"Gerçekten" haber verir 10 Mart 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Görüş

Etiler’in vicdan azabı

İstanbul Etiler’de korkunç bir şekilde öldürülen ve cesedi çöp kutusuna atılan zavallı Münevver Karabulut…

Yaşı en fazla 18. Öldürülme şekliyse belki de insanoğlunun en korkunç, en acımasız halini yansıtacak kadar karanlık. Bu cinayetin arkasında sanki binlerce yıllık bir hırs, intikam, nefret ve vahşet hali gizli. Katil henüz bulunamadı. Aranan şüphelinin Münevver’in erkek arkadaşı olduğu iddia ediliyor. Demek ki o da en fazla yirmili yaşlarında. Yirmi yıllık hayatına binlerce yıla sığmayacak kini, nefreti, vahşeti ve intikam duygusunu sığdırabilen bir şüpheliden bahsediyoruz. Yakalanır ve yargı önüne çıkarsa suçlu olup olamayacağını anlayacağız. Ancak yirmi yıllık kısa ömrüne bu kadar büyük bir vahşeti işleyebilecek cani cesaretini nasıl sığdırabildiğini anlamamız mümkün olmayacak. Tabiî ki suçlu olan o ise…

Dostoyevski, ‘Suç ve Ceza’ isimli dev romanında katil Raskolnikof’un işlediği cinayetten sonra çektiği vicdan azabını, ruh halini, titreme nöbetlerini, çevresiyle olan savaşını ve hayattan giderek uzaklaşmasını büyük bir ustalıkla anlatmıştı. Raskolnikof, bu azaba daha fazla dayanamamış ve en sonunda gidip adalete teslim olmuştu. Soruşturmadan belki kurtulabilirdi, kendini suçlu gösteren delillerden bir bir sıyrılıyordu. Ancak ruhundaki acı, azap, dehşet ve pişmanlık zorunlu olarak adaletin tecellisini emrediyordu. O da bunu seçti. Bir katil olan Raskolnikof, kendi karanlık dünyasındaki en büyük erdemi tercih etmiş ve adalete teslim olmuştu.

İnsan öldürmek bütün kutsal kitaplarda ve ceza hukuku sistemlerinde en ağır cezayı gerektiren suçların başında gelir. Mazlûm bir insanın hayatının haksız yere sonlandırılması mazlûmun arkasında onlarca gözü yaşlı insan bıraktığı gibi insanlık ruhunda da büyük bir ıztırap meydana getirir. Hiç tanımadığımız bir insanın öldürüldüğünü duymuş olmamız bile büyük bir azap ve üzüntü duymamız için yeterli bir sebep olabilir. Günümüz basınında cinayet haberlerine çokça yer verilmesi, televizyonlarda bunların sürekli tekrarlanmış olması dahi ruhumuzdaki bu azabı sıradanlaştırmaz. Etiler’de gencecik bir kızın vahşi bir şekilde öldürülmesi tüylerimizi diken diken eder, vicdanlarımızı sarsar… Onu hiç tanımamış olsak dahi ona acır ve duâ ederiz. Belki de yaşadığı dünyanın ürettiği değerlerin kurbanı olmuştur ve hayat yolculuğu bu değerlerin ürettiği acımasız bir el tarafından sona erdirilmiştir.

Cinayetin Etiler gibi İstanbul’un modernleşme (?) merkezlerinden birisi olan bir mahallede gerçekleşmiş olması insanı ister istemez düşündürüyor. Üniversite yıllarımdan hatırlıyorum. Sadece Etiler’e gidebilmek ve Akmerkez’i gezebilmek için can atan yüzlerce üniversiteli vardı. En lüks arabaların, pahalı restorantların, ünlü markaların, mobilyaların kısacası kapitalist dünyanın bütün putlarının bulunduğu bir mekân. Televole programlarının en fazla malzeme bulduğu, 1980 ve sonrası kuşağının hayata bakışını, konuşma tarzını, meslek tercihini ve hatta insanlık anlayışını baştan sona değiştiren mahalledir Etiler. Aşkın sıradanlaştırıldığı ve saplantıya dönüştürüldüğü, insanın Nemrutlaştığı, yeme ve içmenin güç ve gövde gösterisine dönüştüğü, israfın modernleştirildiği, gerçek ve yanlışın yer değiştirdiği, insanın içinin boşaltıldığı, kirli yüzün temiz makyajla kapatıldığı mekân. Ne yazık ki Etiler kadınların putlaştırılmasına da sebep olan mekânların başında gelir. Bu yüzden sahip olunamayan kadın gerekirse ortadan kaldırılır. Çünkü gücün göstergesi “iktidar ve hakimiyet” te saklıdır “hak ve adalet” te değil.

Etiler belki vicdan azabı çekiyordur. ‘Ürettiğim değerlerle gencecik insanlara bin yıllık hırs, bin yıllık nefret, bin yıllık vahşet duygusunu yerleştirdiğim için çok huzursuzum ve pişmanım’ diyordur. Ama onun Raskolnikof gibi sığınabileceği bir adaletin yeryüzünde olup olmadığından emin olmadığını görmek zor değil ne yazık ki. Keşke Etiler şöyle bir dönüp de yirmi otuz yıllık geçmişine bir göz gezdirse ve kendine şu soruyu sorabilse: “Ben yirmi yıllık ömrüme ne sığdırdım…” Keşke Etiler üzerinde yaşadığı gençlere hırs yerine çalışmayı, saplantı yerine sevgi ve şefkati, intikam yerine adalet duygusunu, açgözlülük yerine kanaati, tüketim yerine üretimi öğretseydi. Keşke, Etiler hiçbir özelliği olmayan çorak bir tepe olarak kalsaydı da Münevver’in ölümü tüyler ürperten bir ölüm yerine sonsuzluğa açılan bir kapıdan geçmek gibi huzurlu ve rahat olsaydı…

Zavallı kızcağızın ölümü büyük binalarıyla övünenlerin felâketini aklıma getirdi nedense. Belki alâkasız bulanlar bulabilir bu bağı. Ama mekânların ürettiği değerler en nihayetinde o mekânı ele geçirmez mi? Günahın en garip tarafı belki de bu. Saplantıyla bağlandığınız bir hissiniz sizin sonunuzu hazırlıyor adım adım. Ama siz bunu hiç fark etmiyorsunuz ve o günaha en yakın dostunuzmuş gibi sımsıkı sarılıyorsunuz…

FEYZULLAH CİHANGİR

10.03.2009


Türkiye, Sudan Cumhurbaşkanını kurtarabilecek mi?

Uluslar arası Ceza Mahkemesinin Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir hakkında çıkardığı ‘yakalama’ emri, uluslar arası kamuoyunu karıştırdı. 1 Temmuz 2002 tarihinde 60 ülkenin imzalamasıyla yürürlüğe giren Roma Statüsü ile kurulan Uluslar arası Ceza Mahkemesinin halen görevde olan bir devlet başkanı hakkında verilen ilk yakalama kararı.

Türkiye’nin Statüyü imzalamaması nedeniyle henüz üye olmadığı bu mahkemenin yetkisi soykırım suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş suçları ve saldırganlık suçlarıdır.

Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir, 2003 ila 2008 yılları arasında Darfur’da Sudan Hükümeti ve desteklediği milis güçleri tarafından işlendiği iddia edilen öldürme, tecavüz, işkence, çok sayıda sivilin zorla yerlerinden sürülüp mallarının yağmalanması suçlarıyla (bu suçlar insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında yer almaktadır) ve çatışmalara doğrudan katılmayan sivillere yönelik kasıtlı saldırılarda bulunmakla (savaş suçuyla) suçlanmaktadır. Aslınca savcının yakalama emri çıkarılması talebine gerekçe tuttuğu soykırımı suçlaması yakalama emri gerekçesinde yer almamıştır. Yakalama kararında suçlamalara ilişkin somut deliller de bulunmaktadır.

Küreselleşme çağında artık bireylerin kendi ülkelerinde işledikleri ve bütün insanlığı inciten suçlardan dolayı uluslar arası hukuk çerçevesinde yakalanıp cezalandırılmaları uygulamasının yaygınlaşacağı görülmektedir.

Bu durumda son yıllarda Sudan ile yakın ekonomik ilişkilerin yanı sıra güçlü dostluklar da kuran Türkiye’nin tavrı ne olacaktır?

Aslında bu sorudan da önce sorulması gereken, Türkiye’nin bu yakalama kararının kaldırılması veya ertelenmesini sağlama imkânı var mıdır?

Türkiye’nin Uluslar arası Ceza Mahkemesinin yakalama kararına karşı hukuken yapabileceği hiçbir şey yoktur. Ancak aynı dosyanın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi önüne gelmesi halinde, Konseyin geçici üyesi olan Türkiye’nin aleyhte bir kararı önlemeye yönelik çaba göstermesi mümkün olacaktır. Çünkü Roma Statüsünün 16. maddesinde Güvenlik Konseyine mahkemenin bu kararının uygulanmasını 12 ay süre ile erteleme yetkisi tanınmaktadır. Bu ertelemenin uzatılması da mümkündür. Ancak Batılı ülkelerin bu konuda kararlı olması halinde el-Beşir, eninde sonunda yargı önüne çıkarılacaktır.

Peki Türkiye ne yapmayı planlıyor?

Dışişleri Bakanının, Etiyopya Dışişleri Bakanı Seyoum Mesfin’in Türkiye ziyareti esnasında yaptığı açıklamadan, Türkiye’nin konuyu Güvenlik Konseyi gündemine taşımayı ve erteleme talebinde bulunmayı düşündüğü anlaşılmaktadır. Bu tutumun sebepleri arasında; bu kararın Batının bir Müslüman ülke devlet başkanına karşı yanlı tavrı olarak görülmesi, İslâm ülkeleri, Afrika Birliği ve Arap Birliğinin böyle bir ertelemeyi talep etmesi ve Sudan’la hızla gelişen ilişkilerimiz sayılmaktadır. Amerika’nın Irak ve Afganistan’da binlerce sivilin ölümüne yol açan müdahaleleri karşısında hiç sesi çıkmayan uluslar arası kuruluşların bir Müslüman ülkeye yönelik bu tavrı elbette dikkat çekicidir.

Uluslar arası ilişkilerde hak ve adalet yerine ülke menfaatlerinin ön plana alındığı bir gerçektir. Ancak Birleşmiş Milletlerin tesbitlerine göre son altı yılda 300 bine yakın kişinin öldürüldüğü ve iki milyon yedi yüz bin kişinin yerlerinden edildiği bir zulüm ve vahşetin sorumlularının da yaptıklarının yanına kalmaması gerekir.

Bu açıdan Türkiye’nin tavrını belirlerken, uluslar arası dengeler ve ülke menfaatlerinin yanı sıra insanlığa karşı işlenen suçların da bu gerekçelerle göz ardı edilmemesi dengesini iyi kurması gerekir. İslâm devletlerinden çok Müslümanlara karşı, onların yaşama hakkı gibi temel haklarını korumaya yönelik sorumluluklarımız bulunduğunu unutmamalıyız.

HALİL İBRAHİM CAN

10.03.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla