"Gerçekten" haber verir 17 Mart 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

İman eden ve Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanları ise helâk olmaktan kurtardık.

Neml Sûresi: 53

17.03.2009


Rızıksızlıktan ölmek yoktur

“Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir.” (Ankebut Sûresi, 29:60.) “Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.” (Zâriyat Sûresi, 51:58.) âyetlerinin sırrınca, rızık doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelâlin elindedir ve hazine-i rahmetinden çıkar. Herbir zîhayatın rızkı taahhüd-ü Rabbânîsi altında olduğundan, açlıktan ölmek olmamak lâzım gelir. Halbuki, zâhiren açlıktan ve rızıksızlıktan ölenler çok görünüyor. Şu hakikatin ve şu sırrın halli şudur ki:

Taahhüd-ü Rabbânî hakikattir; rızıksızlık yüzünden ölenler yoktur. Çünkü o Hakîm-i Zülcelâl, zîhayatın bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını ihtiyat için şahm ve içyağı sûretinde iddihar eder. Hattâ bedenin her hücresine gönderdiği rızkın bir kısmını, yine o hücrenin bir köşesinde iddihar eder; istikbalde, hariçten rızık gelmediği zaman sarf edilmek üzere bir ihtiyat zahîresi hükmünde bulundurur. İşte, bu iddihar edilmiş ihtiyat rızık bitmeden evvel ölüyorlar. Demek o ölmek rızıksızlıktan değildir. Belki sû-i ihtiyardan tevellüt eden bir âdet ve o sû-i ihtiyardan ve âdetin terkinden neş’et eden bir marazla ölüyorlar.

Evet, zîhayatın bedeninde şahm suretinde iddihar edilen rızk-ı fıtrî, hadd-i vasat olarak kırk gün mükemmelen devam eder. Hattâ bir marazın veya bir istiğrak-ı ruhanî neticesinde iki kırkı geçer. Hattâ bir adam, şedit bir inat yüzünden, Londra mahpushanesinde yetmiş gün, sıhhat ve selâmetle, hiçbir şey yemeden hayatı devam ettiğini on üç sene evvel* gazeteler yazmışlar.

Madem kırk günden yetmiş seksen güne kadar rızk-ı fıtrî devam ediyor. Ve madem Rezzak ismi, gayet geniş bir surette rû-yi zeminde cilvesi görünüyor. Ve madem hiç ümit edilmediği bir tarzda, memeden ve odundan rızıklar akıyor, başgösteriyor. Eğer pür-şer beşer sû-i ihtiyarıyla müdahale edip karışmazsa, herhalde rızk-ı fıtrî bitmeden evvel o zîhayatın imdadına o isim yetişiyor, açlıkla ölüme yol vermiyor. Öyleyse, açlıktan ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat’iyen rızıksızlıktan değildir. Belki “Terkü’l-âdât mine’l-mühlikât” (Âdetlerin terki helâkete götüren sebeplerdendir) sırrıyla, sû-i ihtiyardan gelen bir âdet ve terk-i âdetten neş’et eden bir illetten, bir marazdan ileri gelmiştir. Öyleyse, açlıktan ölmek olmaz, denilebilir.

Evet, bilmüşahede görünüyor ki, rızık, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasiptir. Meselâ, daha dünyaya gelmeden evvel bir yavru, rahm-ı mâderde ihtiyar ve iktidardan bütün bütün mahrum olduğu bir zamanda, ağzını kımıldatacak kadar muhtaç olmayacak bir surette rızkı veriliyor.

Sonra, dünyaya geldiği vakit, iktidar ve ihtiyar yok, fakat bir derece istidadı ve bilkuvve bir hissi olduğundan, yalnız ağzını yapıştırmak kadar bir harekete ihtiyaç ile en mükemmel ve en mugaddî ve hazmı en kolay ve en lâtif bir surette ve en acip bir fıtratta, memeler musluğundan ağzına veriliyor. Sonra, iktidar ve ihtiyara bir derece alâka peydâ ettikçe, o kolay ve güzel rızık, bir derece çocuğa karşı nazlanmaya başlar. O memeler çeşmeleri kesilir, başka yerlerden rızkı gönderilir. Fakat iktidar ve ihtiyarı rızkı takip etmeye müsait olmadığı için, Rezzâk-ı Kerîm, peder ve validesinin şefkat ve merhametlerini, iktidar ve ihtiyarına yardımcı gönderiyor. Her ne vakit iktidar ve ihtiyar tekemmül eder; o vakit rızkı ona koşmaz ve koşturulmaz. Rızık yerinde durur, der: “Gel, beni ara ve bul ve al.”

Demek rızık, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasiptir. Hattâ çok risalelerde beyan etmişiz ki, en ihtiyarsız ve iktidarsız hayvanlar daha iyi yaşıyorlar, daha iyi besleniyorlar.

* İfade, 1934 senesine aittir.

Lem’alar, 12. Lem’a, 1. Nükte, 1. Nokta

Lügatçe:

sû-i ihtiyar: İrâdenin kötüye kullanımı, hatâlı tercih.

tevellüt: Doğma.

neş’et: Çıkma, doğma, kaynaklanma.

maraz: Hastalık.

taahhüd-ü Rabbânî: Herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın vaad etmesi, söz vermesi, garantisi.

istiğrak-ı ruhanî: Ruhî dalgınlık, kendinden geçme hâli.

rû-yi zemin: Yeryüzü.

Bediuzzaman Said Nursi

17.03.2009


Vefatının 65. yılında rahmet ve mağfiretle anıyoruz

azret-i Üstad’a sadık bir talebe olma şerefine nâil olmuş İslâmköylü Hafız Ali Efendi’yle alâkalı çalışmamı tamamlamak üzere İslâmköy’e gittim.

Nur ikliminde “Nur fabrikası” ünvanı ile iştihar etmiş bu bahtiyar ağabeyimin doğup büyüdüğü mekânlara vardığımda kendimi çok farklı duygular içinde buldum. Maksadım, Hafız Ali Ergün Ağabeyime talebe olan ve onun yanında Kur’ân dersi alarak Nur Risâlelerini kalemle istinsah eden talebelerini bulup onlarla konuşmaktı.

Neticede, bir nur menzili olan İslâmköy’de maksadıma ulaşmış, Hafız Ali Efendi’nin hâlen hayatta olan ve kendisinden Kur’ân dersi alan talebeleri ile mülâki olmuştum. İsmiyle müsemmâ İslâmköy’de, Hafız Ali Ağabeyin hâlen hayatta olan talebelerinden Hasan Ergünal, Osman Nuri Yassıkaya, Recep Gören ve diğer talebelerinin hatıraları bize sevinç gözyaşları döktürdü.

Hasan Ergünal şöyle anlatıyordu:

“1945 yılında Üstad’ı ilk defa Emirdağ’da ziyaret ettim. Ondan önce Hafız Ali Efendi’den aldığım derse binâen Risâleleri yazıyordum. Bizim köye ziyarete gelip gittikten sonra ise, Üstad’ı defalarca ziyaret ettim.

“Risâleleri beşinci sınıftan itibaren yazmaya başladım. Hocam Hafız Ali Efendi gayet güzel Kur’ân okurdu. Hafızdı. Ehl-i velâyet ve ehl-i keşiftir. Bizim zamanımızda İslâmköy’de on sekiz kalem, Kuleönü’nde kırk, Sav’da bin kalemle Risâleler yazılırdı.”

Hasan Ergünal, bütün Risâle-i Nur Külliyatını birkaç defa yazarak bitirmiş ve hâlen o yaşlı hâli içinde yazmaya devam ediyordu.

“Ben, merhum Hafız Ali’yi aynen hayattaki gibi Risâle-i Nur’la meşgul olarak en yüksek bir ilimde çalışan bir talebe-i ulûm vaziyetinde ve tam şehidler mertebesinde ve tarz-ı hayatlarında biliyorum” diyerek, vefatından sonra da Hafız Ali’nin Nur’un kudsî hizmeti içindeki yerine ve ehemmiyetine işaret eden Hz. Üstad’a hasret duygularımız daha da arttı böylece…

1943 yılında Kur’ân okuyup Nur Risâlelerini yazmak, yaymak, okumak ve Hz. Üstad’a talebe olmak suçlarından(!) Üstad’la birlikte Denizli Hapishanesine götürülen İslâmköylü Hafız Ali Ergün, burada hastalanır, hastaneye kaldırılır ve orada vefat eder. Cenazesi Denizli kabristanına defnedilir. Geçmiş yıllarda mezarını Denizli kabristanında ziyaret etmiş, Hz. Üstad’la olan alâkadarlığını, mezarı başında tahattur etmiştim. Böylelikle, ömrünü, Nur’un kudsî iklimi içinde Kur’ân dâvâsı yolunda harcamış bu bahtiyar ağabeyimizi, yeni nesillere daha yakından tanıtmak maksadıyla bir Isparta yolculuğumuzu daha tamamlamış olduk.

Hafız Ali, Hz. Üstadın ilk defa Barla’ya teşrif ettiği zamanlarda ona talebe olur. Barla, Risâle-i Nur Külliyatı’nın ilk telif edildiği yer olması cihetiyle o yıllarda zulmün kilit noktaları olarak seçilen yerlerden biriydi. Bediüzzaman Hazretlerinin te’lif ettiği muhteşem Nur Külliyatının mühim risâleleri, burada yazılmış, okunmuş ve buradan yayılmıştı. İslâm ve iman düşmanları Barla’da parlayan bu Nur’a mukabil, ışıktan rahatsız olan yarasalar misâli durmadan kudsî hizmeti engellemeye çalışmışlardı. Zor ve sıkıntılı olan bu yıllarda, Hz. Üstad’ın etrafında nurdan bir halka olan bahtiyar Nur talebeleri, her çeşit menfî şartlara rağmen Üstadlarına sadakatle bağlanmış, Kur’ân hakikatlerinin muhtaç gönüllerde ma’kes bulmasına çalışmışlardır. İşte Risâle-i Nur’un yazılıp, yayılıp, okunmasına başlandığı bu istibdat döneminde, Üstad’a gönül vererek Kur’ân hakikatlerine sahip çıkanlardan birisi de İslâmköylü Hafız Ali Ergün Efendidir.

Hafız Ali Efendi, kudsî Nur hizmeti içinde mühim bir rüknü teşkil etmiştir. İslâmköy ve civarında Nur Risâlelerinin yazılması, yayılması ve okunmasında fevkalâde bir gayret göstermiş, bu yüzden de Hz. Üstad’ın “Nur fabrikası nam sahibi” senasına mazhar olmuştur. Risâle-i Nur’un mühim bir rüknü ve Hz. Üstad’ın hayatında önemli bir Nur talebesi olmuştur.

Risâle-i Nur’a ve Üstad’a olan bağlılığı, Eskişehir ve Denizli hapishanelerinde Üstad’la beraber olmasını netice vermiştir. 1943 yılında gönderildiği Denizli hapishanesinde, Üstadının bedeline şehid olmuştur. Bediüzzaman, onun bu kahramanlığını ve mazhar olduğu mükâfatı bir yerde şöyle ifade eder:

“Gizli düşmanlar beni zehirlediler. Ve Nur’un şehid kahramanı merhum Hafız Ali benim bedelime hastahaneye gitti ve benim yerimde berzah âlemine seyahat eyledi, bizi meyusâne ağlattırdı.(...) İşte, Nurun böyle bir mânevî kahramanının vefatı ve gizli münafıkların aleyhimizde desiselerle bizi cezalandırmaya çalışmaları ve benim zehirli hastalığımdan dolayı beni de hastahaneye resmî emirle mecbur etmek endişesi bizi sıkarken, birden inâyet-i İlâhiye imdada geldi. Mübarek kardeşlerimin hâlis duâlarıyla zehirin tehlikesi geçmiş ve o merhum şehidin, kuvvetli emârelerle, kabrinde Nurlarla meşgul olması ve suâl meleklerine Nurlarla cevap vermesi (...) inâyet-i Rabbâniyenin imdadımıza yetiştiğini ispat etti.” (Lem’alar, 26. Lem’a, s. 263)

Kudsî Nur hizmeti içinde önemli bir mevki alan Hafız Ali Ağabey’i tanıma ve tanıtma adına yola çıkarak onunla alâkalı nerede, ne varsa toplama gayreti içine girdik. Doğduğu köy olan İslâmköy’üne giderek onu gören, tanıyan ve ona talebelik yapmış, ondan Kur’ân dersi alan birçok şahısla görüştük. Talebelerinden bazılarının başka yerlerde olduğunu öğrenince, onları bularak Hafız Ali Ağabey’le alâkalı görüş, düşünce ve kanaatlerini tespit ettik. Daha sonra, vefat ettiği ve hâlen kabrinin bulunduğu Denizli’ye de gidip, kabrini ziyaret ederek kaldığı hapishaneyi de gördük.

Sonuçta, Hafız Ali Ağabey’le ilgili gerek yazılı, gerekse sözlü kaynaklarda nerede ne varsa, yeni nesillerin bu mümtaz Nur kahramanını tanımaları ve tarihe bir yadigâr olması niyetiyle bir araya getirmeye çalıştık.

İnşallah bu araştırmalarımızı ileriki günlerde bir dizi yazı hâlinde sizlerle paylaşmaya çalışacağız...

Gayret bizden, duâ sizden, tevfik Allah’tan...

MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ

17.03.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis