"Gerçekten" haber verir 05 Mayıs 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Derken o korkunç ses onları kıs kıvrak yakaladı da, onları sel süprüntüsüne çevirdik. Uzak olsun Allah'ın rahmetinden o zâlimler gürûhu!

Mü’minûn Sûresi: 41

05.05.2009


Bir harf kâtipsiz olamaz

Ey insan! Bil ki, insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var; ehl-i imân bilmeyerek istimal ediyorlar. Mühimlerinden üç tanesini beyan edeceğiz.

Birincisi: Evcedethu’l-esbab, yani, “Esbab bu şeyi icad ediyor.”

İkincisi: Teşekkele binefsihî, yani, “Kendi kendine teşekkül ediyor, oluyor, bitiyor.”

Üçüncüsü: İktezathu’t-tabiat, yani, “Tabiîdir, tabiat iktiza edip icad ediyor.”

Evet, madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem, her mevcut san’atlı ve hikmetli vücuda geliyor. Hem madem kadîm değil, yeniden oluyor. Herhalde, ey mülhid, bu mevcudu, meselâ bu hayvanı, ya diyeceksin ki, esbab-ı âlem onu icad ediyor, yani esbabın içtimaında o mevcut vücut buluyor; veyahut o kendi kendine teşekkül ediyor; veyahut, tabiat muktezası olarak, tabiatın tesiriyle vücuda geliyor; veyahut bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretiyle icad edilir.

Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur. Evvelki üç yol muhal, battal, mümteni, gayr-ı kabil oldukları katî ispat edilse, bizzarure ve bilbedâhe, dördüncü yol olan tarik-i vahdâniyet şeksiz, şüphesiz sabit olur.

Amma birinci yol ki, esbab-ı âlemin içtimaıyla teşkil-i eşya ve vücud-u mahlûkattır. Pek çok muhâlâtından yalnız üç tanesini zikrediyoruz.

BİRİNCİSİ: Bir eczahanede, gayet muhtelif maddelerle dolu, yüzer kavanoz şişeler bulunuyor. O edviyelerden, zîhayat bir macun istenildi. Hem hayattar, harika bir tiryak, onlardan yapılmak icap etti. Geldik, o eczahanede, o zîhayat macunun ve hayattar tiryakın çoklukla efradını gördük. O macunlardan herbirisini tetkik ettik.

Görüyoruz ki, o kavanoz şişelerden herbirisinden, bir mizan-ı mahsusla, bir iki dirhem bundan, üç dört dirhem ötekinden, altı yedi dirhem başkasından, ve hâkezâ, muhtelif miktarlarda eczalar alınmış. Eğer birinden, bir dirhem ya noksan veya fazla alınsa, o macun zîhayat olamaz, hâsiyetini gösteremez. Hem o hayattar tiryakı da tetkik ettik. Herbir kavanozdan bir mizan-ı mahsusla bir madde alınmış ki, zerre miktarı noksan veya ziyade olsa, tiryak hassasını kaybeder. O kavanozlar elliden ziyade iken, herbirisinden ayrı bir mizanla alınmış gibi, ayrı ayrı miktarda eczaları alınmış.

Acaba hiçbir cihette imkân ve ihtimal var mı ki, o şişelerden alınan muhtelif miktarlar, şişelerin garip bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın çarpmasıyla devrilmesinden, herbirisinden alınan miktar kadar, yalnız o miktar aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o macunu teşkil etsinler? Acaba bundan daha hurafe, muhal, bâtıl bir şey var mı? Eşek muzaaf bir eşekliğe girse, sonra insan olsa, “Bu fikri kabul etmem” diye kaçacaktır.

İşte bu misal gibi, herbir zîhayat, elbette zîhayat bir macundur. Ve herbir nebat, hayattar bir tiryak gibidir ki, çok müteaddit eczalardan, çok muhtelif maddelerden, gayet hassas bir ölçüyle alınan maddelerden terkip edilmiştir. Eğer esbaba, anâsıra isnad edilse ve “Esbab icad etti” denilse, aynen eczahanedeki macunun, şişelerin devrilmesinden vücut bulması gibi, yüz derece akıldan uzak, muhal ve bâtıldır.

Elhasıl, şu eczahane-i kübrâ-yı âlemde, Hakîm-i Ezelînin mizan-ı kazâ ve kaderiyle alınan mevâdd-ı hayatiye, hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve herşeye şâmil bir irade ile vücut bulabilir. “Kör, sağır, hudutsuz, sel gibi akan küllî anasır ve tabâyi ve esbabın işidir” diyen bedbaht, “O tiryak-ı acip, kendi kendine, şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur” diyen divane bir hezeyancı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyade ahmaktır. Evet, o küfür ahmakane, sarhoşâne, divanece bir hezeyandır.

(Devamı için bknz:

Lem’alar, 23. Lem’a)

LUGATÇE:

işmam: Koklatmak, hafif olarak hissettirmek.

esbab: Sebepler.

Kadîr-i Zülcelâl: Büyüklük sahibi ve herşeye gücü yeten Allah.

tarik-i vahdâniyet: Bir, benzersiz ve tek olan Allah`a götüren yol.

Bediuzzaman Said Nursi

05.05.2009


Sevâd-ı âzama tâbi olmak

“Sevâd-ı âzam,” halk çoğunluğunun yaşadığı ekonomik hayat seviyesidir. Peygamberimiz (asm) de bu mânâda: “Aleyküm bi’s-sevadi’l-a’zâm! Size sevâd-ı âzama tâbî olmak gerekir!” buyurmuştur. Yani, ‘Halk çoğunluğunun yaşadığı hayat seviyesinde yaşayın, onların ulaşamadığı bolluk ve israf içinde apayrı bir yaşayışa yönelmeyin’ buyurmuştur.

“Böyle zamanda teferrühte izn-i şer’î bizi muhtar bırakmaz”1 tespitinde bulunur Üstad Bediüzzaman Hazretleri.

Yaşadığımız asrın bir özelliğini de şöyle tespit etmiştir:

“Bu acip asrın hayat-ı dünyeviyeyi ağırlaştırması ve yaşamak şerâitini (şartlarını) ağırlatması ve çok etmesi, hâcât-ı gayr-ı zaruriyeyi (zarûrî olmayan ihtiyaçları) görenekle, tiryaki ve müptelâ etmekle hâcât-ı zarûriye (zarûrî ihtiyaçlar) derecesine getirmesiyle hayatı ve yaşamayı herkesin her vakitte en büyük maksat ve gayesi yapmıştır. Onunla hayat-ı diniye ve ebediye ve uhreviyeye karşı ya sed çeker veya ikinci üçüncü derecede bırakır.”2

Bir de ehl-i dalâletin, ehl-i imanı aç bırakacağıyla ilgili hadisin mânâsını zikreder: “Bu âhir zaman fitnesinde açlık ehemmiyetli bir rol oynayacak. Onunla ehl-i dalâlet, bîçare ehl-i imanı derd-i maişet içinde boğdurup hissiyât-ı diniyeyi ya unutturup, ya ikinci üçüncü derecede bırakmaya çalışacak.”3

Bu tespitle, içinde bulunduğumuz küresel ekonomik krizi çıkaranların kimler olduğunu deşifre eder.

5. Şuâ’da “Süfyan, israfı teşvik etmekle şiddetli hırs ve tamâı uyandırmakla insanların o zayıf damarlarını tutup kendine musahhar eder. İsraf eden ona esir olur. Onun damına (tuzağına) düşer” hadisini nazarımıza vererek, özelde Müslümanın israfa düşmemesi gerektiği tespitini yapar.

“Beşinci Şuâ, umumun bilhassa ehl-i ilmin imanını tashih edip kurtarıyor”4 ifadesini kullanır. Hâlbuki Beşinci Şuâ, doğrudan imânî rükünleri izah ve ispat eden bir risâle değildir. Bu risâlenin meselelerinin başında, âhir zaman fitnesi içinde akıl, kalp ve ruhlara en çok tesir eden israf vurgulanır. Ehl-i iman, israfa girip girmeme hususunda şiddetli imtihana tâbi tutulur. Kişiler ve gruplar, başka konularda sağlam dursa bile, israf konusunda duruşunu bozarsa “Süfyana esir olur. Onun tuzağına düşer.”

Bu tuzağa düşmemek için yapılması gerekene de “Sizler arasıra İhlâs ve İktisad lem’alarını ve Hücumât-ı Sitte risâlesini mabeyninizde (aranızda) beraber okumalısınız. Sebat, metanet, tesânüd ve ittifakınız bu memlekete medar-ı iftihar olacak ve istikbalini kurtaracak derecededir”5 şeklinde işaret eder. Burada Bediüzzaman Hazretleri, iktisadı, ihlâsın çok önemli bir şartı olarak görür. İktisadı bırakıp israfa girmek ihlâsı kırmakta, bu da imanımızı en azından zayıflatmaktadır. Bunun dehşetli misâllerini gerek kişiler, gerekse gruplar bazında hafızalarımızda ve çevremizde görebiliriz.

Gerek ehl-i dalâlet, gerek Süfyan, gerekse bu asrın acip hassâsı sebebiyle israfa düşüldüğünden, Bediüzzaman “Şimdi ise ekser İslâm açlığa düştü kaldı. Telezzüze ihtiyar izn-i şer’î kalmadı” hükmünü verir.

Bu durumda ehl-i iman, “sevâd-ı âzam, hem ekseriyet-i masumun maişet”lerine bakacak. Onların maişetlerinin “basit” olduğunu belirten Üstadımız, tegaddi (beslenme), tenaum (nimetlerden çokça faydalanma) ve teferrühte (bolluk içinde refahla yaşamakta) onlara benzemeliyiz diyerek çözüm yolunu göstermektedir.

“Sevâd-ı âzam,” halk çoğunluğunun yaşadığı ekonomik hayat seviyesidir. Peygamberimiz (asm) de bu mânâda: “Aleyküm bi’s-sevadi’l-a’zâm! Size sevâd-ı âzama tâbî olmak gerekir!” buyurmuştur. Yani, ‘Halk çoğunluğunun yaşadığı hayat seviyesinde yaşayın, onların ulaşamadığı bolluk ve israf içinde apayrı bir yaşayışa yönelmeyin’ buyurmuştur.

Parasının hesabını bilmeyen ekalliyet-i müsrifeye (israfçı azınlık), bir kısım sefihlere özenip benzememeliyiz. Benzersek dinî, uhrevî, ebedî hayatımıza set çekmiş oluruz.

Hülâsa, kişi ne kadar zengin olursa olsun, sevâd-ı âzam denilen çoğunluğun ortalama zenginliğinin üzerinde harcayamaz, harcamamalıdır.

Kalan sermayesini istihdama yönelterek aç insanları fakirliğin esaretinden kurtaracak iş yerleri açmalı. Zekât, sadaka vb. hayırlarla, onlara acınacak hallerinden kurtulmaları için yardımcı olmalıdır.

Tegaddîde, tenâumda, teferrühte israfa düşmemeliyiz. Beşinci Şuâ’yı yeniden mütalaa ederek okumalıyız ki, giderek yaygınlaşan dehşetli fitnelere karşı sağlam duruşumuzla hem imanımızı tashih edip kurtaralım, hem de ehl-i imana nokta-i istinad olalım.

[email protected] Dipnotlar: 1- Eski Said Dönemi Eserleri, s. 703 2- Kastamonu Lâhikası, s. 143 3- Age, s.193 4- Age, s. 63 5- Age, s. 319

MEHMET KOVANCI

05.05.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis