"Gerçekten" haber verir 04 Mart 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Görüş

İlk günkü heyecanı hâlâ duyuyorum

Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

1948 yılı Silifke doğumluyum. İlköğretim tahsilimi Silifke’de tamamladıktan sonra, ara sıra matbaa işlerinde çalıştım. 1970 yılında çalışmak için İstanbul’a gittim ve iş hayatına başladım. Emekli olduktan sonra şahsıma ait bağ-bahçe işleriyle meşgul oluyorum. Silifke’nin Taşucu beldesinde ikamet ediyorum.

Yeni Asya gazetesi ile ne zaman tanıştınız?

1970 yılında İstanbul’da birkaç ay çalıştıktan sonra bazı sebepler beni Yeni Asya matbaasında istihdam etti. Orada 1970 Eylül’ünde çalışmaya başladıktan sonra tanıştım. Ve aralıksız 15 yıl gazetemde matbaa ustası olarak görev yaptım. Emekli olduktan sonra da gazetemi sürekli okuyorum.

Sizi bu kadar uzun süre Yeni Asya’ya bağlayan sebepler nelerdir?

Bu benim elimde olan bir durum değil... Bu başka bir şey… Tarifi yok… Kendi irademin dışında benim Yeni Asya matbaasında çalışmam. Kaderin sevkiyle ve Üstadım Bediüzzaman Said Nursî’nin kerâmetiyle olduğunu gazetemi devamlı olarak okuduktan sonra anladım. Ve her sabah erkenden gazetemi almaya giderken ilk günkü heyecanımı hâlâ duyuyorum.

EMRE YÜKSEL/Silifke

04.03.2009


Risâle-i Nur’a ayna olan başka gazete yok

Yeni Asya gazetesi ile nerede ve ne zaman tanıştınız?

Babam vasıtasıyla tanıdım. O, Risâle-i Nur’la, 1960 yılında ‘Bediüzzaman Beşlemesi’nde geçtiği gibi istihbarat neticesinde tanışmış. O zaman köyün muhtarı idi. Bazı muhtarlara istihbârî görevler verilirmiş. Dolayısıyla babam görevlendiriliyor. Nurcuları tanımak amacıyla o zaman Müslüm Selçuk Abi ile tanışıyor. Matbaasına giderek diğer Nur Talebeleri ile tanışmaya başlıyor. Derslere katılıyor. Bakış açısı değiştiği gibi hayatının seyrinin değiştiğini ifade ediyor. Bunun içindir ki, biz hizmetlerden haberdardık. Aynı şekilde İttihad, daha sonra da Yeni Asya ve okuyucuları ile bağımız devam etti.

Sizi Yeni Asya’ya bağlayan esas sebepler nelerdir?

Yeni Asya’nın Nur mesleğinin topluma açık yayın organı olduğunu düşünüyorum ve öyle de kabul ediyorum. Adına, rengine, kokusuna, ilânlarına, satırlarındaki âhenge, yazı karakterlerine, yazarlarının görüşlerine kadar... Her gün fırından çıkan ekmek kadar bekliyoruz. Bir gün gazeteyi okumasak, o gün kendimizi boşlukta hissediyoruz. Bana ayrıca baba yadigârı…

Yeni Asya’yı benzerlerinden farklı kılan, önde gelen ayırt edici özellikleri nelerdir?

Risâle-i Nurları bütünüyle ele alarak yayın yapan başka bir yayın organı olmadığını düşünüyorum. Bu soru beni rahatsız etti doğrusu. Bu fikri taşıyan, Nurlara ayna olacak fikir bazında benzeri olan idealist ve duruşu dik olan yayın organı yok ki!

Yeni Asya’nın size ve ailenize kazandırdığı en önemli değerler neler olmuştur?

Benim kazancım maddî ve mânevîdir. Maddî noktada şöyle: Geçmişte kuvay-ı milliyeci, kabadayı tarzı bir aileden geliyoruz. Eserleri tanıyınca ailemizde içki yok, kumar yok, gayr-i meşrû bir hayat anlayışımız yok. Bundan dolayı da kârlıyız. Cehennem dahi ucuz değil artık! Ortalama maliyeti, aylık olarak 500 TL olduğunu düşünüyorum! Bu cihetle kârdayız.

Mânevî olarak; Yeni Asya siyasî, ictimâî, imanî meselelerde bizi takviye ediyor. Zamanın taşkınlıklarından, zafiyetlerinden, ahlâkî dejenerasyondan her gün bizi muhafaza ediyor. Biz ailemizdeki mânevî bağlılığı bir nev’î Yeni Asya ekolüne borçluyuz.

Yeni Asya ile ilgili yaşadığınız hatıraların en ilgincini bizimle paylaşır mısınız?

1-) Her ne kadar Yeni Asya okuyucusu olarak kerâmet hallerini beklemesek dahi, istihdam edildiğimize örnek teşkil edecek hayatımızda bizi hayretlere düşürecek örnekler yaşadık. Gazeteye daha fazla sarılmaya, kendimiz ve ailemiz için çok çok ihtiyacımız var.

1987 yılında İstanbul Haydarpaşa Devlet Hastanesinde vefat eden yeğenim Hamza’nın tedavisi için bulunuyorduk. Namaz kılmak için yer aradık. Gizli olarak bir soyunma odasında yer gösterdiler. Ben bu durumu hazmedemedim. Doktor ve hemşireler gizlice namaz kılıyorlardı. Cuma günü ‘Cumaya gidelim’ dediğimde doktorlar parmağı ağzına götürüyor, ‘İşimden olurum’ diyordu. Hastanede bulunduğum süre içerisinde Yeni Asya gazetesini doktor ve hemşirelere bıraktım. 2 ayda 35 kişi Yeni Asya gazetesi okuyordu. Yeni Asya kendini okutturuyordu. Biz sadece vazifemizi yapıp gerisine karışmıyorduk.

2-) Yine aynı hastanede kan ihtiyacımız oldu. Haydarpaşa’dan Çapa’daki Kan Merkezine gittik. Takas kan istiyorlardı, biz nereden şimdi kan bulacağız? Trabzon-İstanbul nasıl olacak diyorduk. Üzgündük. Dışarı çıktığımızda kan vermek üzere bekleyen bir yaşlı adam ve Kızılay Kan Merkezi görevlisi vardı. Kan ihtiyacımız olduğunu söylediğimizde, görevlinin yanındaki kişi ‘Ben sana kan vermek istiyorum’ dedi.

Kızılay görevlisi adama çıkışıyor ‘Kızılay’a kan vermek üzere geldin’ diye. ‘Ben cebindeki Yeni Asya hatırına kendisine kan vereceğim. Yeni Asya abonesi değilim, ama duruşundan dolayı çok beğeniyorum’ dedi. Kendisine teşekkür etmek için ikramda bulunmak istedimse de kabul etmedi. Daha sonra Zeytinburnu’nda esnaf olduğunu öğrendim.

3-) 1977 yılında Trabzon’un Of ilçesinde Kur’ân icazetine gittik. Tanışma faslında herkes bir aile ya da bir âlimimiz namı ile kendini tanıtıyordu. Din âlimleri çoktu. Ben ise yere oturmuştum. Elektrik-elektronik bölümünde okuyan bir arkadaşla gitmiştik. Arkadaş kendini tanıtırken Yeni Asya okuyucusuyum deyince Çakıroğlu ailesinden birisi Hocalara dönerek “Hocalarım, size saygım sonsuz, ancak Yeni Asya okuyucularını çok takdir eder, saygımı ve sevgimi gizleyemem. Onların hayranıyım” demesini unutamam.

KAHRAMAN ALPAK / Trabzon

04.03.2009


Evde tv seyretmek varken, bu soğukta derse mi gidilir!
Nur Talebelerinin bilinen en büyük özelliklerinden biri de, Risâle-i Nur sohbetleridir. Dost-düşman, muhalif-muvafık, herkes tarafından bilinir bu özellik. Nur Talebelerinin olmazsa olmaz olan bu hususiyeti, değil Türkiye’de, dünyanın bir çok yerinde, hemen hemen her gün devam ediyor.

Bu sohbetlere gelenler tarafından tesbit edilen değişik ve şimdiye kadar görülmeyen manzaralar, herkesi mest ediyor. Yeni ve ilk defa gelenlerin meraklı bakışları—ki, kırk sene kadar önce biz de yaşadık bu hâlleri—ile müdavimlerin mütebessim simaları, bu mekânların değişik bir yer olduğunun tercümanıdır zaten.

Bir çok defa arkadaşlarıma söylediğim sözlerden biri de şuydu:

“Kardeşim! Burası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Bu topluluk, bu mekân var ya, insana huzur veriyor.” Tabiî bunu söylediğim zaman, “İlim meclisleri cennet bahçesidir” mânâsındaki hadis-i şerifi bilmiyordum. O hadisi de okuyunca artık sözlerimizi daha bir mesnedli söyler olduk.

Bir de Barla Lâhikası’ndaki bir mektubu hatırlamakta fayda var. Bu çeşit ilim meclislerinin başka sâkinleri de olduğuna işaret eder Bediüzzaman:

“..Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenâb-ı Hakk’ın zîşuur çok mahlûkatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimâından (dinlemekten) çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemileriniz (dinleyicileriniz) çoktur. Hem mütefekkirâne o çeşit sohbet-i imaniye, zemin yüzünün bir manevî ziyneti ve medar-ı şerefi olduğuna işareten biri demiş: ‘Semâvât zemine gıpta eder ki, zeminde hâlisen lillâh sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber otururlar, kendi Sâ- ni-i Zülcelâlinin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü âsâr-ı san’atını birbirine göstererek Sânilerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.’” (Mektub No: 214)

Gerçekten de, bu fitne ve fesat asrında; nefis ve şeytan düşmanının, insanın, özellikle de Müslümanın yakasını hiç bırakmadığı günümüzde, iyi olmayan yollardan ve hallerden kurtulup da bu bahtiyar topluluğa dâhil olmak, bu sohbetlere iştirak etmek büyük bir şeref ve nimettir. Yıllardır bizim dem ve damarlarımıza işleyen bu hallerle hallenen bütün arkadaşlarımız da bunu bilip yaşıyorlar. Ondandır ki, birçok arkadaşımıza ben “ders kuşu” adını takmışımdır. Onlar, hani tâbiri caizse iki eli kanda da olsa, bu sohbetleri aksatmazlar; istisnaî bir hâl olmadığı müddetçe de devamlı iştirak ederler. Onlar bugünlerde evlerine pek kolay misafir kabul etmez, misafirliğe de gitmezler. Ya da misafirlerini de alıp gelirler.

Yine çoğu zaman arkadaşlarımızla konuştuğumuzda ifade ettiğimiz gibi; yani akşam eve yorgun gelmişsin, yemeği yedikten sonra, şöyle ayaklarını uzatıp, yanına da çerezini ve çayı koyup, keyifle TV seyretmek varken; sen onları bırak, kalkıp sohbete gel... Kolay bir şey mi? Hele bir de bu kış mevsiminde; soğukta, karda, buzda sohbete gitmek babayiğit işidir gerçekten.

Hani rahmetli Zübeyir Ağabeyden naklen anlatılan bir şey vardır: Normal bir insanın yataktan çıkamayacağı kadar ağır hasta olduğu zamanlarda bile, umumî sohbetlerin yapıldığı mekânın kapısına kadar gelir, zili çalar, kapıyı açana: “Selâmun aleyküm! Kardeşim, ben çok hastayım, geldim ama duramayacağım” deyip tekrar dönüp gidermiş. Bu fevkalâde bir şey. Bunu hangi insan yapabilir ki? Ama yapılan şeye dikkat ediniz: Derse verdiği ehemmiyeti de düşününüz. Basit bir şey değildir bu.

Bir de üzüldüğümüz birşey var, o da şu: Ders müdâvimi olan kardeşlerimizin, dünyevî işleri biraz çoğalınca, onunla meşgul olacağım diye dersi aksatmasıdır. Buna çok üzüldüğümüzü, bazen bu şekilde olan kardeşlerimize hatırlatıp, “Yahu kardeşim, sen derslerin müdavimiydin, niye böyle oldun? Hani ‘Salebe’ye yazık oldu!’ var ya, öyle diyeceğim ama dilim varmıyor” derim.

Nefsin aldatmasıyla ve desisesiyle yapılan bir büyük yanlış da, ders vakti yaklaştıkça, bin bir maniâ ve sebep ortaya çıkar ya, işte onların da saikiyle “Bugün derse gitmeyelim, evde okuyalım” sözleridir. Hani, Cuma namazını evde kılmak gibi bir şey! Sen başka vakitlerde evde oku, okumana devam et, ne güzel. Ama, adı üstünde umumî dersi evde yapma kardeşim (başta kendi nefsimize)! Hem Üstad diyor ya: “Herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir meselesini tam anlamaz.” (Mektub No: 191) Bu da mühim bir hakikat.

Allah Resûlü (asm) “Allah için tozlanan ayaklara Cehennem haram olsun!” ve yine “İnsanlar bir araya gelip Allah’ı zikrettikleri zaman, melekler onları kuşatır, rahmet onları kaplar ve Allah onları kendisine yakın olan kişilerden kaydeder” buyuruyor.

Kim bunları duya duya derslere, Nur sohbetlerine koşa koşa gelmez ki?

Osman ZENGİN

04.03.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla