"Gerçekten" haber verir 02 Mayıs 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Ve Vanlı çocuk taşı yerde bıraktı

Tuhaf bir memleket bizimkisi...

Öyle tuhaf ki, Genelkurmay Başkanı “Demokrasiye bağlıyız” dedi diye sevinmek tuhaf kaçmıyor.

Genelkurmay Başkanı’nın “demokrasiye bağlı olmama” gibi bir seçeneği olmadığını, zira bu durumda rejimi “demokrasi” olarak tarif eden Anayasa’ya karşı gelerek suç işleyeceğini düşünmüyoruz bile.

Ordunun başındaki şahıs, “Darbecileri içimizde barındırmayız” dediği için zil takıp oynayacak haldeyiz.

Ordunun, darbecileri zaten içinde barındırmaması gerektiğini, zira bunun suçluyu içinde barındırmak demek olacağını hiç aklımıza getirmiyoruz.

Ve çok tuhaf şu bizim memleketin medyası...

Genelkurmay Başkanı’nın iki buçuk saat boyunca Ergenekon Davası’nı eleştirmekten Ermenistan sınırının açılmasına kadar üzerine vazife olmayan bilumum konuda görüş açıkladığı; Demokratik Toplum Partisi’ni ve bu partinin milyonlarca seçmenini karşısına alan laflar edebildiği; her biri Meclis iradesine, kuvvetler ayrılığına, askerin siyasete karışmaması ilkesine birer salvo niteliğindeki sözlerinin arasına “demokrasinin üstünlüğü” mesajını samimiyetle yerleştirebildiği; “biz” ve “karşı” ayrımı yaparak kendisini ve kurumunu “taraf” ilan edebildiği bir basın toplantısı yapılıyor.

Ve bu toplantının ertesi günü, memleketin çok tuhaf medyasının bazı mümtaz kalemlerinden “Eyvah, asker çekiliyor, ne olacak şimdi” tedirginliğinde yazılar dökülüyor.

Sazlıklardan havalanan o mutedil üslubu sayesinde ziyadesiyle popüler olmuş ve, eminim, kendisini “demokrat” sayan bir yazar bile, mesela, yazacaklarına “darbe şakşakçılığı” demememiz konusunda bizi baştan uyardıktan sonra, memlekette nasıl da darbeye uygun bir ortam olduğunu anlatıyor köşesinde.

Çok ama çok tuhaf sorular soruyor:

“Başı sıkıştığında ‘Asker gelsin çözsün’ refleksine alışmış bir toplumun paniğini kim yatıştıracak? Askerî vesayetin boşluğunu hangi otorite, nasıl dolduracak?”

***

Muhteşem bir memleket bizimkisi...

Öyle muhteşem ki, generallerin, kalemşorların, Ankara ve İstanbul’daki bilumum nüfuzlu şahsın tuhaflıkları üstünüze gelip loş, havasız ve karmakarışık bir “tuhafiye” dükkanında sıkışıp kaldığınız duygusunu verdiği anda size, taze bir esinti teninize dokunuyor.

Aniden, bir ışık huzmesi süzülüyor hayatınıza, kararmak üzere olan köşelerinizi kaplıyor.

Hiç beklemediğiniz bir ses gelip buluyor sizi.

Bir cümle içinize işliyor.

Umudunuz canlanıyor.

Memleketin aklına olan inancınız pekişiyor.

***

İlker Başbuğ’un ahaliyi tuhaf bir sevince gark eden açıklamaları ile Can Dündar’ın tuhaf bir panik yansıtan yazısı arasında, bir klostrofobi atağının kasvetli kıyısında geziniyordum ki dün, aşağıdaki mektubu aldım.

Memleketin aklına olan inancım pekişti.

Okumanız ve üzerinde düşünmeniz dileğiyle aynen yayımlıyorum.

***

Merhaba Yasemin Abla,

Ben Van’dan Uğur... Yazılarınızı düzenli olarak takip ediyorum. Sayenizde bir şeyler öğreniyoruz, akıcı bir üslubunuz var, tebrik ve teşekkür ederim.

Abla, bildiğin gibi, dört-beş gün önce, Hakkari’de 12 yaşındaki bir kardeşimiz özel hareketçiler tarafından dipçik darbeleriyle öldüresiye dövülmüştü. Olayın yaşandığı gün Roj tv’nin haber bülteninin başlamasını beklerken, diğer kanallarda gezindim. Show tv o görüntüleri yayınladı. Şaşırdım. Dakikalarca düşündüm, Show tv neden o görüntüleri yayınladı diye.

2008 Newroz’unda 3 kişi polis kurşunuyla katledilmiş ve bir çocuğun kolu kameralar karşısında kırılmıştı. Medya bu görüntüleri yayınlamamıştı.

Tv izlerken birden Turkcell reklamını gördüm. Ve siz aylar önce yazdığınız (başlığını tam hatırlamıyorum “Askerler, Selocanlar ve Gazeteler” olmalı galiba. Yanlışsa özür dilerim) yazınızda Ergenekon terör örgütü ile Turkcell arasındaki bağlantıya işaret ediyordunuz hatırladığım kadarıyla. Turkcell ve Show tv Çukurova grubuna ait.

Ergenekon tartışmalarının zirvede olduğu bir dönemde o görüntüler neden yayınlandı? Çünkü gündemi değiştirmek istiyorlar. “O görüntüleri gören halk olay çıkaracak ve Ergenekon ikinci plana itilmiş olacak” diye mi düşünüyorlar?

Bu tv kanalına pek güvenmiyorum. Durduk yere yayınlamaz o görüntüleri. Mesela sınır ötesi hareketin yapıldığı bir dönemde.

O tv kanalının haber bültenini izlerken böyle bir haber geçti: “Flaş flaş... PKK itirafçısından şok sözler.”

Neymiş? PKK’da namaz kılana kötü gözle bakıyorlarmış. Dini hassasiyetleri olan halkı PKK’dan soğutmak isteyen bu vatanseverlerin(!) yaptığı habere tebessüm ettim. Tebessüm etmemin nedeni aynı tv kanalının PKK haberini yapmadan iki hafta önce yapmış olduğu bir haber. Cep telefonu görüntüleriyle çekilmiş bir videoda öğrenciler okulda cemaat olarak namaz kılıyorlardı. Neredeyse kıyameti koparacaktılar. Okulda namaz kılınıyor! Hem de cemaat olarak! İnanın okulda grup seks yapılsaydı bu kadar önemsemezlerdi. Bu ateist birinin namaz kılmayan birine gavur demesi gibi bir şey.

DTP’nin yaptığı her basın açıklamasından, her mitinginden sonra polise taş atan ben son basın açıklamasında elime aldığım taşı yere bıraktım. Ben taş atsaydım diğerleri de atacaktı. Ve aynı kanal, “Van’da olay çıktı” diye iki saat haber yaparak Ergenekon’u es geçecekti.

Okula geç kaldım abla... Seni en içten duygularımla selamlıyorum. Hoşçakal.

Taraf, 1 Mayıs 2009

Yasemin Çongar

02.05.2009


Günlükler araştırılmadan olmaz

Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’un basın toplantısı sırasında benim bir soruma itiraz ederkenki uslubu, bazı yayın organlarında “fırçalama” olarak yorumlandı. Çok şaşırdım. Doğrusu o konuşmayı ben hiç fırçalama diye üzerime alınmadım. (...)

Dün sabah, bambaşka bir konuyu görüşmek üzere yine Genelkurmay’a davet edilmiştim. Org. Başbuğ da yazıları okuyunca şaşırmış. “Aman söz konusu değil. Eğer sizde öyle algıladıysanız üzülürüm” dedi. Ben de “normal bir tartışmaydı” diye yanıtladım. Gerçek fikrim de bu...

Ayrıca “topraktan silâh fışkırması” ile ilgili söylediklerimde hâlâ da ısrarlıyım.

Org. Başbuğ kabul etmese dahi kamuoyundaki algılama ne yazık ki böyle.

“Fışkırma” bir metafordur ve biz gazeteciler metafor kullanabiliriz.

Genelkurmay Başkanı, benim bu kelimeyi kullanmamı sevmedi, ancak işin doğrusu da bu. Son dönemlerde nereyi kazsanız silah veya cephane çıkıyor.

Kabul ediyorum, son derece karışık bir konu. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Bulunanların bir bölümü askere ait değil. Ancak, hepsi de öyle mi, yoksa sadece Poyrazköy’den çıkanlardan mı söz edildi, tam anlayamadım.

Geriye kalanların nereden geldiğini, kime ait olduğunu sorduğumuzda da “Orası bizi ilgilendirmez, savcılık ve mahkeme bulsun” yanıtını aldık.

Ortada bir dağınıklığın olduğu apaçık belli. Başbuğ da bunu bildiğinden dolayı, denetimleri arttırdıklarını açıkladı. Özetlemek gerekirse, ülke içinde elden ele dolaşan silahlar konusu, sadece polis ve savcılara bırakılamayacak kadar önemli bir sorundur.

TSK GÜNLÜKLERİ

MUTLAKA ARAŞTIRILMALI

Basın toplantısında benim en çok dikkatimi çeken nokta, Başbuğ’un Demokrasi ve Özden Amiral’in günlükleriyle ilgili sorduğum soruya verdiği yanıtlardı.

Demokrasiye bağlılığını anlatırken, son derece açık ve yüksek sesle “Darbe yapmaya kalkışanların yani, Demokrasiye bağlılık konusunda farklı düşünenlerin” TSK bünyesinde barınamayacaklarını söylemesi önemliydi.

Çarpıcıydı.

Ancak, Özden Örnek’in günlükleriyle ilgili olarak bunca yıldır, hiçbir inceleme yaptırılmamış olması,doğrusu beni şaşırttı. Bu araştırmanın davul zurna ile yapılması, kamu oyu ile paylaşılması şart değil ki... Koskoca bir kurumun içinde böyle gelişmeler yaşanır da, bu kurumun en üst mevkii sayılan Genelkurmay gizli bir inceleme dahi yapmaz mı?

Başbuğ, bu konuda, bir önceki Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın sözlerini tekrarlamakla yetindi. “Üstelik bir darbe hazırlığıyla ilgili olarak, elimizde belge de yok” dedi.Nokta dergisinde günlüklerin yayınlandığını, o kadarının dahi bir ihbar niteliği taşıdığı söylenmesine rağmen, ileri adım atmadı.

İlginçtir, bir yandan da, kapıyı yine de aralık bıraktı ve “mahkeme isterse inceleme yapabilecekleri” anlamına gelen sözler sarfetti. Anlayacağınız, Genelkurmay günlükler konusunda henüz cesur bir adım atmaya hazır değil. Oysa iş dönüp dolaşıp bu günlüklere gelecek. “Demokrasiye bağlıyız” demek yetmez. TSK ilk defa kendi kendini incelemeli ve hiç değilse, böyle bir şey olduysa, kendini şeffaflaştırmalı. Günlükler konusu açığa çıkmadan da bu tartışmalar bitmez.

BEDELLİ ASKERLİK KONUSU

UZUN SÜRE İÇİN KAPANDI

Org. Başbuğ’un en kesin yanıt verdiği bir diğer konu da Bedelli Askerlikti.

Verdiği rakkamlar ve bu sistemi reddetmesinin arkasındaki gerekçeler de, ikna ediciydi.

Asker ihtiyacına karşı, askerliğe başvuranların sayısının azaldığını, geçen yıl sadece yüzde 66’sının karşılandığını, 2011’de de bu oranın yüzde 60’a düşeceğini söyledi. Bunun yanısıra bir moral gerekçeyi öne sürdü. “Terörle mücadelede insanlar ölürken, askerlik görevini parayla satmayı kamu oyuna anlatamayız” dedi.

Doğru.

Ancak, bir de şu veya bu nedenle bir bedel ödemediği taktirde mağdur olacaklar var. Onlar için de bir çalışma olup olmadığını soracaktım, cesaret edemedim. 9 gencin şehit olduğu bir sırada, asker kaçaklarını koruyormuşum gibi bir konuma düşmekten korktum.

Mahalle baskısını orada da hissettim.(...)

Posta, 1 Mayıs 2009

Mehmet Ali Birand

02.05.2009


Başbuğ ne yapmaya çalışıyor?

Sorunun cevabı net: Son on yılda iktidar alanı daralan, iktidar araçları yıpranan ve meşruiyeti sarsılan ‘askerî vesayet’ rejimini yeniden kurmaya çalışıyor; iktidar için yeni araçlar deniyor. 12 Mart, 12 Eylül ve de 28 Şubat ve 27 Nisan modeli müdahalelerin başarısızlıklarını anlayan, fakat iktidar talebinden vazgeçmeyen asker şimdi, siyasal ve toplumsal alanları denetleyici ve düzenleyici başka yollar arıyor; doğrudan olmayan ama daha incelikli, sofistike ve profesyonelce bir strateji izliyor. Medyaya baktığımızda bu stratejisinin başarılı olduğunu görüyoruz. Neredeyse tüm yazarlar ve yorumcular Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un demokrasi vurgusundan ve ‘darbeciler aramızda barınamaz’ sözünden memnun. Ama asıl mesele, ‘nasıl bir demokrasi?’ sorusuna verilecek cevapta düğümleniyor. Askerin, seçilmiş sivillerin denetiminde olduğu modern bir demokrasi mi, yoksa 1961 modeli ‘vesayet demokrasisi’ mi?

Yani mesele darbe değil, o geçti. 2003-2004 döneminde bunu denediler ve başaramadılar. Bundan sonra da zor. Bu çağda bu ülkede fiili darbe düşünenler akıllarını kaçırmış olmalı. Türkiye dünya ekonomisiyle entegre bir ülke. Darbe olsun, darbeciler askerlerinin maaşını ödeyemez hale gelir üç ay içinde, memleketi iflas ettirirler. Ordunun bile fiili bir darbenin ardından tek bir parça olarak kalma ihtimali yok. Bununla da kalmaz, askerî bir darbe Türkiye’yi böler. Darbenin yarattığı terör ortamında artık kimse Türkiye Kürtlerini tutamaz. Kimse de Kürtlere ‘nereye gidiyorsunuz?’ diyemez. Bölgeden de dünyadan da destek bulurlar, hem kamuoyu nezdinde hem de hükümetler düzeyinde. Bugün AK Parti gitsin de nasıl giderse gitsin diyen ‘beyaz Türkler’ de üç ay sonra, hâlâ ellerinde mal mülk kalmışsa soluğu yurtdışında alırlar.

Dünya sistemi, darbeye imkân ve izin vermez zaten bu saatten sonra. Başbuğ yönetimi de ‘dünya sistemi’ ile uyumlu olduğunu ABD Başkanı Obama’nın Meclis’te yaptığı konuşmada hazır bulunarak göstermişti. İstenilen ve de mümkün olan, ‘askerî bir yönetim’ değil artık, 1961 Anayasası’yla sisteme sokulan ‘vesayet rejimi’nin devamı. Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik dönüşümü, AB üyelik süreci ve yenilikçi siyasal aktörlerin girişimleriyle son on yılda bu eski düzen ‘vesayet’i fena halde delindi. Şimdi hedef, bunu tamir etmek. Başbuğ’un ‘darbecileri ba-rın-dır-ma-yız’ ifadesini bu çerçevede anlamak lazım. Başbuğ son derece stratejik düşünen bir ‘kurmay’. Neyin mümkün olup neyin mümkün olmadığını gayet iyi biliyor.

Tabii ki darbecilere kapalı. Akıllı hiçbir kurmay, mevcut dünya ve de Türkiye koşullarında darbeyi aklından bile geçirmez. Ama mesele darbe değil; Başbuğ’un anlayışında darbe yok, ama siyaset üzerindeki ‘asker vesayeti’ni kaldırmak niyeti de yok. Karşımızda duran, ‘neo-militarist’ bir yaklaşım; bir tür ‘insani yüzlü’ ve ‘kadife eldivenli militarizm,’ yoksa Kemalizm mi demeliydim?

28 Şubat’ın ve 27 Nisan tarzı müdahalelerin geri teptiğini, ordunun iktidar alanını daralttığını ve toplumsal saygınlığına zarar verdiğini gayet iyi anlayan Başbuğ, ordunun siyasal gücü ve toplumsal meşruiyeti için yeni bir alan, yol açmaya çalışıyor. Yürütülen iletişim stratejisi ‘vesayet rejimi’ni yeniden üretecek, sürekli kılacak ‘açılımlar’ yapmaya dönük. Kimse yanlış anlamasın; ‘açılım’, Kürt meselesi veya demokrasi konularında değil. Asker, siyaseti ve toplumu denetleyecek yeni bir dil, yeni ve profesyonel bir iletişim üretiyor.

Yalnız, siyaset kurumları ve toplum buna razı mı? Demokrasinin geleceği asıl bu unsurların tutumuna bağlı.

Zaman, 1 Mayıs 2009

İhsan Dağı

02.05.2009


Hukuk, asker ve sivil herkesi bağlar

Genel Kurmay başkanı çok uzun bir konuşma ve görüşme yaptı, Erzurumlu olan rahmetli babam “Harmana gelen porsuk dirgene dayanmalı” derdi. G.K.Başkanı da gazetecilerin karşısına geçip kendi alanı ile ilgili olan ve olmayan her konuda konuşursa tenkitlere de dayanacaktır, dayanmalıdır, bundan kimse alınmamalıdır. Olmaması gereken şey, hem askerin hem de başkalarının orduyu yıpratacak, gücünü ve vazifesini olumsuz etkileyecek kasıtlı davranışlarda bulunmaktır.

Bir köşe yazarı G.K.Başkanının konuşmasını “Apoletli başbakan konuşması” şeklinde değerlendiriyor. Demek ki, asker de sınırının dışına çıkamayacak.

Son konuşmada Başkan, irtica deyip tutturmamış, bu müspet bir gelişme. Ama yakın geçmişte bir toplantıda geçen konuşmalar ibret vericidir ve orduda bu zihniyetin devam etmesi (ederse, ettiği takdirde) ülke bütünlüğüne zarar verici mahiyettedir.

Bir iki yazıda bu konuşmaları değerlendirmek istiyorum.

Ergenekon iddianamesinin 248 klasörlük eklerinde Başbakanlık’ta 4 Ocak 2006’da gerçekleşen güvenlik zirvesi toplantısının kayıtlarına da yer verilmiş.

Bu toplantıya askerlerden dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt, Hava Kuvvetleri Komutanı Faruk Cömert ve Jandarma Genel Komutanı Fevzi Türkeri ile diğer kuvvet komutanları katılmışlar.

Toplantıda K.K. Komutanı söz alarak şöyle demiş: “Anayasa 2. maddesinde Atatürk milliyetçiliğine bağlılık niteliği var. Bizim en büyük kabahatimiz bu konuyu anlatamamızdır. Ülkü, dil, kültür birliği ulusun oluşmasında temel unsurlardır. Din konusu ulusun oluşumunda söz konusu değildir.”

Buna karşı başbakan da “Burada size katılmıyorum” cevabını vermiş.

İşte benim ısrarla üzerinde durduğum nokra budur: Asker, güvenlik zirvesinde kendi görev alanı içine giren konuları, bu alanda ne yapıp ne yapmadığını… konuşacak yerde Anayasa yorumluyor, ideolojik ilkeler koyuyor, kültür sosyolojisi alanına giriyor ve bir sosyolog gibi teori oluşturuyor, bu teori üzerine korku ve endişe, bunun üzerine iktidara yönelik tenkit ve değerlendirme, onun üzerine de üstü kapalı tehdit bina ediyor. Bu olamaz, olmamalıdır.

Ayrıca alanının dışına çıktığı için hata da ediyor; en büyük hatası, ulusun oluşması, birlik ve bütünlüğü bakımından dinin rolü karşısında takındığı olumsuz tavırdır, bununla da kalmayıp halkın dindarlığının artması, kimliğini tanımlamasında dine birinci sırada yer vermesi sebebiyle rahatsız olması ve bunu şikayet konusu haline getirmesidir.

Temel (birincil) unsur olarak ümmet birliği dine, ulus birliği ise kan (soy) veya kültür birliğine dayanıyor/dayandırılıyor. Ümmet kavramını, bağını ve dayanışmasını kaybetmeden bugün bir veri (gerçeklik) olarak karşımıza çıkan, içine girdiğimiz ulus birliğini kurup geliştirmenin yolu ve imkanı vardır; bunu arayacak yerde ümmeti ulusun karşısına dikmek ve ulusun kültürü içinde çok önemli, silinemez, yok edilemez varlık ve etkisi bulunan dini devreden çıkarmaya çalışmak vahim hatadır.

Yeni Şafak, 1 Mayıs 2009

Hayrettin Karaman

02.05.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis