 12 Mart 1971 askerî müdahalesi sonrasında Sayıştay Kanunu’nda yapılan değişikliklerle ordunun elindeki mallar ve bundan doğan tasarruflar, Sayıştay denetiminden çıkarıldı, ordunun iç denetimine bırakıldı. 1985’te bir adım daha atıldı, askerî alımlar ve bunların sözleşmeleri de denetim dışına çıkarıldı. Ardından bir adım daha atıldı ve askerî kadrolar üzerindeki Sayıştay denitimi adeta sona erdirildi. Yani 40 yıldır, Silahlı Kuvvetler’in her türlü malı, harcamaları, tasarrufları sivil, hukuki ve siyasi denetimin dışında. Buna bir de Genelkurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı olmamasını eklersek tablo tamamlanıyor. Bugün TSK tamamen özerk bir yapıda. Yani ülkede resmen iki başlı bir idare var.

AB’Yİ SEVMEK KOLAY MI?

Bu statüyü değiştiren az sayıda ve sınırlı çapta adım, Avrupa Birliği sayesinde atılabildiği ancak uygulama şansı bulamadı. Örneğin Sayıştay Kanunu’na 2003 yılında eklenen 12. madde ile TBMM Başkanlığı’nın talebi üzerine Sayıştay denetçilerinin, askerî karargâhlarda, o da belirli bir konu ile sınırlı olmak üzere denetim yapmalarının önü açılmıştı. Ama aynı yasanın 38. maddesine dayanılarak 1969’da TSK İç Yönetmeliği’ne konulan bir madde yüzünden bu değişiklik uygulanamadı. AB’nin ihalelerde şart koştuğu kurallara TSK uymak zorunda değil. Son olarak, AB’ye sunulan Üçüncü Ulusal Program’daki taahhütler yüzünden, 27 Temmuz 2008 tarihinde Sayıştay Genel Kurulu’nda alınan kararla Meclis’in talimat vermesi halinde bugüne kadar olan harcamaları da Savunma Sanayii Fonu’ndan yapılmış olmasına rağmen bütçeden yapılmış harcamalar gibi denetlenebileceği söylendi ancak Meclis’in talimat vermesi gibi bir mucize gerçekleşse bile bu denetimde ‘örtülü ödenek’ hariç tutulacaktı.

Vecdi Gönül bu ‘örtülü ödenek’ meselesini “Başbakanlık’la Genelkurmay arasında bir mesele” olarak tarif etmişti. Dolayısıyla biz sıradan halka veya onun temsilcilerine söz düşmezdi. Bu tür sorunları ortadan kaldırmak için, mevcut Sayıştay Kanunu’nun yerine hazırlanan yeni kanun taslağı, iktidar ve muhalefet arasındaki çatışmalar yüzünden 2005 yılından beri komisyonlarda bekletiliyor, daha da bekleyeceğe benziyor.

Taraf, 1.2.2009

Ayşe Hür

02.02.2009


İkiyüzlülüğün dobralığı, dobralığın ikiyüzlülüğü

1. Ezilmişler, ezilenler, dışlananlar, aşağılananlar, daha güçlüler karşısında hırpalananlar çoğu zaman “Tam yerinde bir ses, bir tavır” ihtiyacı duyar. Davos’ta onlar için öyle bir ses çıktı. Ama güçlülerin başkalarını hakir görmesi, ezmesi, aşağılaması, kırması karşısında pek gık çıkarmamış, onlarla kankalık etmiş, uluslararası güçlerin, bölgesel güçlerin, silahlı güçlerin, mali güçlerin “kabalığı” karşısında tek laf etmemiş olanlar “karşı ses”i “kaba” görmekte birbiriyle yarışır.

2. Saddam (Batı’nın verdiği kimyasallarla) Kürtleri yaktığında da... Ezici ABD ordusuna siperde direnmeye çalışırken ölen çıplak ayaklı Iraklı askerle dalga geçişlerinde de...

Felluce katliamında da...

Gazze’yi açlığa mahkûm eden ablukadaki halkın güçlü bir ordu tarafından katledilmesinde de...

Bir okula sığınmış onca insanın savaş ve insanlık suçunun dik alasıyla öldürülmesinde herhangi bir “kabalık” göremeyenler, isyan eden herkesi “terörist” görmekte, isyan eden her sesi “kabalık” saymakta telaşla koşuşur.

3. İnsanların, sınıf, statü, rütbe, eğitim seviyesi, gelir düzeyi veya herhangi bir nedenle aşağılanmasında çoğu zaman hiçbir anormallik görmeyenler... Daha beteri, kimi güçlüler karşısında boyun eğmeyi kendi hayatlarında normalleştirenler...

Gerektiği her zaman her krala “çıplak” diyemeyenler, oportünizmi, ikiyüzlülüğü “diplomasi” diye yutturmaya üşüşür.

4. Hak ile haksızlık, tahakküm ile adalet, gücün şımarıklığı ile buna öfke arasında ne ayrım, ne muhakeme yapanlar...

“Türkiye ABD’nin istediği tezkereyi geçirmezse ABD ekonomimizi batırır...” diye zırlayanlar... “Türkiye Yahudi lobisini küstürünce başımıza dert alırız...” diye hayıflananlar... Üstelik çoğu zaman da bize “bayrak ve milliyetçilik” satanlar...

Ülkelerinin insanlara yaptıkları gibi dünyayı da birinci sınıf ile ikinci, üçüncü sınıf halklar diye bölenler, kendilerini zor tutar... İsrail’in insanlık suçlarını eleştiren Yahudiler, Batı’nın çifte standartlarına isyan eden Batılılar kadar bile olamaz; kompleksli bir ikiyüzlülüğün dobralığını üstümüze kusar!

DİĞER YÜZ

Dobralığın ikiyüzü ise şöyle bir şeydir:

1. “Kral çıplak” demek de, gerektiğinde kim olduğuna ve karşındakinin kim olduğuna asla bakmadan isyan edebilmek, doğruyu haykırabilmek, milyonlarca insanın bastırılmış sesine ses olabilmek, rest çekebilmek... iyidir.

Lakin aynı sesi kendi ülkende ezilen insanlardan esirgediğin her an dobralığın ikinci yüzüdür.

Sesini ülkenin kimi güçleriyle veya kendi gücüne abanarak alttakilerin üstüne savurduğun her an dobralıkta ikiyüzlülüktür.

Gür sesini, kendi halinde yakınan insanları da azarlamakta kullanmak dobra dobra ikiyüzlülüktür.

2. Katile “katil” demek; öldürene “Öldürüyorsun” demek dobralıktır.

Ama birisi size de çıkıp “Öldürüyorsun” dediğinde, hiç düşünmeden, inkârlara koşmak da dobralığın ikiyüzlülüğüdür. Kendi topraklarındaki katliamlar karşısında tüylerinin ürpermesi bir yana, kılının kıpırdamadığı her an ikiyüzlülüktür.

3. “Siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz” diyebilmek dobralıktır, çok iyidir; ama “adam öldüren” İsrail silah sanayisine milyarlarca dolar aktarmak ikiyüzlülüktür.

“Adam öldüren” İsrail tanklarını beslemek üzere tank ihaleni İsrail’e vermek, hiçbir tavır almamak ikiyüzlülüktür. “Adam öldüren” İsrail uçaklarını Konya’dan uçurmak, ortak tatbikata girmek, bir gün İran’ı vurabilmek üzere bu topraklarda hâlâ antrenman yaptırmak ikiyüzlülüktür.

4. Dünyanın güçlülerine, Batı’nın güçlerine, lobilere meydan okumak “cesaret”tir. Ama “işgal edilmiş topraklar” işgal altında iken, o lobilerden, o güçlülerden, senin bugünkü “cesaret”ine “kepazelik” diyenlerden “Cesaret madalyası” alıp iade etmemek dobralığın ikiyüzlülüğüdür.

5. Diplomatik kıvırtmaları, oportünist yalakalıkları, devlet adamlığı kalıplarını kale almadan “insani tavır ve öfke” dobralıktır; iyidir. Ama bir önceki iktidara “Filistin katledilirken verdiğiniz askeri ihaleyi hemen iptal edin” dedikten sonra, şimdi “Bu işler kolay mı, burada devlet idare ediyoruz” demek, dobralığa sığamayacak kadar çok yüzlüdür.

6. Abluka altında, çaresiz, kendisi adına bir isyan bekleyen insanların oylarıyla da seçtiği bir örgütü İsrail veya Batı gibi “tamamen terörist saymamak”, muhatap kabul edilmesini isteyebilmek, kulak verebilmek, elini sıkabilmek önemlidir.

Ama kendi ülkende, seçilmiş insanları, “terörist örgütle bağlantılı” diye, asla muhatap almayacağını, el sıkmayacağını ilan etmek bir başka yüzdür.

Sabah, 1.2.2009

Umur Talu

02.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır