19 Temmuz 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Ergenekoncu kontratak

Artık güneşi balçıkla sıvamaya çalışmanın gereği yok. Hâkim ve savcı tayinlerine ilişkin ‘Yaz Kararnamesi’ HSYK’daki kilitlenme nedeniyle çıkamıyor ve Türkiye yine askerlerle ilgili spekülasyonların kol gezmeye başladığı bir ortamda ‘siyasi gerilim’ hattı üzerinde. HSYK üzerinden yürütülmek istenen bir ‘Ergenekoncu kontratak’ ile karşı karşıyayız.

Bir ay kadar önce ‘askerler sivil yargıya yasası’ çıktığı vakit, Mardin’de bir gece sohbet ederken eski Diyarbakır Baro Başkanı bana ‘Bu yılki HSYK toplantısı tarihi nitelikte olacak. Tayin kararnamesine dikkat’ diye ‘alarm’ vermişti ama ben, itiraf edeyim, bu uyarıyı önemle zihnime kaydetmemiştim. Bir meslek grubu ilgilendiren rutin bir uygulama özellikle dikkat sarfettiğim bir konu olmamıştı.

O haklı çıktı zira gelinen noktada bir ‘rutin uygulama’ya ilişkin ‘bürokratik bir tıkanıklık’ ile yüzyüze değiliz. HSYK, Ergenekon savcılarının tümünü, mahkeme heyetini, Güneydoğu’da 1990’larda JİTEM marifetiyle işlenmiş olduğu anlaşılan ‘faili meçhul cinayetler’ üzerindeki örtüyü ilk kez kaldırmakta olan savcı ve hâkimleri görevlerinden uzaklaştırmak konusunda harekete geçmiş durumda.

‘Ergenekoncu kontratak’tan kasıt budur ve bu ‘kontratak’a siyasi iradenin karşı koyması nedeniyle tayin kararnamesi bir türlü yayınlanamıyor. Zira, Adalet Bakanı ile müsteşar, kararnamenin imza aşamasına geldiği bir sırada, 13 Temmuz’da HSYK’nın diğer 5 üyesinin aniden Ergenekon ve faili meçhul cinayetlerle ilişkin dava ve soruşturmada görev almış olan savcı ve hâkimleri değiştirmek amacıyla getirdikleri taslağı müzakere etmeyi reddettikleri için, iş tıkandı. Müzakere yapılmadan karar da alınamıyor.

Birkaç gündür, ‘HSYK’nın 5 üyesinin ağır asker baskısı altında hareket ettiği’ dedikodusu bizim de kulağımıza geldi. Öyle mi, değil mi bilmiyoruz ama o 5 üyenin Ergenekon ve faili meçhul cinayetler soruşturmalarının yönünü değiştirecek, hatta hasır altı edilmelerine yol açabilecek bir gayret içine girdikleri pek gizlenemez bir halde.

***

Türkiye gündeminde yer alan herhangi bir konu, medyada kendi uzmanlarını yaratır. Ergenekon dendiğinde Ankara’da neler döndüğüne ilişkin kulağımızı uzattığımız bu konunun önde gelen uzmanlarından biri Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar.

Şamil Tayyar’ın son günlerde yazdıklarını dikkatle okuyorum. Dünkü yazı başlığı ‘Yuh Artık’ idi. Bugüne dek kendisinde pek rastlanmayan sözcükler yazı başlığına yansımıştı. Yazısı şöyle başlamıştı: “Dün ulaştığımız bazı bilgiler, bize ‘pes doğrusu’ dedirtti. Bu kadar cüretkâr olacaklarını hiç beklemiyorduk. Estergon Kalesi gibi Ergenekon çıkışını kapatmış durumdalar. Neredeyse ölümüne savunuyorlar. Sanki Majino Hattı oluşturmuşlar. Hikâyenin gerisi ve direnç noktaları, HSYK üyelerinin asıl derdinin farklı olduğunu gösteiyor. Ayrıca, tek başlarına hareket etmedikleri, rap rap seslerinden cesaret buldukları izlenimi doğuyor. Arkalarında ‘güçlü’ bir irade olmadan böylesine bir savunma hattında dizilmeleri, başka nasıl açıklanır, izahı zordur.”

Sözünü ettiği HSYK’nın 5 üyesi.

Şamil Tayyar, hâkimler ve savcılar tayin kararnamesi krizinin ‘perde arkası’ öyküsünü gün, gün, tarih vererek ayrıntısıyla anlatmış, ayrıca hangi hâkim ve savcıların ‘topun ağzında’ olduğunu da isim isim belirtmiş.

Bir gün önceki yazısının başlığı ‘Sivil yargılamanın rövanşı’ idi, iki gün önceki ise ‘HSYK’da Ergenekon şoku’. O yazının şu satırları özellikle dikkat çekiciydi:

“... HSYK’da bazı üyeleri bu kadar cesaretlendiren ne oldu? Bu soruya verilecek cevap önemli. Biliyorum, ilk aklınıza gelen, ‘CHP’yi cesaretlendiren neyse, HSYM’yi cesaretlendiren de’ odur cevabıdır.

Doğruysa, çok vahimdir. Böyle bir durumda; askere sivil yargı yolunu açan yasaya tepkili TSK’nın 28 Şubat sürecindeki gibi tüm güç odaklarını harekete geçirmek istediği algısı oluşur ki, buna inanmak istemem...

Ama aksi olursa, yani söylenti doğrulanırsa, hükümet, Ağustos Şûrası’nda büyük bir operasyona ihtiyaç duyabilir. Bazı komutanlara emeklilik yolu gözükebilir.

Şimdi ne olacak?

Adalet Bakanlığı, HSYK Başkanvekili’nin önerilerine şiddetle karşı. Böyle bir kararnameye imza atmak niyetinde değil. Çünkü, böyle bir karar, Ergenekon ve diğer davaları Susurluk’a, Şemdinli’ye dönüştürür...

Bir bakarsınız, bu yıl kararname hiç çıkmaz.”

***

Kararnamenin hiç çıkmaması, 2000’e yakın tayin bekleyen hakim ve savcıyı aileleriyle birlikte mağdur edecek. Kararnamenin, HSYK’nın 5 üyesi ve destekçilerinin istediği doğrultuda çıkması ise, Türk demokrasisini ve Türkiye’nin geleceğini on milyonlarca insanı ve birkaç kuşağı birden_ mağdur edecek.

Askeri vesayet rejiminin, demokrasiye karşı ‘kontratağı’nın başarısını tescillemiş olacak.

Böyle bir durumu önlemek amacının sonucunda, şayet bu yıl kararname hiç çıkmazsa?

Çıkmasın!

Radikal, 18.7.2009

Cengiz Çandar

19.07.2009


HSYK ve “sivil” yargının durumu

Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasıyla ilgili yasal düzenlemeye karşı sergilenen kıyasıya müdafaa hukuk sistemimizin altında etkili bir biçimde işleyen bir imtiyazlar rejimini açığa çıkarmıştır. Cumhuriyetin “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış toplum” idealinin sadece kitlelerin inanması beklenen koskoca, içi boş bir ideoloji olduğu bu vesileyle daha iyi anlaşılmıştır. Açıkçası, hukuka inanmamızı bekleyenlerin kendileri hukuka inanmıyor, kendilerine ayrıcalıklar üretmediği müddetçe onu kabul edilmez buluyorlar.

Yıllardır Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ve anayasal kurumların özerkliği ilkesine karşı en büyük tehdidin siyasal iktidarlar olduğu telkin edildi. Oysa kuvvetler ayrılığı ilkesinin bütün demokrasilerde sahip olduğu doğal meşruiyet, arkasına sığınılarak daha derin bağımlılıkların korunduğu bir duvar gibi çalıştı. Örneğin üniversitelerin özerkliği gibi son derece kutsal ve meşru bir değer, yıllarca üniversiteler üzerinde asıl büyük vesayeti kurup sürdüren, üniversitelere ve bilim adamlarına hiçbir özerklik alanı bırakmayan YÖK’ün gücünü pekiştirmekten başka bir işe yaramayacak hale getirildi.

Açıkçası yakın zamana kadar YÖK’ün tepe tepe kullanarak tükettiği özerklik ve özgürlükten ne bilim adamlarına ne üniversitelere hiçbir pay kalmamıştı. Bütün üniversitelerde hakim olan tek_seslilik ile alabildiğine siyasi konularda bütün rektörlerin katılımıyla sağlanan sansasyonel “oybirlikleri” bu özerkliğin nasıl bir vesayet sistemi ile esir alınmış olduğunu gösteriyordu sadece.

Bugün daha net bir biçimde anlaşılıyor ki, o dönemde üniversiteler, rektörleriyle, fakülteleriyle, bölümleriyle YÖK bünyesinde oluşmuş bulunan bir kayıtsız_şartsız itaat rejimine fena halde tabi kılınmışlardı. Gücünü hiçbir demokratik süreçten almayan bu rejimi rahatsız eden tek şey demokratik süreçler ve taleplerdi. Çatışma mukadderdi. Ama çatışmanın YÖK yönetimi tarafından üniversitelere siyasi baskı olarak sunulması tam bir ikiyüzlülük idi. Çünkü YÖK zaten bu çatışmada kendi özerk anayasal varlığını değil, önceden özerklik ruhunu satmış olduğa daha derin odakları temsil ediyordu.

Yargı konusunda da durum farklı değil. Türkiye’nin demokratikleşme sürecine yargının sergilediği gözle görünür direnç, yargı kadrolarının hukuk metinlerinin yorumu üzerinde alabildiğine keyfi bir tasarrufu kullanmaları, ülkenin neredeyse rutini haline geldi. CHP yargıyı açıkça istediği gibi manevra yapabileceği bir fırsat alanı olarak gördüğünü gizlemeye bile gerek duymuyor. “Hukukun üstünlüğü anlayışı”, tarafsız yargının felsefesinin ve mantığının gözetilmediği, aksine yargı erkini hukukçunun en doğal hakkı ve mülkü gibi gören bir ilkellik düzeyinde seyrediyor.

HSYK atama kararnamesinde yaşanan kriz, sızan bilgiler doğruysa eğer, bu erk üzerindeki keyfi tasarrufun nasıl bir pervasızlık üretebildiğini de gösteriyor ve doğrusu bir hayli ürkütüyor. Ergenekon savcılarının ve hakimlerinin, yanı sıra hem Güneydoğu’daki faili meçhul cinayetleri araştıran hem de PKK’nın şehir yapılanmasına karşı operasyonları başlatan özel yetkili beş savcının hatta bu davaları kabul eden hakimlerin hepsinin aynı anda yerlerinin değiştirilmeye çalışıldığı anlaşılıyor.

Bütün bunların hepsinin aynı anda yapılmasının nasıl bir görüntü verdiğine hiç aldırmıyor oldukları da anlaşılıyor.

Nokta atışlı atama talepleri hukuk sisteminin foyasını bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarıyor. Aslında yargı erkinin siyasi iktidardan bağımsızlığına artık fazlasıyla inanmamamız için hiçbir sebep yok. Ama siyasi iktidardan alabildiğine bağımsız olan yargı erkinin çok daha kötü bağımlılıklarının var olduğunu da ortaya çıkarıyor bu durum.

HSYK’nın bu kadar serbestçe kullandığı bağımsızlıktan ne yazık ki hukukun asıl aktörleri olan hakimlere ve savcılara hiçbir pay düşmemiş oluyor.

Doğrusu hukuk erkinin bu şekilde kadrolaşıp örgütlenmiş olduğu bir durumda “askeri şahısların sivil mahkemede yargılanması” ile ilgili yapılan düzenlemelerle işin bitmediği anlaşılıyor. Sivil yargı dediğimiz sürecin başını tutan aynı HSYK’nın Şemdinli savcısıyla ilgili yaptıklarını yapacaklarının referansı gibi alacak olursak sivil mahkemelerin askeri mahkemelerden daha bağımsız davranabileceklerini beklemek için fazla iyimser olmak gerekiyor. Sonuçta Şemdinli savcısının hazırladığı iddianameyle 39 yıl mahkûmiyetin çıktığı dava hakkında “görevsizlik kararı” veren ve dosyayı askeri mahkemeye “teslim” eden sivil mahkemenin Yargıtay’ı oldu.

Sivil Yargının yüksek düzeyinin bu kadar militarize olduğu bir durumda, hukuku bütünleştiren, vatandaşı da eşitleyen bu gelişmeye sevinmek için galiba biraz erken, ama yine de pes etmemek gerekiyor. Türkiye’nin demokrasi sürecinde kat etmesi gereken yol kısa değil; meşakkatsiz, hiç değildir.

Yeni Şafak, 18.7.2009

Yasin Aktay

19.07.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.