"Gerçekten" haber verir 06 Mayıs 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Görüş

Bir gencin ‘40. yıl’ yazısı…

GAZETEMİZİN 40. yıl dönümünü idrak ediyoruz. Bu vesile ile yapılan faaliyetler ve kaleme alınan yazılar ruhumuzu harekete geçirdiği için bu yazıyı kaleme alma ihtiyacı duydum. Gerçi kırk yıllık, yıkılmaz olan ve kılı kırk yaran bir okuyucu kitlesine bu konuda seslenmek edebe uygun düşmez, ama kırk yaşının kemâline sığınma düşüncesi bana cesaret verdi. Aslında Yeni Asya ile ilgili hatıraları yazmak için kırk yılı beklemeye gerek yoktur. Onu ciddî olarak takip edenlerin her gün ve her an hatıraları olur…

***

Mazimin bulanık sayfalarında hatırladıklarım arasında gazete maceralarımızın önemli bir yeri vardır. Çocuk masumiyetinin üzerimizde tamamıyla görüleceği yıllardı. Beş veya altı yaşında olmalıyım. Babam, çalıştığı daireye ilk gazeteyi getiren kardeşime küçük bir çikolata verirdi. Bu çikolata, üç kardeşim arasında ciddî rekabete sebep olurdu. Bu tatlı hatıra ile başladı Yeni Asya serüvenim. Devam eden yıllarda gazetemizi dağıtma imkânı da buldum.

Bu esnada yaşadığım küçük bir hatırayı da paylaşmak istiyorum. Gazete dağıttığım günlerden biriydi ve ben Necmeddin Ağabey’in yazmış olduğu ‘Zübeyir Abi’ kitabını okumuştum o günlerde. Orada Zübeyir Ağabeyin bir çocukluk hatırası var. Mayhoş elmayı çok sevdiği halde bahçelerine düşen komşularının elmalarını almazmış. Bunu bir kardeşe anlatarak bisikletimle gazeteyi dağıtıyordum ki, sadık okuyucular arasında yer alan bir ağabeyimin evine gazeteyi bıraktım. Ağabeyin sabahın o erken saatinde kapıya çıkıp bana bir tane mayhoş elma vermesi hiç aklımdan çıkmaz. Gazetemiz ve Zübeyir Ağabey’i ayrı düşünemediğimiz için gazete dağıtma esnasında Zübeyir Ağabeyin hatırası ile ilgili bir tevafuk yaşamam beni hayretler içerisinde bırakmıştır.

‘Nur setleri’ kampanyalarının devam ettiği yıllarda gazetemizi dershanemizden alırdık. Her gün bir-iki ağabeyimize de gazetemizi ulaştırmakla mükelleftik. Bu kârlı ticaret bazen nefsimize ağır gelirdi. Muhterem babamın, bizim gazeteyi ulaştırmadığımız karlı bir kış gününde gazeteyi götürmemiz gereken ağabeye ‘Bu hizmettir’ deyip götürmesini hiç unutamam. Babamın yaz tatilinden döndüğümüz zamanlarda 30 günlük gazetesini toplu olarak okuması ve önemli yerleri bizlerle paylaşması ‘Yeni Asya eskimez’ hakikatinin dünyamızda yerleşmesine vesile olmuştu. Babamla yaşadığım ufak problemlerin biri de gazete mevzuunda olmuştur. Gençliğinde gazetesine ulaşmak için 15 km yol kateden ‘fanatik bir okuyucu’ya gazetesini getirmezsen problem yaşaman normaldir! Bir keresinde sohbetten dönerken gazeteyi unuttuğumuz için gece 11 civarında bizleri gazete almak için geri göndermesi gibi olaylar da o yıllarda bize zor ve anlaşılmaz geldiyse de gazetemizin hakikî kıymetini anlamamıza sebep oldu. O yıllarda ağabeyler tarafından anlatılan ‘Aman ayakkabınızı dikkatle kullanın, onun yerine bir gazete alın’ türü hatıraları da büyüklerimizden işitmemiz bu eğitimimizi pekiştirdi: Yeni Asya sadece bir gazete ismi değildir ve Yeni Asya’yı okumak sadece gazete okumak değildir. Bunu anladık sonunda!

***

Hangi gazete bu kadar çok sevilmiş ve bağra basılmaya lâyık görülmüştür? Hangi gazete gelmeyince bir eksiklik hissedilmiş ve gözler yollarda kalmıştır? ‘Barla Lâhikası’nı okurken gazetemize verilen bu kıymetin sebebini daha iyi anladım. Üstadımız, Hüsrev Ağabey’e yazdığı bir mektupta lâhikaların önemini anlatıyor ve Lâhikaları; nuranî bir meclis, yüksek bir medrese salonu ve muhteşem ve müzeyyen bir dükkân olarak tavsif buyuruyor. Yani o medresede herkes aldığı dersi birbiri ile paylaşıyor, diğer kardeşler ile fikir alış verişinde bulunuyor. Ve aldığı kıymetli dersleri diğerlerine gösteriyor. Bu parçayı okuduktan sonra Ağabeylerimizin gazetemize ‘günlük lâhika’ demelerinin sebebini daha iyi kavradım. Gazetemiz okuyucuları da Risâle-i Nur ile bütünleşmiştir. Yazarlarımız ve okuyucularımızın her biri Risâle-i Nur penceresinden olaylara yaklaşmaktadır. Bu da gazetemizi dünya çapında ‘fikirlerin paylaşıldığı geniş bir dershane’ haline getirmektedir. İşte Yeni Asya’yı diğer gazetelerden ayıran en önemli özellik budur bence. Gazetemiz bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmektedir ve Risâ-le-i Nur’la ilgisi olan herkesin önüne her gün muazzam bir fikir meclisi sunmaktadır.

Yeni Asya’mızın tirajını küçümseyenler Risâle-i Nur’un “Cenâb-ı Hakkın rızası ihlâs ile kazanılır; kesret-i etba’ ile ve fazla muvaffakiyetle değildir” dersinden habersiz midirler? Gazetelerin baskı sayılarını arttırmak uğruna gittikçe dünyevîleştiklerini anlamakta zorlanıyoruz bu ölçülere göre. Bu durumun oluşmasında kendi tembelliğimizi ve gayretsizliğimizi de kabul ediyoruz. O bizim hatamız.

Yeni Asya’nın ve camiamızın kıymetini, büyüdükçe ve dış âlemin girdaplarını ve insanı manen öldüren çukurlarını gördükçe daha iyi anlıyoruz. Bu gazeteyi, bu eserleri ve bu cemaati tanımanın büyük bir nimet olduğu inancındayız. Nurcuların sesi olan gazetemizi gençler adına tebrik ediyor ve hizmetlerinde muvaffakiyetler diliyorum.

[email protected]

ZÜBEYİR ERGENEKON

06.05.2009


Ezrâil gelecek!

Yaşar Amca, ağır bronşit hastası. Nefes borusunda ve akciğerindeki rahatsızlıklar sebebiyle sürekli sıkıntılı ve nefes alma problemi yaşıyor, tedavisi sürekli devam ediyor. Odasına girildiğinde solunum cihazı, buhar makinesı, fısfıs tâbir edilen ilâçlar, serumlar göze çarpar... Yaşar Amcanın esmer siması hastalığın verdiği bitkinlik ve solgunlukla beyazlaşmış durumda. Benimle görüşürken bir kelimeyi üç dört nefeste ancak bitirebiliyor. Tek arzusu uzaklara gitmek... Tâ uzaklara... Memleketinin dağlarına, ovalarına, yaylalarına gitmek, dolaşmak hasret gidermek. Ancak yatağa bağımlı, cihazlarla yaşamak ancak bu kadar zor olsa gerek.

Onun durumunu gördükten sonra insanın sağlığını düşünerek Allah’ın verdiği sağlık nimetine şükür etmemesi mümkün değil. Belki de bunun gibi kıymetini bilemediğimiz, farkında olmadığımız binlerce nimetlerin içindeyiz.

Odamda günlük işlerin yoğunluğu içerisinde çalışırken bir anda Yaşar Amcayı karşımda buldum. Saçları dağınık, yarı öksürük ve solgun çehresiyle, pijamalarıyla karşıma dikildi. Önce şaşırdım ve arkasında beraber geldiği personel var mı diye bakındım. Tek başına gelmişti. Şaşkınlığım gittikten sonra, nasıl olduğunu sordum. Bana çok iyi olduğunu söylese de, durumu pek parlak görünmüyordu. Oturmasını istedim ve isteğinin ne olduğunu sordum.

Biraz durakladım ve geçip giden bir ömür sermayesi, hayatın gerçekleri, olaylar-insanlar ve ölüm gözümün önüne bir sinema şeridi gibi geldi. O durumda hastalıkla mücadele eden ve sıkıntılı stresli bir insana “Peki, hadi uğurlar olsun” diyecek değildik. Kendisini teselli ettim. Tedavisinin sürdüğünü, daha iyi olacağını, birlikte uzun yıllar geçireceğimizi; moralini yüksek tutması gerektiğini anlattım. Kendi kendime de bu durumdaki hastalarda böyle durumların olabileceğini, hastalığın tesiriyle böyle hayaller görüp gerçekmiş gibi inanabileceğini düşündüm ve görevli kişiyi çağırıp yatağına gitmesi için yardımcı olmasını söyledim.

Görevli personel Yaşar Amca’nın koluna girerek götürürken, o bana bir şeyler söylemek ister gibi dönüp dönüp bakıyordu. Aslına bakarsanız ben de ona baktım uzun uzun... Bir ara tam kapıdan çıkarken gayr-ı ihtiyârî el salladım, vedalaştık.

Ben tekrar günlük işlerin yoğunluğuna daldım, gelen giden ziyaretçiler, konuşmalar, gelen telefonlar her işyerindeki gibi meşguliyetler devam ederken bir dostumdan telefon geldi. Yakınının rahatsızlığından ve rahatsızlığının ciddiyetinden, bu durumun kendisini üzdüğünden bahsetti. Üzgün gelen telefondaki sesten etkilenmiş olmalıyım ki; hayattan, hayatın gayesinden, hastalıklardan, hastalıkların hikmetlerinden, insanlara kazandırdıkları maddî ve mânevî kazançlardan epeyce anlattıktan sonra, ucunda ölüm bile olsa “Her nefis ölümü tadıcıdır” âyetini, ölümün güzel ve hayırlı yönlerini bilmemez gerektiğini, hikmet ve rahmet cihetlerini anlattım. Az önce de odamda görüştüğüm yaşlının durumundan bahsettim. Azrail’den, kabirden, ahiretten bahsettikten sonra; “ölüm ölmek değildir, hiçlik değildir, yokluk değildir” dedim. Telefon konuşması biraz da karşı taraftaki muhatabın iştahla dinlemesinden uzadı. Bu arada odamda esmer uzun boylu bir kişi belirdi. Kapıdan ne zaman girdiğine dikkat edemedim. Karşı taraftaki dostumla konuşmamız, selâmlaşmamız bitti ve telefonu kapattım ve “buyurun, hoş geldiniz, ne istiyorsunuz” diye sordum; kendini tanıttı.

“Ben Ezrail!”

Hayata, hastalıklara, ölüme meydan okuyan, bol bol ahkâm kesen zavallı Muzaffer’in nasıl şaşırdığını, nasıl telâşlandığını kendimden başkası olup seyretmeyi çok isterdim. Titrek bir sesle ve kekeliyerek sormaktan başka bir şey gelmedi aklıma. Zaten aklıma gelseydi aradığın şahıs yukarıda filan derdim her halde, dil çabukluğu ile...

“Ez..ez.. Ezrail mi?” diye zorla sorabildim. Karşımdaki uzun boylu, esmer şahıs hiç istifini bozmadan:

“Evet, Ezrail Şahin” dedikten sonra benim telâşlandığımı da fazla fark etmedi. Kekeleyerek adını söylememi de şaka yapıyor zanneti. Yaşlımız Yaşar Kırmızı’nın hemşehrisi ve arkadaşı olduğunu, cep telefonu ile görüştüklerini, onu memlekete izne götürmek istediğini anlattı... Ben onun isteğinden çok adına takıldım. O da adının hikâyesini anlattı, memleketlerinde birkaç kişide bulunduğunu söyledi...

Kendi kendime “Gerçek Ezrail gelseydi ne yapardım?” diye uzun süre düşündüm...

MUZAFFER KARAHİSAR

06.05.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis