27 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Bu kurumlar değişecek

Taraf gazetesinde 12 Haziran günü yayınlanan ve altında Genelkurmay Karargah ana binasında çalışan bir albayın imzası olduğu iddia edilen “Ak Parti’yi ve Gülen cemaatini bitirme eylem planı” isimli belge bir kez daha, belgenin gerçek, imzanın ıslak imza olmasının anlaşılmasıyla gündemin tam da göbeğine oturdu.

Hukuka saygının gereği olarak sürecin sonunu bekleyeceğiz ama basına sızan haberler, hatta bizzat Başbakan’ın Adli Tıp raporuna ilişkin doğrudan açıklaması aslında artık geriye dönüşsüz bir sürecin başladığını gösteriyor.

Bundan sonra artık Türkiye eski Türkiye olmayacak, herkesin bunu iyi bilmesi gerekiyor.

Bu süreç yani isterseniz tasfiye süreci adını verin, isterseniz yenilenme süreci deyin, ağır da olsa işleyecek.

Bu yenilenme sürecinin aslında çoktan gerçekleşmesi gerekiyordu ama bazı kurum ve kişiler direnç gösterdiler ama bu direncin beyhude bir direnç olduğu biliniyordu.

Son otuz süredir dünya, tarihinde görmediği kadar hızlı bir dönüşüm geçiriyor.

Türkiye’nin de bu dönüşümün, kurumları ve kadrolarıyla dışında kalması beklenemezdi.

Bazı kurumlar ve kişiler direnç gösterdiler ama galiba buraya kadar.

Dünyanın bu dönüşüm hızına uyum gösteremeyenler ve daha da vahimi göstermek istemeyenler, üstelik belirleyici makamları İŞGAL EDİYORLARSA, belirli bir süreç içinde köşelerine çekecekler.

Bu direnci en çok gösteren dört kurum göze çarpıyor; TSK, basın, yargı ve eğitim.

Bu kurumların mevcut zihrniyetlerini sürdüremeyecekleri artık çok net anlaşılıyor.

Bu dört kurum yaşamsal kurumlardır ama korumak için direndikleri çağdışı çizgi en çok kendilerine zarar veriyor, bu durum her geçen gün çok netleşiyor.

Türkiye’nin acil işi bu dört kurumu çağdaşlaştırmak, asli, evrensel tanımlı görevlerine çekmektir. Önümüzdeki günlerde bu kurumlar, emin olunuz, yoğun bir tartışma ortamının içine girecekler.

Şu “kağıt parçası” denen belgeden başlayalım.

Bu konuyu yani silahlı bürokrasinin içinde bir grubun bu pis işlere soyunduğunu Sayın Başbuğ ya biliyordu, bu çok vahimdir, ya da bilmiyordu, bu daha da vahimdir.

Gelelim basına; basının bir bölümü ve ne yazık ki de başta kendine merkez medya adını takan kesim üç sene içinde ikinci kez büyük hata yapıyor.

27 Nisan’da illegal ve gayrimeşru bir muhtıra söz konusu oldu ve, internet orada duruyor, merkez medya köşe yazarlarının büyük bölümü bu kepazeliğe destek verdiler.

12 Haziran’da bir belge ortaya çıkarıldı, yine aynı köşe yazarları, yani 27 Nisan kepazeliğini destekleyenler meseleyle “kağıt parçası” diye dalga geçtiler.

Türkiye kamusal alanda bu kadar büyük hataları kaldırabilme eşiğini, çok şükür, aşmış durumda.

Islak imzalı belgenin Adli Tıp’tan gelmesinin ve olayın basına yansımasının üzerinden üç gün geçti, aynı köşe yazarları bu konu yokmuş gibi yapmakta ısrar ediyorlar.

Bu yaptıkları bırakın korekt siyasetin gereğini sıradan gazetecilik ilkelerine de aykırıdır.

Bu arkadaşların tek tek isimlerini vermiyorum ama önümüzdeki günlerde bu isimlerin 12 Haziran’ı izleyen “kağıt parçası” tartışmalarında neler yazdıklarını internetten “copy-paste” yöntemiyle indirip köşelerimize almak en azından okuru çok gülderecektir, buna eminim.

Aynı isimlerin 27 Nisan 2007 kepazeliğini izleyen günlerde ne yazdıklarına bir bakın, içiniz burkulacaktır.

En son, Nobel ödüllü ABD’li iktisatçı Douglass North’un “Kurumlar, kurumsal değişim ve ekonomik performans” kitabını okudum; kitap teorik bir kitap, Türkiye’den falan bahsedilmiyor ama okuduğunuzda mevcut asker, yargı, basın ve eğitim kurumlarıyla Türkiye’nin nasıl geri kaldığını, kişi başına gelirde bir türlü on bin doları neden geride bırakamadığını çok iyi anlıyorsunuz.

Eser Karakaş, Star, 26.10.2009

27.10.2009


Darbecilikle Mücadele Eylem Planı

AK Parti Hükümeti’nin türlü çeşit manipülasyon, provokasyon ve sabotajlarla yıkılmasına, Gülen Cemaati’nin de aynı şekilde bitirilmesine ilişkin terörist eylem planı belgesinin ıslak imzalı orijinali nihayet ortaya çıkmış...

Adli Tıp, Genelkurmay Harekat Başkanlığı 3. Destek Şube Müdürlüğü antetli “İrticayla Mücadele Eylem Planı” belgesinin altındaki imzanın Albay Dursun Çiçek’e ait olduğunu teyit etmiş...

Çiçek’e ısrarla sahip çıka gelen Genelkurmay Başkanlığı, bu iddialar üzerine, “Hukuk devletinde her şeyin yasalara uygun olarak yürütülmesine hiçbir kimsenin ve hiçbir kurumun itirazı olamaz” demekle beraber, haberi ‘patlatan’ basına yüklenmekten de geri durmadı tabii.

Başbakan Erdoğan ise şunları söylemekle yetindi:

“Türkiye’yi, Türkiye Cumhuriyeti devletini biz bu tür olaylara mahkum etmemeliyiz ve bu tür olaylarla da devletimizi lekeletmemeliyiz. Devletin üzerinde herhangi bir lekelenmeye de müsaade etmeyiz. Kaldı ki Türk Silahlı Kuvvetleri zaten böyle bir gölgelenmeyi kabullenmez, böyle bir lekeyi kabullenmez.”

Soru:

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin böyle bir gölgelenmeyi ve lekelenmeyi kabullenmesi mümkün değilse, generaller 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan için neden hâlâ özür dilemediler?

Bir soru daha:

Terörist eylem planı belgesinin Genelkurmay Harekat Başkanlığı’na ait olduğu kesinlik kazanırsa hükümet ne yapacak?

Diyelim ki Albay Dursun Çiçek hapse girdi ve Genelkurmay’dan “Suçlu bulunmuş ve konu kapanmıştır” gibi bir açıklama yapıldı…

Hükümet, “Kurumları daha fazla yıpratmanın alemi yok” deyip geçecek mi?

İnşaallah öyle olmaz.

Kurumların (hem askeri hem sivil) yıpranmasını kaçınılmaz kılan statükoyu radikal bir şekilde değiştirmek lazım.

Genelkurmay’ın resmi bir biriminde hükümet ve sivil topluma karşı terörist eylemler planlanabiliyor ve bu planlar resmi bir belgeye dökülebiliyorsa, darbeciler bu kadar pervasız davranabiliyorsa, pervasızlığın bu kadarına imkân tanıyan bir yapı varsa o kurumda, sorun kurumsal ve yapısaldır, çözümü de kurumsal ve yapısal olmak zorundadır.

Millet iradesini temsil eden Meclis’in ve Hükümet’in otoritesini garanti altına almak ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin darbe planları / darbe söylentileri ile yıpranmasını önlemek için;

1. Vaktiyle darbelerde kullanılmak üzere başkentte konuşlandırılan zırhlı birlikler en başta olmak üzere bütün askeri birlikler (yabancı devlet adamlarını karşılayacak sembolik bir ‘tören birliği’ hariç) başkent ve çevresinden uzaklaştırılmalı.

2. Anayasa ve TSK İç Hizmet Kanunu’nda ordunun ‘durumdan vazife’ çıkarabileceği şeklinde yorumlanabilen düzenlemeler değiştirilmeli.

3. Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalı. Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı, Milli Savunma Bakanlığı binasında mesai yapmalı.

4. Kâğıt üzerince İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan Jandarma, gerçekten de İçişleri Bakanlığı’na bağlanmalı. Jandarma Genel Komutanı, İçişleri Bakanlığı binasında mesai yapmalı. Jandarma bünyesindeki bütün komutan atamalarında son söz İçişleri Bakanı’nın olmalı.

5. İsimleri darbe söylentilerine karışan subaylar Savunma Bakanı tarafından ‘kızağa’ çekilebilmeli ve bunların soruşturulması / yargılanması kolaylaştırılmalı.

6. Bütün üst düzey askeri yetkililerin atamalarında ‘sivil otoriteye tam bağlılık’ şartı aranmalı, bu şartı yerine getirmesi kuşkulu görünen subaylar sivil otorite tarafından rahatlıkla veto edilebilmeli.

7. Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulu kararı ile görevden alınabilmeli.

8. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Savunma Bakanlığı’nın özel yetiştirilmiş müfettişleri istedikleri zaman istedikleri askeri birimi denetleyebilmeli.

9. Başbakan, siyasetin “s”sini telaffuz eden –veya astlarının telaffuz etmesine göz yuman- bir genelkurmay başkanına derhal telefon açıp “İki saat içinde istifanızı bekliyorum” demeli ve bunu kamuoyuna da anında duyurmalı.

10. Bundan sonra göreve gelecek ilk genelkurmay başkanı, askeri darbeler / müdahaleler / muhtıralar için TSK adına milletten özür dilemeli ve bütün darbecileri eşkıya diye anmalı. Bunu taahhüt etmeyen kimse genelkurmay başkanı yapılmamalı.

Bunları yapmak için “İrticayla Mücadele Eylem Planı”nın gerçek olup olmadığını beklemeye bile gerek yok.

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan gerçekleri yeter de artar bile!

Hakan Albayrak Yeni Şafak, 26.10.2009

27.10.2009


Aç kapa... Lâkin bir düşün!

HÜKÜMET sadece “ayıp ettiler” diyerek üste çıkamaz ki.

Bir şeyleri yanlış, bir şeyleri eksik, belki bir şeyleri de fazla...

Bir şeyleri erken, bir şeyleri geç yaptığını kabul edeceksin.

«

Memlekette, hani o 2002, 2003 havası gibi bir “demokratikleşme coşkusu” olmayınca...

Onca ölüden sonra barış ve huzur arzusu; ABD tezkeresine ret çakmış bir ülke gururu; AB’de birden itibar kazanmış devlet façası; büyük deprem ve büyük ekonomik krizden büyük hasarla çıkıp artık gülümsemek isteyen bir toplum ruhu; bir seçimde büyük siyasi tasfiye yapabilen bir halkın demokrasi inancı olmayınca;

Ölü toprağı gibiyken haneler...

Demek ki kolay olmuyor kabullenmek.

«

Çünkü henüz kimse kimseyi dinlemeye hazır değil belli ki.

Kimse kimseyi buyur etmeye, kimse kendi acısını, bildiğini unutmaya, kimse küllenmeye hazır değil.

Kimse simgelerin semboller üstüne yürümesine hazır değil.

Kimse kimsenin zafer işaretini seyredecek halde değil.

Kimse tarihi, bildiğinden öte, ezberinden bir kelime eksik bir kelime fazla okuyacak gibi değil

«

Oysa şu olabilirdi:

Muhtemelen Kuzey Irak’tan ABD ittirme-siyle “kamp boşaltılması, dağdan iniş, eve dönüş”ten önce, siyasi, hukuki, sosyal, kültürel demokratikleşme paketi.

Öyle, hükümet istedi aç kapıyı; hükümet tırstı kapat kapıyı, değil.

Öyle, afiş asanı, bildiri dağıtanı, taş attı gerekçesiyle çoluk çocuğu örgüt üyeliğinden aylarca, yıllarca içeri tıkıveren “kanunlar”ı birkaç gün adliyede unutup özel muamele icat ederek değil.

Öyle sınır ötesinden gelene kapı açan mahcup şahsa mahsus özel af gibi değil; ama, yapabiliyorsanız hakiki afla; sınır içindeki milyonlarca insanın da hayatında yeni kapı açacak bir siyasi ufukla.

«

Bazen, temizlemek için açtığınız yara, o an daha çok açılmış olmakla kalıyor...

Bir kabuğa değiyorsunuz; o an daha çok kanıyor.

Dokundukça, o an daha çok acıyor.

Öyle! Bugün çoğunluk için böyle.

Tabii, atıp tutan, esip savuran .kimilerinin diyemediği, onca kolay laf ederken, tek gözle asla görmek istemediği de şu:

Açmasanız, değmeseniz, dokunmasanız hiç...

Bir an pıhtıların çözülmesini, kabuğun kopmasını, acının yakmasını, hadi bugün değil, ama bir gün bir şekilde hiç göze almazsanız...

Çocuklarınıza hep yaralı bir ülkeden daha iyisini mi bırakacaksınız?

25 yıl boyu “dağdaki üç bin terörist” diye konuşanların “30 bin ölü terörisf’in nereden, nasıl, neden bu kadar çok çok olduğunu ve öldüğünü izah etmelerini hiç istemeyecek misiniz?

“Onbin şehit” ile övünen biz hayattaki-lerin gururu, daha kaç bin yoksul askerin ölümüyle beslenecek?

Dünya âlem, tarih boyunca edindiği tüm yaraları açık bırakarak, tüm ihanet, tüm kötülük, tüm kıyımları, tüm kayıp ve nefretlerini her daim taze bilerek, tarihte insani bir yolculuk bir yana, herhangi bir mesafe alabilir miydi?

İnsan insana bakabilir miydi!

Bir düşünün bakalım.

Buradan düşünün, oradan düşünün, şuradan düşünün.

Çok ülkenin ve çok halkın kana boğulduğu iç savaşları, din savaşlarını, mezhep savaşlarını, etnik savaşları, ayaklanmaları, isyanları, işkenceleri, kıyımları, katliamları, kırımları, soykırımları, devrimleri ve karşıdevrimleri, işgalleri, fetihleri bir düşünün.

Sonra ne oldu, az düşünün.

«

Hükümet de tabii, bir yapacaksa, on düşünsün!

Umur Talu, Haber Türk, 26.10.2009

27.10.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.