08 Ağustos 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

MHP, dağa kimle çıkacak?

Son yıllarda Ergenekon tarzı yapılanmaların tüm manipülasyon girişimlerine rağmen ülkücüleri sokağa salmayan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, birçok kesimin takdirini kazanmıştı.

Ama bazılarının da düşmanlığını... Mesela, Ergenekoncuların, siyaseti sokağa taşırmak yerine ‘yasallık’ zemininde tutmaya gayret eden Bahçeli’nin makamına, halkı isyana kışkırtan açıklamalarla gündeme gelen bir başka kişiyi yakıştırdığı biliniyor.

Başaramadılar. Bahçeli de MHP’yi ‘makul milliyetçiler’in partisi yapma çalışmalarına devam etti. Son yerel seçimlerde gücünü koruduğunu ve hatta artırdığını gösterdi. CHP’nin muhalefette kalmaya mahkûm politikaları karşısında ‘makul milliyetçilerin AK Parti için alternatifi’ rolünü oynuyordu. Bu, yerinde bir stratejiydi kuşkusuz.

Ama son günlerde MHP ve Genel Başkanı’na bir şeyler oluyor. Tabanını Ergenekonculardan koruyan, sokağa vermeyen Devlet Bahçeli, hükümetin Kürt açılımına karşılık olarak ‘dağa çıkmaktan’, ‘gerekirse dağda elli yıl kalmaktan’ söz ediyor. Bu, sadece kasım ayında yapılacak olan MHP kongresi öncesi ‘taktik’ bir sertleşme olabilir mi? Belki.

Belki de daha orta vadeli bir strateji söz konusu: Çözüm sürecinde toplumun bazı kesimlerinde ortaya çıkabilecek tepkileri parti hanesine yazmaya çalışıyor olabilir MHP Genel Başkanı. Bu, siyaseten meşrudur, ama bir o kadar da yanlış. Kürt sorununun çözüm sürecinde sokağa yönelmekle kalmayıp dağa çıkmaktan söz eden bir MHP artık ‘milliyetçi merkezin’ partisi olma iddiasını ve imkânını kaybeder. Aksine hızla, ‘marjinal milliyetçiler’in partisine dönüşür, ‘makul milliyetçiler’in desteğini kaybeder. Böylesi bir hareket ulusalcılar kadar marjinalliğe sürükleneceği gibi, derin yapıların manipülasyonlarına da açık hale gelir. ‘İç savaş’a hazırlandığı intibaı veren bir partinin artık ne kadar ‘siyaset’ yapacağı zaten tartışılır.

Böyle bir noktadan sonra MHP tek başına da hareket edemez. Bir kısmı Ergenekon sanığı ‘Kuvvacı/millici’ güç odaklarıyla işbirliği kaçınılmaz olur. Devlet içindeki çözüm karşıtı ‘derin lobi’ MHP’nin bu saatten sonra ‘doğal müttefiki’dir. Genel Başkan’ın konuşmasına bakan MHP tabanının artık ‘derin’ yapılardan kendini kurtarması çok zor.

Kısaca, Bahçeli’nin bu ifadesi Ergenekon tarzı yapıların MHP içinde cirit atmasıyla sonuçlanacak, dışarıda kalan elemanlar partiyi ‘derin yapıların’ kitlesel zemine kavuşması için kullanma fırsatı bulacaklar.

Bahçeli şimdiye dek tabanından ve teşkilatından uzak tuttuğu ‘derin yapılar’ı son konuşmalarıyla partiye adeta davet etmiştir. Bu saatten sonra da bu yapıların taban üzerinde çalışmalarını ve etkilerini sınırlandırmak son derece zor olacaktır. Bu durum, Bahçeli’nin orta vadede genel başkanlığı muhafazası için ya daha da sertleşmesini getirecek veya daha geç olmadan söylemini ve tavrını gözden geçirmesi gerekecektir.

Kürt meselesi, ne AK Parti’nin ne de DTP’nin meselesidir; Türkiye meselesidir. Türkiye partisi olma iddiası taşıyan bir partinin bu konunun çözümünde bir katkısının olması beklenir.

Mevcut durumun sürdürülebilir olmadığı ortada. Ülke kaynaklarını, insanlarını, gücünü kaybediyor. MHP buna duyarsız kalabilir mi? Kürt sorununu çözen bir Türkiye’nin bölgede ve uluslararası sistemde çok daha güçlü ve etkin olacağı kuşkusuz. MHP bunu istemez mi? Kanın durmasını, terörün bitmesini, çocuğunu askere gönderen annelerin kaygılarının sona ermesini istemez mi MHP?

MHP karar vermek zorunda; ya çözümün bir parçası olacak, ya da sorunun. Türkiye’nin sorunlarından beslenerek siyaset yapmak, dolayısıyla ‘çözümsüzlük lobisi’yle müttefik olmak yerine daha pozitif bir siyaset tarzı mümkün MHP için.

1970’lerin ‘hırçın’ MHP’sine dönmek doğru değil. MHP bir siyasî parti, siyasetin zemini ise ne sokak ne dağ. Bunu en çok MHP liderinin bilmesi beklenir. Sokaktaki veya dağdaki bir MHP’nin hem kendisi kaybeder, hem Türkiye. MHP tabanını Ergenekoncuların kucağına itmek tarihî bir vebaldir.

İhsan Dağı,

Zaman, 7 Ağustos 2009

08.08.2009


On noktada darbe ortamı!

Ergenekon davasında üçüncü iddianamenin özeti... Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ün ifadesi... Bu ifade konusunda Murat Yetkin’in Özkök Paşa’yla yaptığı Radikal’deki ilginç konuşma... Ve bununla ilgili olarak Murat’la, sonra da İsmet Berkan’la yaptığım kısa sohbetler...

Güne böyle başladım dün sabah.

Bazı izlenimlerime gelince...

(1) Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek Paşa’nın ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay’ın günlükleriyle Özkök Paşa’nın ifade ve konuşmaları birleştirilince, Türkiye’nin özellikle 2003-2004 döneminde rejime yönelik ciddi bir darbe ya da askeri müdahale tehdidiyle karşı karşıya kaldığı bir kez daha çok açık ortaya çıkıyor.

(2) ”İrtica kapıda”, “AB Türkiye’yi böler”, “Kıbrıs satılıyor” diyerek Erdoğan hükümetini hedef alan askeri müdahale çabalarının boşa çıkarılmasında, zamanın Genelkurmay Başkanı Özkök’ün belirleyici rol oynadığı bir kez daha anlaşılıyor.

(3) Özkök Paşa, anlaşılan o ki, askeri müdahaleye karşı ‘demokratik rolü’nü kapalı kapılar arkasında, günlük deyişle, fazla toz kaldırmadan oynamış. Darbe tertiplerinin içinde gözüken komutanların 2004 yılı Ağustos ayındaki emekliliklerini de göz önünde tutarak ortalığın çalkalanmasına meydan vermekten kaçınmış...

(4) Hedef küçültürken, kendi iç kamuoyunda askeri müdahaleye karşı olan safları genişletmiş. Zamanın Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı yanına kazanmış. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’ı, darbe tertiplerinin başoyuncusu olan Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’dan ayırmış...

(5) Özkök Paşa’nın 2003-2004 yıllarında çok zor zamanlar yaşadığı anlaşılıyor. Bu dönemde, bazı medya odaklarında kendisi ve Büyükanıt Paşa aleyhinde olumsuz bir kampanya yürütüldüğünü ve Özkök Paşa’nın öğlen yemeklerini bile evinden sefertasıyla getirdiğini anımsamakta yarar var.

(6) 2003-2004 tertiplerinin başarısızlığına yol açan nedenler şöyle özetlenebilir: Özkök Paşa’nın ince bir kurmay oyunuyla hedef küçültmesi... Orgeneral Büyükanıt ve İkinci Başkan Orgeneral İlker Başbuğ‘un Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün arkasında yer almaları... Kara ve Deniz Kuvvetleri Komutanları Aytaç Yalman ve Özden Örnek’in Jandarma Komutanı Şener Eruygur’dan kopmaları... Genelkurmay karargahına, komutana rağmen bir darbe için gerekli birlik kaydırmalarının imkansızlığı...

(7) Bu arada Amerika’nın bir darbeye karşı olması da darbecilerin cesaretini kırmıştır. Ayrıca askerin kendi iç kamuoyunda, Erdoğan hükümetine dönük olumsuz hava ağır basmakla birlikte bir darbe havasının olmayışı ve Türkiye kamuoyunda da “Asker gelsin!” rüzgarının esmeyişi darbe tertiplerini başarısız kılmıştır.

(8) Ancak, kuvvet komutanlarının 2004 yılı yazında emekli olmalarından sonra da, ülkedeki bu anti-darbe havasını değiştirmeye ve Türkiye’yi suikastlarla, siyasi cinayetlerle bir ‘darbe ortamı’na sürüklemeye yönelik çabalar devam etmiştir. Emekli Orgeneral Eruygur, emekli Orgeneral Hurşit Tolon isimleri ön plana çıkmaya başlarken, Ergenekon olayı önce siyaset, sonra yargı sahnesindeki yerini almıştır.

(9) Üçüncü Ergenekon İddianamesi, Türkiye’nin bir darbe ortamına sürüklenmesi konusunda çok çarpıcı çizgiler taşıyor. Alevilerle Sünnileri, Türklerle Kürtleri birbirine düşürecek, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni karıştıracak, Türkiye’nin ABD ve AB ile ilişkilerini zehirleyecek suikastlerın tertiplendiğine, büyük alışveriş merkezlerine bombalı saldırıların planlandığına ilişkin iddialar gerçekten korkunç...

(10) Ergenekon davası, Türkiye’nin demokrasi ve hukuk rayına gerçekten oturması, bu ülkede barış ve istikrarın kalıcı biçimde yerleşmesi konusundaki önemini koruyor. Yargısal süreçte hukuk açısından gerekli eleştiriler yapılmıştır, yapılmaya elbette devam edilmelidir. Fakat davayı sulandırmaya, davanın inandırıcılığını yok etmeye dönük tuzak ve oyunlar karşısında da uyanık olunmalıdır.

Hasan Cemal,

Milliyet, 7 Ağustos 2009

08.08.2009


Liderlerin yöntemleri değil meşrûiyetleri ön plandadır

Rusya Başbakanı Putin’in dün gerçekleşen bir günlük resmi Türkiye ziyaretinin beklenen gelişmeleri gündeme yerleştirmesi hepimizin ortak beklentisidir.

Gündemdeki konuları biliyoruz.

“Mavi Akım-2” doğalgaz boru hattının İsrail’e uzatılması, Samsun-Ceyhan petrol boru hattı, “Güney Akım” doğalgaz boru hattı, nükleer enerji santrali gibi ortak projeler yanında, Türk TIR’larına Rus gümrüklerinde uygulanan engellemelerin ele alınması da gündemdeydi.

Türkiye ile Rusya tarih ve coğrafyanın birbirlerine bağımlı kıldığı iki ülkedir.

Bu iki ülke arasındaki ilişkiler barış ve işbirliğine dönük oldukları ve iki ülke birbirlerinin içişlerine müdahale etmeye yeltenmedikleri zamanlarda, bölge insanları da bundan yarar görür.

Ancak bilelim ki “İç işlerine müdahale etmemek”, bir ülke medyasının ve düşünce odaklarının diğer ülke yönetiminde gördüğü hataları da görmezden gelmesi demek değildir.

Örneğin Türkiye gerek AB ülkeleri, gerekse ABD ile çok yakın ilişkilere sahiptir.

Uyarılar bitmez ama..

Ama bu ilişkiler, Türkiye’de insan hakları ihlal edildiği, Türk demokrasisine militarist müdahaleler olduğu ve hukukun ayaklar altına alındığı zamanlarda, dostlarımızın bunları görmezden gelmelerini gerektirmez.

Gerek resmi kurumlar, gerekse sivil toplum örgütleri uyarılar yaparlar, protestolarını seslendirirler.

Bütün bunlara rağmen hem siyasi, hem ekonomik, hem de diplomatik ilişkiler sürer.

Ancak tüm dünya haklılıkları ve hukuku arasa da, “Bir noktaya kadar” o ülkenin halkının kaderi “İçeride” belirlenir.

Putin Rusya’sı için de durum aynı.

Putin yönetimindeki Rusya’da muhalif gazetecilerin öldürülmesi, basına karşı her çeşit baskının uygulanması, mülkiyet hakkının sık sık yok sayılması günlük hayatın parçaları halinde. Bunları çeşitli uluslararası gözlem kurumları sürekli raporlaştırıyorlar.

Ama Amerika da, Avrupa da, biz Türkiye de Rusya ile ilişkilerde bunları engelleyici olgular biçiminde gündeme getirmiyoruz.

Neticede Putin Türkiye ziyaretinde Rusya’daki otokratik yönetimin güçlü adamı olarak değil, komşumuz Rusya’nın Başbakanı olarak ağırlandı.

Gerçekler acıdır

Bütün bu durumlardan alınacak ders ortadadır.

Siyaset, diplomasi ve uluslararası ilişkiler ciddi işlerdir.

Sizin iç siyaset yaparken kural dışı davranışlar sergilemeniz, hak ve hukuk kavramlarına önem vermemeniz, siyasi partilerin demokrasiyi bir uzlaşma değil bir kavga rejimi olarak görmeleri, sadece kendi halkınızı ve kendi ülkenizi etkiliyor.

Neticede muhalefetin ve medyanın ipliğini pazara çıkardığı Berlusconi, dünya ülkeleri yönetimleri için “İtalyan Başbakanı”dır.

Putin de ülkesinde temel halk ve hürriyetlere gösterdiği özene bakılarak değil, meşru yönetimin başında bulunmasına bakılarak karşılanır.

Nice diktatör devrildikleri veya yenildikleri güne kadar meşruiyetin temsilcisi olmamışlar mıdır?

Mehmet Barlas,

Sabah, 7 Ağustos 2009

08.08.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.