12 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Said Nursî bugünleri görseydi

NEDEN Başbakan’ın konuşmasında en çok ‘tepki’, Said Nursi’yi andığı cümlede belirdi?

Bu, esasen yanıtı içinde olan bir soru. İlk elden şöyle denilebilir: Said Nursi, bu topraklarda en fazla ‘tepki’ görmüş kişiliktir. Peki neden? Bu sorunun içine biraz bakmak gerekir. Yine ilk elden şu söylenmelidir: Said Nursi, bu topraklarda en fazla gadre uğramış cihanşümul değerlerdendir. Gadre uğramış, zulmedilmiş; başkı görmüş, bastırılmış, anlaşılamamış, anlaşılmak istenmemiş... Nursi’nin öğretisini aslında tek cümlede toparlamak mümkündür: “Cümle varlığın birliği ve kardeşliği...” (...)

İşte, konuşmanın en çok tepki alan ismi Said Nursi de, bu topraklardaki bu kozmik öğretinin, bu bilgelik geleneğinin son büyük adlarından biridir. Dersim katliamının yaşandığı günlerde yaptığı şu uyarı son derece dikkat çekicidir:

“Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir, ayetinin işari manasıyla, bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakk’ın merhamet nazarında hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez.

Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir. İzafi adalet ise, küllün selâmeti için cüz’ü feda eder.

Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenüşşer diye bir nevi izafi adalet yapmaya çalışır. Fakat mutlak adaletin tatbiki kabil ise, izafi adalete gidilmez. Gidilse zulümdür. (Nursi, Mektubat, 15. Mektup)

Said Nursi’yi en çok tartışmalı, dolayısıyla en çok tepkili kılan bu cihanşümul niteliğinin yanı sıra, en çok ‘mazlum’ oluşudur. Necip Fazıl’ın ifadesiyle, O’na yapılan, otuz küsur yıla yayılmış sistematik bir Çin işkencesidir. Şeyh Said kalkışması sürecinde, 1925 yılından itibaren ölene değin muktedirler peşini bırakmamışlardır. Yaşamı, sürgünde, tutukevlerinde, tecritte veya göz hapsinde geçmiştir. O güzelim Risalelerin çoğunu ‘taş medreselerde, kendi ifadesiyle ‘Yusuf medrese’lerinde yazmıştır.

Said Nursi’nin, açılımın Kürt boyutu açısından ayrı bir önemi vardır. İlk dönem eserlerinde Said-i Kürdi adını kullanan Bediüzzaman’ın ana dili Kürtçedir. Bitlis’in Hizan ilçesinin Nurs köyün-dendir. Kürt bilgelerden kısa süreli ama yoğun dersler almıştır. Kürtlerin karşı karşıya olduğu ‘cehalet, fakirlik ve ihtilaf sorunlarını erken teşhis ederek, Sultan Abdulhamid’e, bugün hala işlevselliğini koruyan bir ‘Darü’1-Fünun’ önerisi götürmüştür.

Abdülhamid’e mektup

Merkezi Van’da, şubeleri, Diyarbakır, Mardin, Siirt vs. gibi illerde olacak, hatta kimi Arap-Fars ülkelerinde de ileride şubeleri açılacak bir akademya... Bu düşü, bugün hala kekeme bir dille konuşan yüksek öğretim yöneticileri tarafından kavranamamıştır. Bu akademyada Kürtçe, Arapça, Farsça ve Türkçe öğretim yapılacaktır. Fen bilimleriyle dini/sosyal bilimler birlikte okutulacaktır. Abdülhamid’e sadece bunu önermemiş, Yıldız’ı da Darü'l-Fünun yapmasını, ‘baskı’larını azaltmasını, meşruti bir yönetime geçmesini öğütlemiştir:

“Ömrünün zekâtını Ömer bin Abdülaziz gibi sarf et. Ta ki, biatin manası gerçekleşsin. Meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi, Yıldız’ı da kalplerin sevgilisi eyle. Zebaniler gibi hafiyeler yerine rahmet melekleri olan âlimlerle doldur; Yıldız’ı Dârül-Fünûn yap...” (Akgündüz, Bilinmeyen Osmanlı, 171)

Buna ilişkin Badıllı’nın Mufassal Tarihçe’sinde ayrıntılı bilgi ve belgeler yer almaktadır. Sultan’ın kimi bürokratlarıyla birkaç kez görüşmüş, sonuç alamamıştır. Aksine kendisine yüklü miktarda ‘rüşvet’ önerilmiş, elinin tersiyle itmiş ve soluğu tımarhanede almıştır. Bu çabasını kendisi bizatihi şöyle ifade eder:

“...Türkistan ve Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık ifsat etmesin, hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî olan İslâmiyet milliyeti ile ‘mü'minler kardeştir’ esasının tam inkişafına mazhar olsun ve felsefe fenleri ile dini ilimler birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti, İslâmiyet’in hakikatleriyle tam musalâha etsin ve Anadolu’daki mektep ve medrese ehli birbirine yardımcı olarak ittifak etsin diye, Doğu vilayetlerinin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem İran, hem Kafkas, hem Türkistan’ın ortasında, Medresetü’z-Zehra adında, Câmiü’l-Ezher üslûbunda bir darülfünun, hem mektep, hem medrese olarak bir üniversite için, tam elli beş senedir Risale-i Nur’un hakikatlerine çalıştığım gibi ona da çalışmışım. En evvel bunun kıymetini Sultan Reşad takdir edip yalnız binasını yapmak için 20 bin altın lira verdiği gibi, sonra ben eski Harb-i Umumî’deki esaretimden döndüğüm vakit, Ankara’da mevcut 200 meb’ustan 163 meb’usun imzası ile 150 bin lira, o zaman paranın kıymetli vaktinde, aym o üniversite için vermeyi kabul ve imza ettiler. Mustafa Kemal de içinde idi. Demek, şimdiki para ile beş milyon liraya yakın bir tahsisat vermekle, tâ o zamanda böyle kıymetdar bir üniversitenin tesisine her şeyden ziyade ehemmiyet verdiler. Hattâ dinde çok lakayt ve garplılaşma taraftarı bir kısım meb’uslar dahi onu imza ettiler...” (Nursi, Emirdağ Lahikası/2 , 139., 55. Mektup)

Milliyetçiliğe karşıydı

Said Nursi’nin, özellikle ulus-devlet'in etnik ve seküler boyutlarına ilişkin eleştirileri de, ‘demokrasi’ veya ‘Kürt açılımı’ perspektifi açısından kayda değerdir. Kemalist milliyetçiliğin etno-seküler karakterine yönelik eleştirilerinde Bediüzzaman, olası olumsuz sonuçları erken görebilmiş, bu politikaların yol açacağı toplumsal hastalıklara işaret etmiştir. Kırklı yıllarda yazdığı ‘Milliyetçilik Risalesi’nde ve kendisine karşı yürütülen çürütücü propagandada sürekli vurgulanan “Said Nursi Kürtçüdür, siz Türkler nasıl onun yolundan gidiyor, eserlerini okuyorsunuz?” biçimindeki karalamalara karşı, milliyetçilik/kavmiyetçilik sorununa dair çözümlemeler yapmıştır. Bediüzzaman, yaşadığı dönemde (sonrasında da) söylemini gayr-ı meşru addeden siyasal seçkinlere karşı da son derece adil bir tutum içindedir.

Etnik ve seküler temelli milliyetçiliğin devlet politikası olarak uygulandığı o dönemde yaptığı şu uyarı ilginçtir: “...milyonlarla ferdi bulunan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutmayan ve Türklerin hakikî bir vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olan Kürtlerin milliyetini kaldırıp onların dilini onlara unutturduktan sonra, belki, bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara teklifiniz, bir nevi vahşettir...” (Nursi, Mektubat, Yirmidokuzuncu Mektub, Altıncı Kısım, Altıncı Kısmın Zeyli)

Nursi’nin Kürt açılımı

Kürt sorununu bir demokrasi ve insan hakları meselesi olarak görmeyenlerin, dini, sorunun ‘çözüm’ünde bir araç olarak kullanma eğilimlerine karşı da bir uyarıdır bu. Gerçek demokrasilerde, Osmanlı deneyiminde olduğu gibi, etnisitelerin, dillerinin ve dini inançlarının korunması ve özgürce yaşanabilmesi esastır. Din, ‘et-nisiteye dayalı bir birliği’ öngörmez, hele hele onun meşrulaştırılmasında kullanılamaz. Bediüzzaman’ın soruna ilişkin risale, mektup ve savunmalarındaki vurguları, esas itibariyle, ‘özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu bir demokrasi’ çerçevesini ima eder. İman-özgürlük özdeşliğini sıkça vurgular. ‘Birinin hatasıyla başkası sorumlu tutulmaz’ ilkesinde ısrarcıdır. Toplumun selameti için bireyin hukukunun çiğnenebileceğine ilişkin tutumu şiddetle eleştirir.

Başbakan’ın, yankıları ne olursa olsun, içtenliği ve uygulanabilirliği zamana havale edilmesi gereken bu tarihi konuşması, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal tarihi açısından son derece kritiktir.

Etnik ve seküler milliyetçiliğe dayalı politikaların yol açtığı kronikleşmiş sorunların çözümü anlamında bir eşikten geçtiğimiz söylenebilir. Umulur ki, ‘bu topraklar’ın meta hikâyesinin bütün sesleri ve renkleri kendini özgürce ifade imkânı bulsun. (...)

Said Nursi’nin kestirimiyle bitirmek isterim: “Bizler acele ettik kışta geldik, sizler cennet-asa bir baharda geleceksiniz...”

Sadık Yalsızuçanlar, Star/ Açık Görüş, 11.10.2009

12.10.2009


Said Nursî’yi kim hedef yaptı?

6-7 Eylül Olayları’nı yazarken aynı cümleyi kurdum: Biz hep olayların sonucuna bakarak değerlendirme yapıyoruz. Olayları ortaya çıkaran nedenleri bilmiyoruz; üzerinde durmuyoruz. Başbakan Erdoğan kardeşlik mesajında Said-i Nursi’nin de adını telaffuz etti. İlk kez Said-i Nursi’nin adını anarak konuşma yapan Başbakan Menderes’ti. Peki neydi bu konuşmanın içeriği? Bu konuşmayla 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra Said-i Nursi’nin cesedinin mezarından çıkarılıp bilinmeyen bir yere götürülmesi arasında nasıl bir ilişki vardı? 6 aylık süreçte neler yaşandı?

1980’li yıllar...

Ankara’da muhabirlik yapıyorum...

Görüştüğüm haber kaynaklarından biri de yetmiş yaşındaki Gıyaseddin Emre!

1954-60 yılları arasında TBMM’de görev yaptı. Demokrat Parti milletvekili olarak Yassıada’da yargılanıp hüküm giydi.

Kürt’tü...

Bitlisliydi...

Said-i Nursi’nin yakınıydı...

Böyle bir girişi niye yaptım?

Bildiğiniz gibi geçen hafta Başbakan Erdoğan kardeşlik mesajı verirken Said-i Nursi adını da telaffuz etti. İyi de etti.

Bunun üzerine denildi ki, Said-i Nursi adını Başbakan olarak ilk kez Adnan Menderes konuşmasında geçirdi.

Adnan Menderes’in Said-i Nursi’nin adını telaffuz etmesine hangi olay neden olmuştu?

İşte benim görüşmekten hep keyif aldığım Gıyaseddin Emre o olayın birincil tanıklarındandı.

Geliniz 50 yıl öncesine gidelim...

Nereden çıktı bu gezi

Tarih 1 Aralık 1959...

Said-i Nursi nedense birdenbire yurt gezisine çıktı.

Konya’da Mevlana Türbesi’ni ziyareti sırasında olaylar meydana geldi. Benzer olaylar Said-i Nursi’nin gittiği her yerde yaşanmaya başladı. Basın olaylara geniş yer ayırdı.

DP Hükümeti’nin Devlet Bakanı İzzet Akçal sık sık, “Türkiye’de irtica tehlikesi yoktur” diye demeçler vermeye başladı.

Bu tartışmalar, kavgalar arasında Said-i Nursi hiç geri adım atmadı; yurt gezisini sürdürdü.

Olaylı Malatya, Eskişehir, Kütahya, Bursa, İstanbul gibi şehirlerden sonra Ankara’ya geldi.

Tarih 1 Ocak 1960...

Said-i Nursi Ankara Ulus’ta Denizciler Caddesi’nde bulunan Beyrut Palas Oteli’ne yerleşti.

Polis diğer şehirlerde olduğu gibi olayların çıkmaması için geniş güvenlik önlemleri aldı.

Said-i Nursi’nin ziyaretçileri arasında DP milletvekili Gıyaseddin Emre de vardı. Zaten Said-i Nursi’nin gezisi büyük tartışma yaratmışken bir de iktidar partisinden bir milletvekilinin Said-i Nursi’yi ziyaret etmesi olayları alevlendirdi.

CHP lideri İsmet İnönü, 6 Ocak’ta Vatan Gazetesi’ni ziyareti sırasında Ahmet Emin Yalman’ın, “Said-i Nursi seçimde vazife almış mıdır” sorusunu, “Öyle görünüyor” diye yanıtladı. Bir gün sonra Gaziantep ilçe merkezine gönderdiği mesajda, “Bediüzzaman iktidar partisinin seçim mekanizmasında kendine düşen vazifeyi yapmaya başlamıştır” dedi.

8 Ocak’ta Başbakan Menderes, İnönü’den DP’yi Said-i Nursi ile irtibatlı gösteren sözlerini geri almasını istedi.

Meclis’te Said-i Nursi kavgası

Said-i Nursi gerginliği Meclis’e de yansıdı.

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü Meclis kürsüsünde sert bir konuşma yaptı:

“Sizler Said-i Kürdi’yi neden Türkiye’de şehir şehir dolaştırıyorsunuz? İrticayı seçim kazanmak için mi hortlatıyorsunuz? Atatürkçüleri bilerek mi hiddete getiriyorsunuz? Amacınız nedir?” İnönü, konuşmasında Said-i Nursi değil Said-i Kürdi adını kullanmıştı. CHP lideri İnönü’nün bu sözleri Meclis Genel Kurulu’nu hareketlendirdi.

İnönü geri adım atmadı: “Dinin siyasete en yaldızlı şekilde alet edilmesi yüzünden memleketin iki defa battığını görmüş benim gibi bir adamın, din istismarcılarının zararı karşısında duyduğu heyecanlı hassasiyeti paylaşmanızı istiyorum.”

Meclis’te kimsenin anlayış gösterecek ruh hali yoktu.

Meclis Başkanı Refik Koraltan milletvekillerini sakinleştirmek için yoğun çaba harcadı.

İnönü’nün sözlerine yanıt vermek için bu kez Meclis kürsüsüne Başbakan Adnan Menderes geldi.

İşte ilk kez bu konuşmasında Başbakan Menderes, Said-i Nursi adını telaffuz etti:

“Said-i Nursi gibi bir pir-i fani bütün hayatını iman ve Kuran davasına vakfetmiş; dünyayı bu derece bırakmış bir insandır. Bütün dünyasını ilme, Kuran’a ve ahirete feda etmiş bir zattır. Siz bundan ne istiyorsunuz?”

Milletvekillerinin karşılıklı laf atması üzerine Meclis karıştı; yumruklaşmalar başladı. Meclis Başkanı Refik Koraltan, İsmet İnönü’ye 12 oturum Meclis’e girmeme cezası verdi.

Oturumu güçlükle kapattı.

Menderes’in Said-i Nursi’ye ricası

Gıyaseddin Emre TBMM’den çıkıp hemen Said-i Nursi’nin kaldığı Beyrut Palas Otel’e gitti. Otelin çevresindeki polis sayısı artmıştı. CHP’lilerin eylem yapmasından çekiniyordu.

Gıyaseddin Emre, Said-i Nursi’yi otelden alıp DP Isparta milletvekili Tahsin Tolan’ın Bahçelievler’deki evine götürdü.

Gıyaseddin Emre gece 23.00’e kadar evde kaldı sonra yatmak için kendi evine döndü. Tam uyuyacaktı ki evinin telefonu çaldı. Başbakan Adnan Menderes acilen Konut’a bekliyordu. Kalktı gitti. Başbakan Menderes ile aralarında nasıl bir görüşme olduğunu Gıyaseddin Emre şöyle anlattı:

“Adnan Bey bana, ‘Bakınız Gıyaseddin Bey sizi şunun için çağırdım; Üstad Bediüzzaman hazretlerine gideceksiniz (Üstad’ı Üstad Bediüzzaman hazretleri diye ifade ediyordu.) benim ta’zimatlarımı (saygılarımı sunarak -SY) kendilerine bildireceksiniz; hava çok gergin, meselenin üzerinde çok duruyorlar. Yolda rahatsız ederler. İdareciler meseleyi anlamadıkları için kendisini taciz edebilirler. O bakımdan kendisinden rica ediyorum bu defa dönsün. Hava biraz sükûnet bulsun. Sonra ben kendilerine haber veririm. Gelip giderler. Ben bizzat Anadolu’yu gezmesine imkân hazırlayacağım.’

Başbakan Menderes’in bu sözlerinden sonra ‘Peki efendim’ diyerek Üstad’ın yanına gittim. Meseleyi kendisine arz ettim. Üstad bana şöyle dedi: ‘Adnan Bey olmasa idi ben mutlaka gezecektim. Her ne olursa olsun gezecektim. Yalnız Adnan Bey dine hizmet etmiş bir insan olarak kendisini kırmayacağım ve bu defa döneceğim’ dedi.

Bu konuşmamız devam ettiğinde saat gece 01 suları idi. Huzurlarından ayrılıp Adnan Menderes’e gittiğimde beni beklerken buldum. Odasında gezinerek gidip geliyordu. Heyecanla Bediüzzaman’ın cevabını sordu. Durumu kendisine anlattım. Bu defa döneceğini söyledim. Menderes rahatlamıştı. Derin bir sükûnet içinde bana dönerek şöyle dedi:

‘Üstad hazretleri konuştuğu zaman, parmaklarını adeta üç ordu emrinde imiş gibi (o zaman bizim üç ordumuz vardı) ve orduları harekete geçirecekmiş gibi gezdiriyor ve hiddetle konuşuyordu değil mi?’ Ben de ‘Evet efendim’ dedim. Menderes o zaman ‘İşte bu iman kuvvetidir Gıyaseddin’ diye mukabelede bulundu.”

Cesedi niye kaçırıldı

Said-i Nursi birkaç ay sonra tekrar yurt gezisine çıktı. 23 mart 1960’ta gezi maksadıyla bulunduğu Şanlıurfa’da öldü.

27 Mayıs 1960 askeri müdahalesini yapan askerler, Şanlıurfa’daki mezarı kazıp Said-i Nursi’nin cesedini alıp bilinmeyen bir yere götürdüler.

Kuşkusuz bu hareketin hiç olumlu bir yanı yoktur. Çirkindir. Ancak nedense meselenin diğer yanı hiç konuşulup tartışılmaz.

Sanki...

Askerler Said-i Nursi’nin cesedini niye alıp bilinmeyen bir yere götürdüler?

(...)

Evet Said-i Nursi’yi kim hedef haline getirmişti?

Sorular çok...

Bu soruların yanıtlarını Gıyaseddin Emre biliyor muydu? O yıllar sormak aklıma gelmedi.

Sonra yollarımız ayrıldı. Ankara’dan göçtük; ben İstanbul’a, o Konya’ya yerleşti.

Yüz yaşına çok az kala 2008 yılında hayata gözlerini yumdu. Başbakan Erdoğan’ın Said-i Nursi adını telaffuz etmesiyle biz de eski bir dostu anmış olduk.

Allah rahmet eylesin...

Gıyaseddin Emre bu toprakların insanıydı...

GIYASETTİN EMRE HAKLI ÇIKTI

Said-i Nursi’nin yakını Gıyasettin Emre, Fethullah Gülen’e karşıydı. Bunun nedenini pek anlamıyordum.

Fethullah Gülen’e saygılıydı ama mesafeliydi. Ve nedense her fırsatta eleştiriyordu.

Bunu da sadece sohbetlerinde dile getirmiyor; Nurcuların yayın organı Yeni Asya Gazetesi’ndeki makalelerinde de yazıyordu.

- “Ağlayan Hoca’nın haline ağlayalım”

- “İsrail’e atılan füzelere ağlayan Hoca”

- “Günün modası dinler arası diyalog” gibi makalelerinde Fethullah Gülen adını açıkça yazarak “milli olmamakla” eleştirdi. Fethullah Gülen’in Said-i Nursi’nin yolundan ayrıldığını iddia ediyordu. Oysa o dönemde Fethullah Gülen cemaati ardı ardına Said-i Nursi sempozyumları-panelleri düzenliyor. Kitaplar çıkarıyordu.

Gıyaseddin Emre bunları “göstermelik” olarak görüyordu.

Ben ise; “Kıskançlık mı yapıyor” diye düşünüyordum.

Çünkü Nurcu Yeni Asya Gazetesi çevresi pek gelişme/büyüme gösteremezken, Fethullah Gülen cemaati hızla büyüyor; dergilerle başlayan yayıncılık faaliyeti gazeteler, TV’ler ile hız kazanıyor; okullar ve üniversitelerle yurtdışına açılıyordu.

Kurdukları çeşitli dernekler ve vakıflar sayesinde devlet katında onay görüyordu.

Ancak...

Bugün Gıyaseddin Emre’nin haklı çıktığını görüyorum.

Soner Yalçın / Hürriyet, 11.10.2009

12.10.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.